Kaliteli, aslı ve nesli belli olan her kişi ağzından çıkan sözle kendisini belli eder. İnsanoğlu elbette ağzından çıkan sözden ve yaptıklarından mesul tutulmuş ve hesaba çekilecektir. Bazı kişiler cezasını bu dünyada çekse de pek çoğununun cezası ahirete kalmaktadır. Ağzımızdan çıkan her sözü ihtiyatla seçmeli ve ahiret gününün gazabından Allah’a sığınmalıyız.
‘Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayır konuşsun ya da sussun.’ (Buhari, Edep 31)
ASLINA HUUU, NESLİNE HUUU!
Zamanında bir hükümdar, vezirlerine şöyle bir emir vermiş: "Tebeamdan bana Hızır aleyhisselâmı bulup getirecek bir kul var mıdır? Araştırılsın!.."
O günden tezi yok, memleketin dört bir yanına dellallar çıkartılmış. Ancak kimse de bu işe cesaret edemiyor! Meğer devlet elinin erişmediği uzaklarda bir yerde pek yoksul bir ihtiyar yaşarmış. Adamcağız uzun uzun düşündükten sonra, "Eğer bazı şartlar öne sürerek bu işe talip olursam, âhir-i ömrümde birkaç zaman olsun bolluk ve refah yüzü görürüm. Hükümdarın, tebaası olarak bizi arayıp sorduğu mu var? Hem ola ki tâlih yåver gider" deyip, sarayın yolunu tutmuş.
Hükümdar, ihtiyara 40 gün süre tanıyıp her türlü isteğinin yerine getirilmesini ferman buyurmuş. İhtiyar, o 40 günde ne kadar kendisi gibi fakir fukarâ varsa doyurmuş, yardımda bulunmuş. Kırkıncı gün sarayın adamları kapıya dayanmışlar ve "Buyur efendi, gidiyoruz!" demişler. Zavallı ihtiyar, sayılı günün çok çabuk geçtiğini bilerek emre rizâ göstermiş. Yolda yanlarına bir fakir derviş takılmış ve "Ben de sizinle geleyim ve sarayı bir kez olsun göreyim" demiş. İhtiyar buna da râzi olup huzura beraberce varmışlar. Hükümdar, ihtiyara bakmış; o da hükümdara bakmış. Ortada ne Hızır var, ne mâzeret. Adamcağız durumu anlatacakken, hükümdar ateş püskürür vaziyette en büyük vezirine sormuş:
Efendi, söyle; bu densize ne ceza verelim?
Hünkârım, bu adamı 40 katırın kuyruğuna bağlayıp sürütelim.
Aslına huuu... Nesline huuu!..
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Muhakkak Rabbin yolundan sapanları en iyi bilendir. O doğru yola girenleri de en iyi bilendir.” (Nahl, 125)
(Yani, aslını da Allâh'a havâle ettim, neslini de! demek istiyor. Böylece iyiler için duâ, kötüler için de bedduâ etmiş oluyor) diye bir ses duyulmuş, ihtiyarın yanına takılıp gelen fakir dervişten. Sultan sesini çıkarmamış ve ortanca vezirine sormuş:
Söyle bre, bu herife ne yapalım?
-Bu herifi keşkek edip leşini köpeklere yedirelim. - Aslına huuu... Nesline huuu!.. demiş yine fakir derviş. Padişah ona sert sert bakmış. Sonra aynı suâli küçük vezirine sormuş.
Cevap:
Yüce sultânım! Bu zavallı ihtiyar zaten ömrünün sonuna yaklaşmış. Yoksulluk ve devletin ilgisizliği yüzünden bir yalana tevessül etmiş. Kaldı ki aldığı her kuruşu fakir fukaraya dağıtmış. Áffetmek büyüklük alametidir. Büyüklüğünüzü gösterip bağışlayıveriniz.
Aslina huuu... Nesline huuu!.. demiş yine derviş. Padişah öfkeyle sesin geldiği tarafa dönerek kükremiş:
- Bre, sen kim olasın ve niçin hep aynı şeyi söyleyip durmaktasın? Pâdişah huzurunda edep böyle mi olur? Derviş hükümdarı saygıyla selâmlamış ve söze başlamış:
- Haşmetlü hünkârım! Senin büyük vezirinin babası katırcı idi. Onun için ihtiyarı katırlara sürütmek istedi. Ortanca vezirinin babası keşkekçi dükkânı işletirdi. Etin artığını da köpeklere atardı. O da babasının yaptığını uygun gördü bu ihtiyara... Şu küçük vezirine gelince; o asîl bir vezir âilesinden gelmektedir ve vicdanı, bu ihtiyara devlet himâyesiyle mücâzât etmesini (ona göre bir karşılık vermesini) gerektiriyor. Babasından da öyle görmüştü zira... Hepsinin sözleri, asıllarını ve fiillerini göstermekte. Ben de o sebepten, "Aslina huuu... Nesline huuu!" diyorum. Padişahın taaccübü artmış. Hayretler içinde bu fakirin bütün bunları nereden bildiğini merak ederek sormuş:
“İnsan hiç bir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen ve dediklerini kayda geçen bir melek hazır bulunmasın.” (Kaf, 18)
—Peki, derviş sen kimsin?
- Ya sen bugün kimi bekliyordun hünkârım? Sonra da önce küçük veziri, ardından da kendini işâret ederek, "İşte vezir, işte Hızır!.." deyip ortadan kayboluvermiş.
Evet, insanoğlu elbette dediklerinden ve ettiklerinden mes'üldür. Bugün değilse de yarın bir hesap vermesi mukadderdir. Ancak pek çok cezanın, hesap gününe kalmadan da görüldüğü vâkidir. Yani kim olsan, hangi mevkide bulunsan, bir gün ah, sitem, bedduâ ve ceza oklarına hedef olmak ihtimali daima vardır. Bu sebeple, aman dikkat! diyoruz. Şayet sözümüzde, özümüzde, fillimizde dürüst olmaz-sak, Hızır aleyhisselâm da necâtımıza vesile olmaz.