Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20 Eylül 1993 tarihinde aldığı bir kararla 15 Mayıs’ı “Uluslararası Aile Günü” olarak ilan etmiş, 1994 yılından itibaren de tüm dünyada ve ülkemizde kutlanmaya başlanmıştır.
Bu günün yer aldığı hafta olan 15–21 Mayıs ise “Aile Haftası” olarak kabul edilmiştir.
15 Mayıs’ın “Uluslararası Aile Günü” ilan edilmesinin temelinde; toplumun tüm kesimlerinde ailenin önemi konusundaki farkındalığın artırılması, ailelerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirebilmesine yardım edilmesi ile ailelere yönelik mümkün olan tüm korumaların sağlanması yatmaktadır.
İnsanlığın var oluşuyla birlikte var olan aile günümüze kadar varlığını sürdürmesine rağmen özellikle batılı toplumlarda kurumsal olarak büyük oranda bozulmuş durumdadır.
Batı, aile kurumunun bozulmasının olumsuz sonuçlarını yoğun olarak yaşamakta; aile yapısı çökmüş, çocuğun yerini “köpek, kedi” almış; evlilik dışı yaşam yaygınlaşmış, doğan çocukların yarıya yakını evlilik dışı ilişkiler neticesinde olmuş ve bu çocukların çoğu devletin bakımına terk edilmiştir.
Kedi, köpek ve diğer hayvanları sevmeyelim gibi bir yanlış anlaşılma olmasın; daha önce hayvanlarla ilgili bir değerlendirilme yazımda konuyla ilgili görüşlerimi dile getirdim.
Konumuza dönelim:
Üzülerek ifade etmeliyim ki, bizim ülkemizde de ailenin durumu hiç iyiye gitmiyor ve gitmediğinin sonuçlarını hepimiz görüyoruz.
Toplum olarak yaşadığımız en önemli sosyal sorunlardan bir tanesi hiç kuşkusuz evliliklerin azalması, boşanmaların artması bunun sonucu ailenin büyük zarar görmesidir.
Her geçen yıl boşanmaların belirgin bir düzeyde artmasının buna mukabil evliliklerin azalmasının bir ülke için açıklanması; tek kelimeyle FELAKET!
Dinimiz İslam; neslin korunmasına, neslin korunması içinde ailenin sağlam temeller üzerine oturtulmasına önem vermiştir.
Ailenin, sağlam temeller üzerine oturması için İslam’a uygun bir evlilik yapılması gerektiği gibi incir çekirdeğini doldurmayacak eften püften sebeplerle boşanmaların önüne geçilmesidir.
Başta devleti idare eden irade olmak üzere herkes kendi sorumluluğu nispetinde aile kurumuna sahip çıkmak zorundadır.
Aile kurumunun bozulması demek, toplumun bozulması demektir.
Ayrıca, ana baba ayrı çocukların yaşayacağı psikolojik travmalar çocuğun tüm yaşamını olumsuz etkileyebileceği gibi toplum içinde istenmeyen durumlara yol açabilir.
Sorunlu toplum, sorunlu bireylerin çoğalması sonucunda meydana gelir.
Yaşadığımız toplumsal yozlaşma ahlaki çözülmeyi de beraberinde getirmiştir.
Aile kurumu zayıflamış olsa da hala değerini korumakta olup çok geç kalınmadan aile kurumuna herkes sahip çıkılmalıdır.
Her ne kadar 20 Mart 2012 tarihinde 28239 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe girse de kanunun bazı maddelerine karşı çok ciddi tepkiler olmuş ve olmakta; ancak, bugüne kadar bir düzenleme yapılmamıştır.
Yaşadığımız bu toplumsal soruna siyasi ve ideolojik önyargılardan uzak çözüm üretmek zorundayız.
Yaşanan aile sorunu ile ilgili üniversiteler sosyal çalışmalar yapmalı, ülkeyi idare eden irade bu çalışmaların sonucuna göre yasal düzenlemelere gitmelidir.
Dünya ailenin korunması için büyük çabalar harcamakta; biz ise kadına karşı şiddeti önleme bahanesinin arkasına sığınarak kadın üzerinden aile kurumunun iyice bozulmasına çanak tutmaktayız.
Elbette ki, kadına şiddetin önlenmesi için eğitim, yasal düzenlemeler ne gerekiyorsa yapılmalı; ancak, mevcut kadını koruma amaçlı yapılan yasal düzenlemelerin kadını şiddete karşı korumadığı kamuoyunda sürekli tartışılmaktadır.
Şunu ifade etmeden geçemeyeceğim; aile meselemiz bir güvenlik meselesi olup bu meseleye bu cihetten bakılmalıdır.