İlahiyatçılar ve onlardan başka birçok kişi Kur’an Allah’ın lafzı mıdır, değil midir, tartışmasını yapmaktadır ancak onların asıl meselesi Kur’an değil, herkes kendi hesabını, kendi hesaplaşmasını hiç utanmadan Kuran üzerinden yapmaktadır.
İlahiyatçılar ve onlardan başka birçok kişi Kur'an Allah'ın lafzı mıdır, değil midir, tartışmasını yapmaktadır ancak onların asıl meselesi Kur'an değil, herkes kendi hesabını, kendi hesaplaşmasını hiç utanmadan Kuran üzerinden yapmaktadır. Kur'an ise onların çoğunun pek umursamadığı bir kitaptır. Hepsi de kendi menfaat ve çıkarına, kendi bireysel hesaplaşmasına Kur'an'ı alet etmektedir. Adını ise Kur'an savunması, koymuşlar. Bu iddialara aslında gülüp geçmek gerekir. Madem Kur'an savunması yapıyorsunuz o halde neden Kur'an Allah'ın lafzı mıdır, değil midir tartışmasını yapıyorsunuz.
Yapılan şey doğrudan doğruya aymazlık ve sorumsuzluktur. Yapılan şeyin adı tilki kurnazlığıdır, onlar inkar etseler, zihinlerde şüphe meydana getirmek isteseler ve bunun için tartışsalar da Kur'an elbette ki Allah'ın lafzıdır, manen de Allah'a aittir, bunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Çok şükür ki ümmet bu konuda tam birlik içindedir ve bu bilgi çağlardan beri bu şekilde ittifak içinde günümüze kadar gelmiştir. Diğer çatlak sesler ve sapık görüşler ise şaşı bakış açısından doğan şaz görüşlerdir.
Tartışılması gereken asıl mesele bu değildir. Şüphe uyandırmak ve inancı zayıflatıp fitne uyandırmak için yapılan bu tartışmalardan daha önemli sorunlar, daha acil sorular bulunmaktadır. Hayatı inandığımız Kur'an'a göre yaşıyor muyuz? Yoksa Kur'an'ı yalan, yanlış hayatımıza göre mi yorumluyoruz? Ailemiz, evimiz İslami ideallere sahip midir? Kur'an'ın istediği bir insan olabiliyor muyuz? Hal, hareket ve sözlerimizle Kur'an'ın istediği bir insan tipi oluşturabiliyor muyuz? Kur'an'ın bizden istediği bir düşünüş ve yaşayış içinde miyiz? Yoksa keyfe keder mi yaşıyoruz? Günlük zevklerimizden, alışkanlıklarımızdan vazgeçip Kur'an'ın istediği gibi bir hayat yaşamak için bir çaba gösteriyor muyuz, dahası Kur'an'ın istediği bir nizamın oluşması için bir derdimiz var mı? Çünkü Kur'an'ın istediği bir hayat düzeni oluşmadan ne mahallemizde, ne devletimizde ne de dünyada hiçbir sorun çözülmez, hiç bir zulüm bitmez.
Ezeli ve ebedi önderimiz, liderimiz olan peygamberimizi gerçekten örnek alıyor muyuz? Bilhassa de bu çok konuşan ilahiyatçılar tarafından ne kadar örnek alınmakta, model olarak kabul edilmektedir? Yaptıkları tartışmalarla dini tahrif etmeye çalışan bu ilahiyatçıların hiç de böyle bir dertlerinin olmadığı ortaya çıkmaktadır. Konuştuklarımız, dertlerimiz, iştigallerimiz göstermektedir ki batıl bir felsefe hayatımızı işgal etmiş bulunmaktadır. Kur'an veya İslam sadece bizim dilimizde bulunuyor, kalbimize ve hayatımıza pek inemiyor, çok az da ibadetlerimizde bulunuyor. Hayatımızın her anını, her tarafını kuşatması gereken İslam ne siyasetimizde ne ticaretimizde nede ahlakımızda bulunuyor, adeta onu hayatımızdan kovmuş gibiyiz.
Ezeli ve ebedi önderimiz, liderimiz olması gereken peygamberimiz ise dualarımızdan, salavatlarımızdan ve mevlitlerimizden öteye geçmemektedir. Yaşadığımız şehirlerde sokaklar, çarşılar, evler, gençler, bütün bir toplum ne haldedir diye şöyle bir baksak, şöyle bir temaşa etsek durum anlaşılacaktır, söze hacet yok. Gelecek ve hayat demek olan gençliği İslami şuurla yetiştirmek için ne zaman, ne yaptığımıza baktığımızda mesele anlaşılacaktır, söze hacet yok. Allah için ne zaman, nerede ağzımızı açtığımıza, toplum İslam'a gelsin, İslam'ı yaşasın diye ne zaman, ne yaptığımıza, hangi zorluğa katlandığımıza baktığımızda mesele anlaşılacaktır, söze hacet yok.
Peki, bu ülkede kendini Müslüman aydın sanan insanlar, yazarlar, şairler, hangi söz ve eylemleriyle, projeleriyle, hangi fikirleriyle toplumun hangi derdine çare olmak, çare bulmak için çalışmıştır acaba? Ey alim diye geçinen insanlar, aile yapısı çökerken, toplum bölünürken, ahlaki yapı çürüyüp bozulurken hangi çözümü bulup sundunuz?
Oysaki çok iyi bilinmektedir ki Kur'an süs olsun, mezarlarda okunsun, ölülere okunsun diye gönderilmedi, tıpkı ilk geldiği gibi toplumun sorunlarına çözüm bulmak, çözüm olmak için gönderildi.
O Kur'an ki yirmi üç yılda bedevi Araplardan son derece medeni, nazik ve naif yürekli insanlar inşa etmişti. Çok iyi bilinmektedir ki o peygamber sadece Allah'tan gelene uydu, bundan başka bir şey yapmadı, kendiliğinden İslam'a bir şey eklemedi. Onun düşmanı insanlar değil, cehalet ve şirkti, zulüm ve kötülüktü, fitne ve fesattı. O varken müminler tek bir ümmetti, tek bir yumruktu. O varken bölünme ve parçalanmaya götüren tartışmalar başarılı olamadı.
Müslümanlar olarak bizim asıl meselemiz peygamberimizi ezeli ve ebedi önderimiz, liderimiz olarak kabul ediyor muyuz? Kur'an'ı rehber olarak hayatımıza uyguluyor muyuz? Belki de asıl sorunumuz kendimizden kaçmaktır, gerçek sorunlarımızdan kaçmaktır, asıl sorunlarımızı görememektir.