The Washington Post yazarı Lee Hockstader, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Almanya’nın aşırı sağ partisi Alternative für Deutschland (AfD) lideri Alice Weidel ile görüşme kararı almasının ardındaki motivasyonları analiz ediyor. Hockstader’a göre, bu adım sadece ABD’nin Avrupa’daki müttefikleriyle ilişkilerini riske atmakla kalmıyor, aynı zamanda Almanya’nın iç siyasetinde de ciddi bir kırılmaya neden oluyor.
Neo-Nazi Geçmişine Sahip Bir Partiyle Neden Görüştü?
Hockstader, AfD’nin Nazi sembolleri ve söylemleriyle arasına mesafe koymayan bir parti olduğunu ve bu yüzden Avrupa’daki diğer aşırı sağ partiler tarafından bile dışlandığını belirtiyor. Buna rağmen Vance’in, Almanya’daki siyasi dengeleri görmezden gelerek bu partiye açık destek vermesi, yazarın ifadesiyle, ya tarihe karşı bilinçli bir körlük ya da uluslararası ilişkilerde pervasız bir müdahale anlamına geliyor.
Hockstader, Vance’in bu partinin geçmişini bilmemesi gibi bir ihtimalin olmadığını söylüyor. Özellikle de, 2016’da Donald Trump’ı "Amerika’nın Hitler’i" olabileceği konusunda uyardığını hatırlatarak, bu noktaya nasıl geldiğini sorguluyor.
Almanya İç Siyasetine Müdahale
Vance’in Almanya ziyareti, yalnızca aşırı sağ ile yakınlaşmakla sınırlı kalmadı. Münih’te düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmada, Avrupa’daki ana akım siyasi liderleri eleştirerek, aşırı sağ grupların dışlanmasını "Avrupa’nın temel değerlerinden bir sapma" olarak nitelendirdi.
Ancak Hockstader, bu suçlamaların ironik olduğunu belirtiyor. Ona göre, kendi yönetimi yargı kararlarını yok saymayı, siyasi rakiplerini cezalandırmayı ve bağımsız devlet görevlilerini tasfiye etmeyi tartışırken, Vance’in Avrupa’yı demokrasi değerlerine bağlı kalmamakla suçlaması ciddi bir çelişki.
Daha da önemlisi, Vance’in Almanya Başbakanı Olaf Scholz veya diğer ana akım adaylarla değil yalnızca Weidel ile görüşmesi, Alman siyasetine açık bir müdahale olarak algılandı. Hockstader, bunun tersinin yaşandığını hayal etmemizi istiyor: Eğer bir Alman lider, ABD seçimleri öncesinde radikal bir başkan adayıyla görüşseydi, Vance’in tepkisinin nasıl olacağını sorguluyor.
Vance Neden AfD’ye Yakınlaşıyor?
Yazarın analizine göre, Vance’in AfD’ye verdiği desteğin yüzeydeki gerekçesi, göç karşıtı duruşları ve çok kültürlülüğe yönelik eleştirileri üzerinden ortak bir çizgi yakalamaları. Hem Vance hem de Weidel, "woke" kültürüne, ana akım siyasi elitlere ve Avrupa Birliği gibi liberal demokratik kurumlara karşı düşmanlık besleyen bir hareketin parçası.
Ancak Hockstader, AfD’nin diğer aşırı sağ partiler gibi kendisini ılımlılaştırmak için herhangi bir çaba sarf etmediğine dikkat çekiyor. Marine Le Pen’in Fransa’daki aşırı sağ partisi Ulusal Birlik, kitle desteğini artırmak için daha merkezci bir çizgiye yönelirken, AfD’nin Nazi sembolleri ve söylemlerini doğrudan sahiplenmeye devam ettiğini belirtiyor.
Bunun en açık örneklerinden biri, Alice Weidel’in mitinglerinde atılan “Alice für Deutschland” sloganı. Hockstader, bunun Nazi döneminde kullanılan "Alles für Deutschland" sloganının fonetik bir kopyası olduğunu hatırlatıyor. Almanya’nın savaş sonrası yasaları gereği bu tür semboller ve söylemler yasaklanmışken, AfD’nin bunları sürdürmesi, Vance’in verdiği desteğin sadece bir siyasi dayanışma olmadığını, aynı zamanda Almanya’nın demokratik hafızasına bir meydan okuma niteliği taşıdığını gösteriyor.
Scholz’dan Vance’e Sert Tepki
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Vance’in AfD ile görüşmesini açık bir şekilde kınadı. Hockstader, Scholz’un “AfD’ye destek vermek, ‘bir daha asla’ ilkesine bağlılıkla bağdaşmaz. Bir daha asla faşizm, bir daha asla ırkçılık, bir daha asla saldırgan savaş politikaları” sözlerine yer veriyor.
Ancak yazar, Vance’in bu görüşmeyle AfD’ye kazandırdığı meşruiyetin çok daha uzun vadeli sonuçlar doğurabileceğini belirtiyor. Ona göre, Trump yönetimi, Batı dünyasında göçmen karşıtı politikaların yaygınlaşmasını sağlamak için her türlü diplomatik maliyeti göze alıyor.
Vance’in, Yale Üniversitesi hukuk diplomasına sahip bir isim olarak tarihten ders çıkarması beklenirken, tam tersine tehlikeli bir geçmişin izlerini görmezden gelmesi, Hockstader’a göre en büyük paradoks.
ABD-Avrupa İlişkilerinde Tehlikeli Bir Dönemeç
Hockstader, Vance’in bu görüşmeyle yalnızca Almanya’ya değil, tüm Avrupa’da aşırı sağ hareketlerin güçlenmesine zemin hazırladığını ifade ediyor. Ona göre, bu durum yalnızca ABD ve Almanya arasındaki diplomatik ilişkileri sarsmakla kalmayacak, aynı zamanda Trump yönetiminin uluslararası siyasette ne tür bir yol izleyeceğine dair güçlü bir mesaj veriyor.