Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle her bir kara ve deniz parçası ulus-devletler açısından hayati öneme sahip hale geldi. Bu nedenle geçmişte olduğunun aksine günümüzde ABD'nin satın alma yoluyla toprak elde etmesi zor gözüküyor
Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu, ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump'ın Panama Kanalı ve Grönland'a dair söylemlerini ve bunların gerçekleşme olasılığını AA Analiz için kaleme aldı.
Dünyanın en önemli su yollarından biri olan 65 kilometre uzunluğundaki Panama Kanalı, Orta Amerika'da bulunan Panama ülkesinde inşa edildi. Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu'nu birbirine bağlayan kanal, ticaret yolunu kısaltıyor. Fransızlar tarafından 1881'de başlatılan kanal çalışması 1904'te Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından devralındı ve 1914'te tamamlanarak ulaşıma açıldı. Kanal 1914'ten 1979'a kadar ABD tarafından kontrol edildi. Bunun en önemli nedeni 1903 yılında bağımsızlığını kazanan Panama'ya ABD'nin sağladığı destektir. Bağımsızlık sonrasında ABD Panama üzerinde en etkin devlet olmuştur.
1977'ye gelindiğinde ABD ile Panama arasında Torrijos-Carter Antlaşmaları adıyla bilinen iki antlaşma üzerinde karar kılındı ve her iki antlaşma da 1979'da yürürlüğe girdi. Kanalın tarafsız kullanımı, işletilmesi ve güvenliğine ilişkin bu antlaşmalardan birine göre kanal her zaman tarafsızlığını koruyacak, diğer antlaşmaya göre ise kanal için bir geçiş dönemi belirlenecekti. Kanal, bu dönemde ABD hükümetine bağlı olan Panama Kanalı Komisyonunca yönetilecekti. 9 kişiden oluşan Komisyon'a Panama da 4 üye seçerek katılacaktı.
Geçiş dönemi boyunca kanalın güvenliği öncelikli olarak ABD tarafından sağlandı ve Panama da bu uygulamalara katıldı. Böylece kademeli olarak işletim ve güvenliğin Panama’ya devredilmesiyle bu antlaşma 1999 yılında sona erdi ve kanalın işletmesi de güvenliği de Panama’ya geçti. Panama Kanalı o tarihten itibaren Panama hükümetine bağlı Panama Kanalı İdaresi tarafından yönetiliyor ve tarafsızlık antlaşması yürürlükte kalmaya devam ediyor. Bu antlaşma ile ABD tarafsızlığa zarar verebilecek bir durumda müdahale etme hakkını saklı tutsa da artık kanalın aidiyeti ve işletmesinin kime ait olduğu konusunda bir tartışma kalmadı. Panama tarafsızlık ilkelerine uymak kaydıyla Kanal üzerindeki tek egemen ülke.
- Panama Kanalı iddiası
ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump, 22 Aralık'ta yaptığı konuşmada Panama Kanalı'nın Panama'ya verilmesinin akılsızca olduğunu ve kanalın yüksek ücretlerinden şikayet ederek ABD'nin kanalı geri alması gerektiğini söyledi. Buna karşılık Panama Devlet Başkanı Jose Raul Mulino açıklamayı kınayarak, Panama'nın egemenlik haklarına saygı duyulması gerektiğini ifade etti. Uluslararası hukuk açısından bakıldığında esasen Trump'ın açıklamasının bir temeli yok. Zira 1977 tarihli antlaşmalar ücretler konusunda tarafların müzakere yoluyla konuyu görüşmesi gerektiğini belirtirken, tarafsızlığın ihlali dışında herhangi bir müdahale hakkı öngörmüyor. Tarafsızlığın ihlali durumunda dahi muhtemel ABD müdahalesi sadece tarafsızlığın yeniden sağlanmasını hedefleyebilir, Panama Kanalı'nın geri alınması söz konusu olamaz. Böyle bir durum hem Birleşmiş Milletler Antlaşması hem de 1977 Tarafsızlık Antlaşması'nı ihlal anlamına gelir.
Ancak bu tür bir müdahaleye uluslararası hukukun izin vermemesinin ABD'yi müdahaleden alıkoyabileceğini düşünmek de tarihi gerçeklerle uyuşmuyor. Zira ABD daha önce de uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Panama'ya müdahale etti. 1989'da Bush yönetimi ABD ile çıkarları çatışan Noriega hükümetini ortadan kaldırmak için Panama'yı işgal ederek rejim değişikliğine sebep oldu. ABD'nin ortaya koyduğu gerekçelerden en önemlileri ABD vatandaşlarını korumak ve 1977 tarihli Torrijos-Carter Antlaşmaları’na uyumu sağlamaktı. Trump'ın böyle bir askeri müdahalede bulunması kısa vadede muhtemel gözükmese de imkansız da değil. Trump'ın Panama'nın iç işlerine karışması, askeri bir müdahaleye oranla daha yüksek ihtimal olarak gözüküyor.
