Çektiği sefaletlere karşı yılmaz bir sabır ve devamında sebatla direnerek yoğun ve disiplinli bir çalışmasının semeresi olarak aldığı Nobel Ödülü ile tüm Türk dünyasının haklı gururu olan Prof. Dr. Aziz Sancar’ı ne yazık ki hakkıyla tanımıyoruz.
Kendi içinden çıkan değerlere karşı maalesef eli tutuk davranıyoruz ve kâfi derecede el üstünde tutamıyoruz. Bu bizim müzmin bir hastalığımızdır.
Bu ülfet ve gaflet perdesini gazeteci yazar Muhammed Ruzubay “Aziz Sancar ile 7 Gün” kitabını uzun uğraşılar sonunda vücuda getirerek yırttı.
Bize ise okumak ve lazım geleni yapmak kaldı.
‘Büyük Bilge ile Seyr-ü Sefer’ yapan gazeteci Muhammed Ruzubay ile konu hakkında siz sevgili İstiklal Gazetesi okuyucuları için bir söyleşi gerçekleştirdik. İlginizi çekeceğini umuyoruz.
---------------------------
Yazı hayatınıza ne zaman ve nasıl bir motivasyonla başladınız?
-Hiç unutmam, dün gibi aklımdadır. Zira, benim hayatımdaki en önemli güzel olayların en başta gelenlerindendir. Yazı ve gazetecilik meşgaleme 5 Mart 1993 yılında, yağmurlu, ılık, etrafın mis gibi çimen, çiçek ve yağmur koktuğu bir Cağaloğlu sabahında başlamıştım.
O dönem liseyi yeni kazanmış ve “Okumak” üzere İstanbul’a gelmiştim. Bir taraftan okuyor, bir taraftan da harçlığı çıkarmak ve hatta benden küçük kardeşlerime harçlık gönderebilmek için boş kalan zamanımda gazete, kitap dağıtıyor, ev gereçlerini kapı kapı dolaşıp pazarlamasını yapıyordum.
Bir gün, Türkiye Gazetesinin önemli yazarlarından emekli Albay Mustafa Necati Özfatura ağabey, ‘Sen yetenekli bir çocuksun, güzel konuşuyorsun. Bir şeyler yaz bakalım’ deyip bir masada duran daktiloyu gösterdi. Ben, hemen oturup, ‘Türkistan Pirleri’ hakkında bir yazı yazdım, Mustafa Necati Özfatura ağabey, ‘Senin gazeteci ve yazar olman lazım. Aksi halde büyük bir yeteneği heba edersin’ deyip beni peşine taktı ve ilgili müdüre gidip, ‘Bu çocuğu muhabir olarak çalıştırın, maaşından müsterih olun, gerekirse ben veririm’ dedi. Bu şekilde ben gazeteciliğe başlamış oldum.
Cağaloğlu o zamanlar efsaneydi zaten, değil mi?
-Evet. 1990’lar, Babıali denen Cağaloğlu’nda, gazeteciliğin, yazarlığın en verimli zamanlarının sonları idi. Şükür ben buna yetiştim.
Başka kimleri tanıdınız Cağaloğlu’nda?
- Orada sadece Mustafa Necati Özfatura ağabey değil, gene efsane gazeteci ve yayıncılardan Abdullah Işıklar ağabeyin de sık sık dükkanına uğradım, hürmet ettiğim bir zat idi. Kendisi hem gazeteci, yazar, hem gazeteler, dergiler çıkarmış bir müteşebbis idi. O da ‘Senin gazeteci olman lazım arkadaş, senin ne işin var gazete, dergi pazarlamacılığı ile, onu herkes yapar ama herkes yazamaz!..’ deyip dururdu bana. Bu da büyük bir ilham ve şevk verdi bana. Yani, ben bir anlamda bu iki değerli meslek büyüğüm olan zevatın tavsiye, yönlendirme ve hatta elimden tutup mesleğe dahil etmeleri ile gazeteciliğe başlamış oldum.
Türk dünyası yazı, haber ve söyleşilerinizin ana eksenini oluşturuyor. Bu özel bir tercih miydi?
-Ben, Coğrafya literatüründe ‘Pamirler’ diye geçen, bir tarafı Tiyanşan, bir tarafı Tengri, bir tarafı K2 dağları ile çevrili, deniz seviyesinden 4000 metre yükseklikte yer alan müstesna bir yerde doğup, 7-8 yaşlarıma geldiğimde ise oralar Ruslar tarafından işgal edilince buradan ailemle beraber önce Pakistan’a, oradan da Türkiye’ye hicret ettim.
Ünlü Kırgız Han’larından Toktosun Han, benim büyük dayımdır. Dedem ise, Toktosun Han’ın Baş veziri ve ‘Mirza’ lakaplı Suran Nayip adlı Kırgız Aksakalıdır.
Keza hem anne hem baba tarafımdan atalarım hep alim, eşan, mirza insanlar olduğu için hep ‘Türk dünyasının değerleri’ anlatılırdı bizim evde. Başta dedem olmak üzere ‘Büyük adamların hikayesi’nin tesiri pek büyük oldu çocukluğumun şekillenmesinde.
