Tarihi köklerinden yoksun bir ulus, ulusal birliği sağlayacak
toprak ve kültür eksikliğinin sancılarını çeken bir topluluk...
Değişik ülkelerden gelmiş göçmenler bakir topraklarda yaşayan
yerlilerle sonsuza dek sürecekmiş gibi gözüken bir gerilim
yaşıyordu. Eski kıtayla bağlarını koparan maceracılar yeni kıtanın
fethinde kendilerine dinsel bir proje yarattılar.
Kitabı Mukaddes'teki Kızıldeniz'in geçilmesi efsanesine sarılan
ABD'nin kurucu babaları, devletlerine evrensel bir misyon buldu.
Tanrı tarafından istenen, bütün dünya uluslarına örnek olacak,
özgür ve muzaffer bir seçilmiş toprağın, yeni bir Kudüs'ün
kurulması...
ABD 'Vaat edilmiş toprağı' (Arz-ı Mev'ud) yarattı. Amerikalılar
tarih dışı bir kimlik tanımladılar. Amerika kendini hem Tanrı'nın
eserinin tamamlanması için önceden seçilmiş yer, hem de dünyanın
yeniden doğuşunun hareket noktası olarak gördü.
Eski dünya günahın damgasını taşıyordu, reddedilmeliydi. Dünyayı
kurtaracak 'Mesihçi' irade saldırgan olabilirdi. Aslında bu iki
görüş Amerikan dış politikasını belirledi. Amerikan doktrinleri
kendi işine bakma ile bir dünya devleti ve egemeni olma arasında
gitti geldi. Ancak her iki durumda da Amerika'nın coğrafi sınırı
belirsizdir, tıpkı kimliği ve tarihi gibi.
Amerikan sınırı, Amerika'nın temsil ettiği değerlerin (demokrasi,
özgürlük, piyasa ekonomisi) ilerleyişini gösteren, hareket halinde,
geçici bir çizgidir. Vahşi Batı'nın fethinden Ortadoğu'nun
özgürleştirilmesine gerekçe hep aynıdır, yöntem benzerdir.
Görünüşte Amerika ve değerleri saldırı altındadır (Küba Savaşı,
Pearl Harbor, Vietnam Savaşı, Panama, Granada, Körfez Savaşı, 11
Eylül saldırıları, Irak İşgali) Theodore Roosevelt, 1898'de bu
ilkeyi şöyle açıklıyordu: 'Dünyanın Amerikanlaşması bizim
yazgımızdır!'