- Grönland'ın alınması teklifi
Dünyanın en büyük adası olan Grönland, Danimarka Krallığı'na bağlı bir özerk bölgedir ve bu nedenle Avrupa Birliğine (AB) dahil olmakla birlikte Grönland toplumu da Danimarka vatandaşıdır. Grönland tarih içerisinde Norveç ve Danimarka arasında tartışmalı bölge olmuşsa da özellikle Uluslararası Sürekli Adalet Divanının (USAD) 1933 tarihli "Doğu Grönland'ın Hukuki Statüsü" davasından sonra adanın Danimarka'ya ait olduğu tescillendi. Zamanla Danimarka bölgeye özerklik vererek Grönland'ın iç işlerinde öz yönetimlerinin olmasına müsaade etti. Grönland her ne kadar büyük oranda kar ve buzullarla kaplı bir yer olsa da 57 bin civarı insanın yaşadığı bir ada. Ancak Grönland'ı asıl önemli kılan şey yeraltı kaynakları ve deniz yetki alanlarıdır. Ayrıca bölgede uranyum, nikel veya titanyum gibi birçok doğal kaynak henüz rezerv olarak dururken Grönland aynı zamanda canlı balıkçılık kaynakları bakımından da zengin bir bölge olma özelliği taşıyor. Öte yandan Grönland Arktik bölgesine de komşu ve Arktik bölgesi Antarktika Antlaşması gibi bir antlaşmaya konu olmadığından kıyıdaş devletler arasında tartışma konusu. Danimarka da Grönland sayesinde bu tartışmalara dahil olma şansı buluyor ve bölgenin bir kısmında hak iddia ediyor. Bu anlamda Grönland Danimarka'nın geleceği açısından hayati önemi olan bir ada.
Trump'ın Grönland'ı para karşılığında satın alma teklifi her ne kadar Danimarka tarafından reddedilse de -ki Danimarka'nın rızası halinde böyle bir şey mümkündür- ABD'nin geçmişte Danimarka'dan bu şekilde toprak satın alarak ülkesini genişlettiği bir olay mevcut. Üstelik Trump'ın Grönland'ı satın alma teklifini Panama Kanalı iddiasıyla aynı zamanda sunması da ilginç bir ironi içeriyor. Zira ABD'nin daha önce Danimarka'dan para karşılığı satın aldığı Danimarka Batı Hint Adaları tam da Panama Kanalı'nın güvenliğini sağlamak üzere 1917'de alındı. Bugün ABD Virgin Adaları olarak bilinen adalar 1914'te Panama Kanalı'nın ABD tarafından işletilmeye başlanmasından sonra stratejik olarak önemli hale gelmişti. Bu nedenle ABD Danimarka'ya belirli bir miktar para teklif ederek adaları karşılıklı antlaşma yoluyla satın aldı. Bu anlamda Trump, geçmişte olduğu gibi Danimarka'nın Grönland'ı da satma ihtimalini akıllara getirdi. Nitekim ABD Arktik Bölgesi'nin öneminin anlaşılmaya başlandığı 1940'lardan beri zaman zaman Danimarka'ya Grönland'ı satın alma teklifinde bulunuyordu.
ABD açısından bu tip teklifler son derece normal görülüyor, zira ABD 19. ve 20. yüzyıllarda birçok devletten toprak satın aldı. ABD, 1803'te Fransa'dan Louisiana'yı, 1819'da İspanya'dan Florida'yı, 1867'de Rusya'dan Alaska'yı satın aldı. Ancak ABD'nin satın almalarının çoğu, teknolojinin bu kadar gelişmediği, deniz yetki alanlarından ve kıta sahanlığı yataklarından doğal kaynakların çıkarılamadığı 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın birinci yarısında gerçekleşti. Üstelik bu dönemlerde sömürgecilik devam ediyor ve sömürgeci devletler arasında bu tür devirler normal karşılanıyordu. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle her bir kara ve deniz parçası ulus-devletler açısından hayati öneme sahip hale geldi. Bu nedenle geçmişte olduğunun aksine günümüzde ABD'nin satın alma yoluyla toprak elde etmesi zor gözüküyor. Nitekim günümüzde sadece ABD değil diğer birçok devlet de doğal kaynakları çıkarabilecek teknolojiye sahip. Bu nedenle hiçbir devlet egemenlik alanlarından vazgeçmek istemiyor. Danimarka da Grönland'ın sağladığı avantajı kaybetmek istemeyecek ve ABD'nin teklifini bir kez daha reddedecektir. Ancak bu yine de ileride iki devletin Danimarka'nın izniyle ortak bir şekilde Grönland'ın doğal kaynaklarını çıkaramayacakları anlamına gelmiyor.
[Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu, Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalında öğretim üyesidir.]Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve İstiklal Gazetesi'nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.