İşgale uğramış bir ülkenin çocuğu olmak elbette kolay değil, değil mi?
-Evet, elbette. Ülkesi işgale uğramış, 7 yaşında bir çocuk olarak bu bende travma meydana getirdi. Bunun ‘Sağaltımı’ olarak, zaten hep ailemden duyduğum ‘Türkistan Değerlerini’ dinlemek, derlemek, anlamak, anlatmak ve yazmak geldi gönlümden.
Pamir’lere, Kırgızistan’a, geldiğimiz Çong Alay’a, atalarımın okuyup alim olduğu ‘Buharayı Şerif’e öylesine bir özlem duyuyordum ki… Anlatılamaz.
Gazetecilik buna fırsat mı sağladı?
-Kesinlikle. Gazeteciliğe başlayınca ‘Tüm bunları anlatma’ kapısı da açılmış oldu benim için.
İlk 1, 1,5 yıl deyim yerindeyse ‘Çerden, çöpten gazetecilik’ yaptım: Park açılışına gittim, polisiye olayları takip ettim, belediye konserlerine gittim vs. Ama bu benim yapacağım gazetecilik değildi.
İkinci yılımdan itibaren artık net bir kararım vardı: ‘Ben Türk dünyasını yazacağım’ dedim, bu çok kolay olmadı. Zira kimse ‘Türk dünyası gazeteciliği’ diye bir şeyi kabul etmiyordu, hatta bana ‘Bunlar boş işler, git pazardaki pahalılığı haber yap, bir Bakanı izle’ diyen meslektaşlarım, amirlerim oldu ama elbette ben vicdanımın sesini dinledim ve şükür o günden bu bugüne bunu gerçekleştirerek, güzel yol alarak geldim.
Aldığınız ödüller de var değil mi?
-Var üstadım… Benim, Türk dünyası ile ilgili yazdığım makale, yazı, röportajların toplamı 3500 sayfadan fazladır. Çok övünmeyi sevmesem de, bu alanında bir rekordur. Ben, koskoca gazetelerin Kırgızistan’ı ‘Kırgıcistan’ yazıp, üstelik bunun ‘Doğru olduğunda direttikleri’ bir ortamdan bugünlere istikrarlı sürdürdüm çalışmalarımı.
Mütevazı çalışmalarım, hem Özbekistan’ın Ulusal Medya Ödülü Altın Kalem, hem Kazakistan’ın Ulusal Medya Ödülü Elbaşı Gazetecilik Ödülüne layık görüldü ve bu nokta da Türk dünyasındaki tek gazeteci olma onuruna eriştim. Keza Kırgızistan Devleti mütevazı çalışmalarımı Üstün Hizmet Madalyası, TÜRSOY da Onur Madalyası ile taçlandırdı. Kazakistan’dan Övünç Madalyasına layık görüldüm.
Her ne kadar ödül bekleyerek çalışmasam da büyük kıvanç ve onur duydum bu ödüllerden.
‘Aziz Sancar ile 7 Gün’ adıyla bir kitap yazdınız. Hareket noktanız neydi?
-Hem bilim hem milli ülküler konusunda evrensel bir örnek olan Aziz Sancar’ı, özellikle gençlerimize, alanındaki en kapsamlı kitapta tanıtmak istedim. Amacım bu idi.
Kitabınız için bir gezi günlüğü diyebilir miyiz?
-Kısmen… Zira kitap 5 bölümden oluşuyor ve doğrusu gezi çok az bir yekûn tutuyor kitapta. Asıl muhteva ‘Aziz Sancar’ı her yönüyle anlatmak. Bu, çok velud bir bilim adamını tümel olarak anlatmak mümkün olmasa da elden geldiğince yapılmıştır. Nitekim, Aziz Sancar hocamız da bunu takdir etmişlerdir.
Onu Özbekistan’da takip edip yazmanın ne gibi zorlukları vardı?
-En başta Aziz abiyi ikna etmek elbette kolay olmadı, zira hoca çok göz önünde olmayı, medyaya çıkmayı sevmeyen bir yapıya sahip.
Hocamızın yaşının ileri olması, Amerika’dan Özbekistan’a yolculuğu gene bir zorluk idi.
Hocamıza olan büyük ilgiden dolayı bir ara, ‘Ben kitabı yazamadan döneceğim’ herhalde diye korktuğum zamanlar oldu ama şükür aştık tüm bu zorlukları.
Benim için asıl zorluk Aziz Sancar gibi bir büyük bilgeyi layıkıyla yazmak idi ama gerek hocamızdan ve gerek okurlardan gelen geri dönüşler bunun da büyük ölçüde başarıldığının kanıtı oldu.
Nerelere birlikte gittiniz ve bu noktaların önemi neydi?
-Aziz Hoca ile Semerkant’a buluştuk ve tam tamına 7 günü beraber geçirdik. Buluşulan yerin önemi, Semerkant’ın Türk dünyasının ve Türkistan’ın kadim ilim merkezi olması idi.
