Kim cihatçı? Kim ılımlı? Kim 28 Şubatçı ?
Ellerinde “cihatçı Müslüman” ölçer ya da “ılımlı Müslüman” ölçer
cihazlar olduğunu varsaydığım bir zümre, bu gün Türkiye’deki
Müslüman sivil toplum kuruluşlarını gizliden gizliye fişlemektedir.
İşin açıkçası bu fişlemenin geçmişteki yansımalarına göz
attığımızda 28 Şubat sürecinin o karanlık dehlizleriyle
karşılaşmaktayız.
28 Şubat döneminde 'İrticai kadrolaşma' başlığı ile bir rapor
hazırlanmıştı. Bu rapordaki fişlemeler incelendiğinde, başbakanlık
personelinden üniversitelerde görev yapan akademisyenlere,
polislerden banka çalışanlarına kadar 'dindar' oldukları için kayıt
altına alındığı görülüyor. MİT'in raporunda kamu görevlileri "Milli
Görüşçü", "Nakşibendi", "Nurcu", "FETÖ Grubu”, "Yeryüzü Grubu",
"Kadiri", "Süleymancı", "Haznevi", "Hizbullah İlim Grubu",
"Uşşaki", "Şura Grubu", "Halveti", "Acz-i Mendi", "Yeni Asya
Grubu", "Bahai", "Genel İslamcı", "Radikal İslamcı", "Menzil",
"Müslüman Gençlik", "Dünya Kardeşlik Birliği", "Vahdet Grubu",
"Şura Grubu" ve "Mazlumder" üyesi şeklinde fişlenmişti.
28 Şubat 1997'de yapılan ve 9 saat süren Millî Güvenlik Kurulu
toplantısında dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ve Genelkurmay
İKK Başkanı Tümgeneral Fevzi Türkeri terör ve irtica konulu
sunumlar yaparak 28 Şubat'ın öncesi ve sonrasında bizzat bu sürecin
omurgasını oluşturmuşlardır.
İşin enteresan tarafı, ülkemizde benzer bir fişleme “FETÖ terör
örgütü” tarafından da uzun yıllar yapılmıştı. Onların yaptığı
fişlemelerin ağırlık merkezindeyse, Cihatçı, Atatürkçü ve Alevi
gibi farklı kavramlarla yoğun, geniş kapsamlı bir fişleme
algoritması karşımıza çıkmaktadır.
Kamu Düzeni Güvenliğinde Endişeler
Son tahlilde komşumuz Suriye’de katil Esed’e baş kaldırarak bir
direniş başlatan Suriye halkının ilk günden beri yanında olduk.
Onları bu haklı mücadelelerinde destekledik. Uluslararası
mecralarda seslerini duyurmaya çalıştık. Direnişin başladığı 2011
yılından bugüne, aradan geçen 7 yılda bölgesel değişimler
karşısında yeni refleksler geliştirmek için çabaladık. Bush ve
Blair tarafından Irak işgali sırasında kurulan DAEŞ (IŞİD) terör
örgütüyle ve onları eğiten Britanya istihbaratı MI6 ile Amerika'nın
dış istihbarat örgütü CIA ile dünyada eşi benzeri görülmemiş bir
mücadele verdik.
Ne var ki batının sıkça zikrettiği “İslamcı Teröristler,
Cihatçılar” gibi kavramlar, Türkiye’de bürokrasi içerisine
yuvalanmış 28 Şubatçı zihniyetleri harekete geçiren en büyük işaret
fişeği olmuştur. Nitekim bundan daha uygun bir zamanda bulunamazdı
diye düşünüyorum.
Düşünsenize bir yanınızda tekbir getirerek kafa kesen sakallı
İngiliz ve Amerikan ajanları, öbür yanınızda Hasan Nasrallah’ın
cennetten tapu verdiği Şii milisler. 28 Şubatçı zihniyetler için
biçilmez bir yaşam alanı. Şu Sünni, şu selefi, şu Şii, bu nusracı,
şu el-kaideci, bu şeriatçı diyerek, hiçbir delile gerek
duyulmaksızın, tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi el altından
devlet kurumlarına dağıtılan “İstihbari” raporlar. Devlet
büyüklerimizin bu süreçle alakalı doğrudan talimatları olduğunu
düşünmüyorum. Nitekim devlet büyüklerimizde 28 Şubat süreçlerinin
en derinden mağduriyetini yaşayarak bu günlere gelmiş değerli
insanlar. Olay “28 Şubatçı Bürokratik Oligarşi” mekanizmalarının
bir planıdır.
Fişleme yapılan evrakın mütemadiyen bir noktasına “Ulusal
Güvenliğimiz İçin” ibaresi kondurulduysa, hele de evrakı tutan kişi
İstihbaratçıyım ben diyorsa, ona yapılan bu fişlemenin kime göre?
Neye göre? Hangi düzlemde neyin baz alınarak yapıldığını
soramıyorsunuz, sorduğunuzda da cevap alamıyorsunuz.
