İsrail'in vadedilmiş topraklar inancı Orta Doğu'yu adeta kana buladı. Gazze ve Lübnan'da işlenen insanlık suçları ise milyonların hafızasına silinmeyecek şekilde kazınıyor. İstiklal Gazetesi yazarı Serhat Güler, bugün kaleme aldığı köşe yazısında İsrail'de vadedildiğine inanılan topraklar için kurulan bakanlığı anlatıyor.
Yazar Serhat Güler'in yazısı şöyle:
İsrail’de “Kudüs İşleri ve Miras Bakanlığı” (Jerusalem Affairs and Heritage Minister of Israel, משרד ירושלים ומורשת ) adıyla bilinen, ülkemizde benzeri bulunmayan, dikkat çekici bir “kabine dışı (portföysüz) bakanlık” var. Resmi hükümetten bağımsız çalışan ve 1990’da kurulan bu bakanlık, iki yıl çalıştıktan sonra dönemin başbakanı Yitzhak Rabin tarafından lağvedilmişti. Ancak 2001’de Ariel Sharon’un hükümetiyle birlikte yeniden canlandırılan bakanlığın resmi görev tanımında “Kudüs'ün yönetimi ve kültürel mirası üzerine çalışmaları üstleniyor” yazmaktadır. Ama işin arka planında işgal sonrası ilhak edilen yerlerin alt yapı, yerelleştirme ve Yahudileri yerleştirme planlarını yürütüyor.
İsrail'in Kudüs ve Filistin politikaları, Arapların haklarını kısıtlayıcı adımlar olarak atılmakta ve 1987’de Batı Şeria'da ilk intifadaya sebep olan girişimlerden oluşmaktadır. Kudüs'ün Arap ve İslami kimliğini değiştirmeye yönelik bazı adımlar, bölgedeki politik gerginlikleri de arttırdı. Birinci İntifada, İsrail’in Filistin topraklarını ele geçirmesine karşı, 1987’de Cebaliye mülteci kampında başlayan halk ayaklanması olarak tarihe geçti. Bu süreç, Kudüs politikalarının Ortadoğu’da derin bir kırılmaya yol açtığı dönemin simgesi haline geldi.
Son yıllarda, Kudüs İşleri ve Miras Bakanlığı’nın Kudüs'teki kutsal mekanların statüsünü değiştirmeye yönelik çabaları, uluslararası arenada da endişe yaratan gelişmeler olarak kayıtlara geçti. İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in Mescid-i Aksa’da sinagog yapılmasına ilişkin açıklamaları, Kudüs’ün statüsünü ve çok dinli kimliğini değiştirme çabaları olarak değerlendirildi. İsrail hükümeti nezdinde bu kutsal şehrin Yahudilik açısından merkezî bir önemi olduğu savunulurken, Kudüs Yahudiler için "Tanrı'nın seçtiği şehir" ve “ulusların tam ortası” olarak anılmaktadır. 2001 yılında da UNESCO’nun “Kudüs'ün dokusunu ve yasal statüsünü değiştirmeyi amaçlayan tüm İsrail uygulamalarının geçersiz olduğunu” açıklamasını hatırlatmak isterim ancak uluslararası arenada bu tür kuruluşların ne denli iki yüzlü olduğunu, açıklamalarla icraatlerin birbirini tutmadığını da hatırımızdan çıkarmamalıyız.
VADEDİLMİŞ TOPRAKLARIN YAHUDİ GELENEĞİNDEKİ YERİ
Kudüs’ün tarihî önemi ve Yahudilik inancındaki "Arz-ı Mev’ûd" (Vadedilmiş Topraklar) kavramı, İsrail’in bu coğrafyaya yönelik politikalarının arka planında yer alan temel unsurlardan biri. Yahudilerin tarihine göre, Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkan İsrailoğulları, kendilerine vaat edilen bu topraklara kavuşacaklarına inanıyorlardı. “Eretz Israel” veya “Ken’an diyarı” olarak bilinen bu topraklar, Yahudilerin Tanrı ile yaptığı antlaşmalar sonucunda elde edilebileceğine inanılan bir kutsiyet taşır.
Arz-ı Mev’ûd’un sınırları Ahd-i Atîk’te detaylandırılır. Güneyde Tsin çölü, batıda Akdeniz, kuzeyde Fırat Irmağı, Toros veya Lübnan Dağları arası, doğuda ise Kinneret (Taberiye) Gölü ve Lut Gölü’ne kadar uzanan sınırlarla tarif edilmektedir. Bu ideal sınırlar, İsrail tarihinin parlak dönemlerinden Hz. Süleyman döneminde dahi tamamen gerçekleşmemiştir ve hep bir hayal olarak kalmıştır.