Özbekistan’da devlet adamlarının ve üniversitelerin Aziz Sancar’a yaklaşımları nasıldı?
-Fevkalade idi. Başta Devlet Başkanı Sn. Mirziyoyev olmak üzere Özbekistan devletinin hocaya bakışı, ilgisi en üst düzeydedir. Hoca oralarda ‘Ermiş bir adam’ sıfatına layıktır.
Aziz Sancar’ın Özbekistan’ı altı senede üç kez ziyaret etmesini nasıl yorumluyorsunuz?
-Hoca Türk dünyasında en çok Özbekistan’ı sevmektedir. Bunun da iki sebebi vardır. Bir, hoca Özbekistan’da tarihte gerçekleşmiş olan ‘Türk Rönesansı’nı ve bilimde parlamayı şu an için de bir model olarak kabul etmektedir. İkincisi, Özbekistan devlet erkanı ve akademisi, Aziz Sancar’ın ‘Temel Referans isim’ olarak kabul etmektedir.
Bugüne kadar Aziz Sancar’ı derli toplu anlatan başka bir eser oldu mu, sizinki ilk mi?
-Birkaç eser var ama bu kapsamdaki yegâne eser şu anda benim yazdığımdır. Hoca hakkında yazılacak eserlerin sayısının artması, en büyük arzumdur.
Aziz Sancar’da bilim aşkının dışında nasıl bir heyecan ve ülkü gördünüz?
-Müthiş meraklı bir zihin. İnsanlığa faydalı olmak için kendini adamış bir asil davranış ve ölçüye gelmez bir Türk dünyası sevdası…
Kitabın yazım süreci ne kadar sürdü?
-Toplamda 8 yılımı aldı. Üzerinde en çok çalışıp, göz nuru döktüğüm kitabım budur.
Kitapta ve söyleşimizde ‘Aziz Abi’ hitabınız var. Bir ağabey gibi davranıyor size ve başkalarına?
-Başkalarını pek bilemiyorum ama ben kendisini, çok yakın bir aile büyüğüm ve ağabeyim, amcam gibi algılıyorum. Bu, hocaya olan gönül bağımdan olsa gerek. Hocaya, yanında ‘Sayın Aziz Sancar’ diye hitap et diye 1 milyon Dolar verseler bu hitabı yapmak içimden gelmez. Hocaya sevgim ve hürmetim bu düzeydedir.
Türk halkı size göre yeterince Aziz Sancar’ı tanıdı ve sahip çıktı denilebilir mi?
-Elbette… Bundan hiç kuşkum yok. Aziz Sancar düzeyinde bu halkın sevdiği bir başka isim yok. Bence Atatürk’ten sonra en çok sevilen isim Aziz Sancar’dır.
Bu kitap Aziz Sancar’ın bilim kişiliği dışında başka bilinmeyen hangi yönlerine dikkat çekiyor?
-Bilgeliği ve Türk dünyasına olan büyük sevdası…
Türk dünyasının büyük bilgesi olduğu tanımlamasının içini nasıl dolduruyorsunuz?
-Aziz Sancar, sadece bir laboratuar adamı değil. O tarihten dine, felsefeden tasavvufa her konuya vakıf olmuş, her dem Yunus’tan şiirler söyleyen, buna ilaveten Batılı kaynakları satır satır kritik eden, geçmişe ve çağına vakıf bir büyük zihin. Belki bir filozof, belki bir Türk ereni..
Bu açılardan evet Aziz Sancar bir bilgedir.
Aziz Sancar’ın bir meseleyi düşünme yöntemi nedir?
-Yaratıcı zekâ kadar maneviyatı da dışlamayan bir yaklaşım ile düşünüyor.
Eskilerin Zülcenaheyn dedikleri, çift kanatlı bir bilge Aziz Sancar.
Kitabınız için ‘Kişisel Gelişim’, ‘Bilim farkındalığı’ ve Milli Şuura Erişme’ gibi anlamlar yüklüyorsunuz. Bu özellikleri taşıyor mu gerçekten?
-Bu sorunun cevabını ben vermeyeyim Uğur Bey. Okura ve zamana bırakalım. Zira en iyi hakem ve değerlendirici zaman ve okurdur.
Bu kitap için aynı zamanda Aziz Sancar’ın ‘Psikobiyografisi’ diyorsunuz, açar mısınız?
-Psikobiyoğrafi çok yeni bir kavram. ‘Kişinin hayatını sadece maddi cihetiyle değil, düşünce, duygu ve davranışları ile inceleyen bir yazın türü’ demek. Kitabımda bende elden geldiğince bunu yapmaya gayret ettim.
Son olarak Aziz Sancar’ın ideal ve dava anlayışı konusunda neler söylersiniz?
-Türk dünyasının bilimde hakkettiği yere gelmesi için bilinçlenme, çalışma, yatırım ve bilim ile milli ülkülerin kucaklaştığı bir Türk Birliği… Aziz Sancar, bunu istiyor.
Bunu hepimiz istemeli ve çalışmalıyız. O zaman Aziz abi’ye layık olur ve onu mutlu ederiz.