Olayın bugününe geldiğimizde süreci daha da netleştirerek siz
değerli okuyucularımın takdirine bırakıyorum. “Suriyelilere Yardım
Yapmak SUÇ MU?” adlı bir önceki yazımızda bazı sorunlardan ve
bölgedeki bazı hesapları bozan ve bu sebeple sınır geçişine müsaade
edilmeyen dernek ve vakıflardan bahsetmiştik. Hatay valiliğinden
tarafımıza bildirilen 3 sayfalık “bilgi notu”nu özellikle okumanızı
tavsiye ediyorum. O bilgi notunu ilerleyen yazılarımızda daha
kapsamlı ve detaylı maddeler halinde ele alacağım. Fakat şu
paragrafı dikkatle okumanızı sizlerden rica ediyorum;
“Hatay’da ve Suriye’de yardım faaliyeti yürüten bazı sivil
toplum kuruluşlarının yardım faaliyeti dışında yasal olmayan
işlemler yürüttüğü (ticari faaliyette bulunmak, terör örgütleri ile
irtibatlı olmak, para transferi yapmak, yıkıcı/bölücü inanç ve
düşünceleri yaymak, ülkeye giriş-çıkışın bir yolu olarak görmek
gibi…) hususunda İSTİHBARİ bilgiler alınmaktadır. Gelen bu bilgiler
doğrultusunda (yardım yapma) şartlarını taşısa dahi olumsuz nitelik
taşıdığı tespit edilen kuruluşlara veya bu kuruluşlarda çalışan
şahıslara ülkemiz güvenliği düşünülerek izin
verilmemektedir.
Bu istihbari bilgiler (FİŞLEMELER) şayet var ise, neden bu
belgelere konu olan sivil toplum kuruluşları hakkında hukuki bir
süreç başlatılmamıştır?
Eğer yukarıda ki olumsuz iddiaları taşıyan ve Suriye’ye yardım
götürmek isteyen sivil toplum kuruluşları varsa şayet, valilik
makamı bu kurumları bildiği halde delilleriyle süreci yargıya
taşımadıysa bu da bir suç teşkil etmez mi?
Valilik makamının “İSTİHBARİ” bilgilere dayanarak yardım yapma
şartlarını taşısa dahi, yukarıdaki olumsuz nitelik taşıdığını
“TESPİT” ettiği kuruluşlar ve bu kuruluşlarda çalışan şahısları’da
kamuoyuna açıkça duyurması gerekmez mi?
Nitekim bu kuruluşlar ve bu kuruluşlarda kendilerine suç
isnat edilen insanlarında, kendileri ve kurumları hakkında
“İSTİHBARİ” evraklar hazırlayanlar hakkında “HUKUKİ” bir süreç
başlatması ve haklarını aramaları elzem’dir.
Türkiye bir hukuk devletidir. Mahkemeler ise esas itibariyle hüküm
sözcüğünden türetilmiştir. Hükme varmak için yapılan faaliyete
muhakeme, muhakemenin yapıldığı yere mahkeme denir. Hatay Valimiz
Sayın Erdal ATA beyefendiye naçizane şunu sormak istiyorum.
“Anayasanın 9. maddesinde yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce
kullanıldığı” belirtilmiştir.
Valiliklerimize hele de “istihbari” nitelikli bilgilere dayanarak,
yargılama hükmü verilebiliyorsa ya da kanaat getirilebiliyorsa,
Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki tüm mahkemelerin kapatılıp,
davaların ülkemizdeki valiliklerimizde, valilerimiz başkanlığında
yürütülmesinin daha münasip olacağı kanaatindeyim. Mekteb-i Hukuk-i
Şahane ile Mekteb-i Mülkiye-i Fünun-u Şahanenin tahsil farkını iyi
kavramak gerektiğini düşünüyorum.
En nihayetinde sonuca gelecek olursak, Sayın Cumhurbaşkanımız
Recep Tayyip Erdoğan'ın inisiyatif ve çabalarıyla milyonlarca
suriyeli kardeşimize kucak açan Türkiye Cumhuriyeti aynı süreçte
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın bilgi ve
müsaadelerinde fırat kalkanı harekatında ve afrin zeytindalı
operasyonlarında ÖSO'yu ve ÖSO saflarında mücadele eden
müslümanları müttefik olarak görerek, mehmetçikle omuz omuza
mücadele vermelerine olanak sağlamıştır. " Ankara bürokrasisinde
kapalı kapılar ardında, Sayın Cumhurbaşkanımızın emir ve
talimatları aleyhinde çalışarak, Öso dahil suriyedeki tüm müslüman
grupları"cihatçı, el kaideci, radikal diye fişleyen 28 şubatın
uzantıları, Hatay ve çevre illerde "istihbari" rapor adını
verdikleri Müslüman Sivil Toplum kuruluşlarını fişleyen evrakları
elden ele dolaştırıyor ve Suriyedeki mazlumlara yapılan insani
yardım organizasyonları sözde güvenlik gerekçesiyle
engelliyorlar.
İşin daha vahim boyutuysa Chp Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlunun
her fırsatta Türkiyenin müttefiki olan ÖSO'ya cihatçı teröristler
ithamında bulunması ve Ankarada sayın Cumhurbaşkanımız aleyhinde
faaliyet yürüten bazı devlet görevlilerinin, Kılıçdaroğlu
söyleminde istihbari raporlar hazırlayarak müslüman stklar ve
Öso'yu terör unsuru olarak görmesi Açıkça Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yapılmak istenen bir itibar
suikastidir. Çünkü mevcut istihbari raporlarda Öso ve türkiye ile
müttefik müslüman direniş grupları topyekün cihatçı terörist olarak
itham ediliyor.
Şayet bugün mevcut iktidar gücümüz zayıfladığı anda, Allah korusun
ayağımız tökezlediği anda, Ankaradaki bazı karanlık odaklarca
hazırlanan ve hatay valisi Erdal Ata bey'in eline tutuşturulan o
istihbari raporlarla reisi cumhuru Terör unsurlarına yardım ve
destek vermek gibi aşağılık bir suçla itham etmeleri kuvvetle
muhtemeldir.
Sayın vali dikkate aldığınız o istihbari raporları şimdi bu açıdan
incelemenizi rica ediyorum. Ve mazlumlara insani yardım ulaştırmaya
çalışan ve valilik makamınca engellenen bazı sivil toplum
kuruluşlarını engellemenin hangi manalara ve yorumlara çıkacağını
bir kez daha düşünmenizi temenni ediyorum.