Adalet kalkınma Anadolu’ya

E D E P

“300 koyun hibe veriyoruz, kuzuları da almayı garanti ediyoruz” dedi, Sayın Cumhurbaşkanımız ekranlarda. Bravo dedim içimden! Kentlere göç baskısı altındaki çoban sevindi, gitti istedi. Sana yok demişler, ipotek vereceksin(!) Çoban haykırıyor titreyen sesiyle İpotek verebilecek köyün en zengini, bana niye yok? Borcumu ödeyemem diye itimat edilmiyor değil mi? Her destek zengine öyle mi?

İçim parçalandı, feryadı duyunca! 1922 yılında Kayseri L isesi Edebiyat öğretmenliğine gönderilen pîrim Faruk Nafiz Çamlıbel’i hatırladım, boğazımı düğümleyen üzüntümle sessizlik içinde düşünürken. Hadîka-i Meşveret İdâdîsi’ni bitirdikten sonra kısa süre tıp tahsil etmiş ancak ruhuna gelen vahiyle dert yanma gücü fark edilmiş şiirlerinde. İleri gazetesi yazı heyeti temsilcisi olarak Ankara’ya gitmiş. Buradan Ulukışla yolundan Anadolu’ya, Kayseri’ye. Onun ”Kıskanırım seni ben, kıskanırım kendimden… Bu nasıl aşk Allah’ım öleceğim derdimden!” sözleri bestelendi, coşturuyor hep eğlence alemlerini de “Başka sanat bilmeyiz, önümüzde dururken söylenmemiş bir masal gibi Anadolu’muz.” sözlerini dillendiren yok hiç! Çoban Çeşmesi şiirini de:

Derinden derine ırmaklar ağlar,

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi.

Ey suyun sesinden anlayan bağlar!

Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar;

Tarihe karıştı eski sevdalar;

Beyhude seslenir, beyhude çağlar

Bir sola bir sağa çoban çeşmesi!

Bakar mısınız pîrimin Anadolu derdine? Dinim cinsim uludur diyen Mehmet Emin Yurdakul da “Ey mübarek Anadolu toprağı, ey vatanın bağrı yanık bucağı! Hani senin bereketli hasadın, yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin?” diye feryat etmemiş miydi?

2001 öncesi karanlık dönemi atlattık; duble yollar, hava alanları, raylar, tüneller, şehir hastaneleri, büyük büyük inşaatlar yaptık, yapıyoruz. Savunma sanayimiz de iyi sayılır çok şükür. Kalkınma yok mu? Var, var da niye yığılıyoruz böyle belli kentlere üst üste! Bedri Rahmi Eyüpoğlu “İstanbul Anadolu’ya taşınamayınca, Anadolu büyük bir iştahla İstanbul’a taşınıyor, değerlerimiz aşınıyor; bir canavar sofrasına döndü İstanbul!” demiş ta yüz yıl öncesinde. Niye ders almıyoruz?

Kalkınmayı sadece belediyecilik ve bayındırlık hizmetleri saymak mı lazım yani? Türkiye’nin özeti de olmaktan çıktı İstanbul, bütün ülkeyi buraya mı yığmak niyetimiz? Kalkınmayı üretim ekonomisiyle, sağlığı da etkileyen tarım ve gıda politikalarıyla Anadolu’ya tersine göçü teşvik edecek yatırımlarla sağlasak ya artık! Çobanımızı çeşmesinin başında ağlatmasak ya!

Kamuya hizmet getirecek koca koca şehir hastaneleri yerine Anadolu’nun her yerine hekimiyle, personeliyle, gelişmiş teknolojisiyle orta halli hastaneler yapsak daha iyi değil mi? Niye özendiriyoruz toprağa alışmış insanımızı gıda, yakıt, yoksulluk yardımlarıyla tembelliğe, hazır yiyiciliğe?

Üretim için dağına, bağına, bahçesine, bozkırına… yaysak ya insanımızı! Niye bitmiyor bu İstanbul sevdamız, ne farkı kaldı payitahtın yaptığından yaptığımızın? Atatürk, niye getirdi Anadolu’nun ortasına başkenti?

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin.” diyordu Yaban romanında ya boşuna yazmış, yok ki okuyan! Hâlâ aynı kafadayız.

Sağlık hizmetlerinden ne kadar harcama yaparsak yapalım insanlar memnun kalamıyor. Eğitim ve sağlıkta bu Özel-kamu ayrımını bitirelim; millî mutabakatla bilim insanlarımızı, eğitimcileri seferber edelim, soydurmayalım vatandaşı dedim, diyorum ya dediğimle kalakalıyorum.

Asker Afrin’de, şehit ya da gazi olmak için, vatan için… Birikim sahibi aydınlar nerede? Hekimi, eğitimcisi, üreticisi, yatırımcısı… Haydi Anadolu’ya! Göçmesin kimse büyük kentlere iş derdiyle… Benim 2001’den beri gönül ve umut bağladığım adalet ve kalkınma davası bu! Haydi var mısınız, gelin göçü tersine çevirelim de İstanbul’a ihanet ettik diye dövünmeyelim? Bitsin artık bu dert!