İçinde yaşadığımız Ramazan ayı hakkında hem yaşadıklarımız hem de duyduklarımız var. Örneğin oruç tutanların öfkeli olduğu bilgisi doğru mu, Ramazan nasıl içsel arınmaya sebep oluyor, kendilik bilinci açısından dönüşümü nasıl sağlıyor, aileyi yeniden nasıl yapılandırıp sohbetin tadına vardırarak ilişkileri onarıyor?
Buna benzer aklımızdaki pek çok soruyu NP Etiler Tıp Merkezi’nden Klinik Psikolog Uluğ Çağrı Beyaz’a sorduk ve sağlam cevaplar aldık.
İyi Ramazanlar dileği ile…
---------------
Oruç tutan ve iftara doğru öfke kontrolünü sağlayamayan kişiler için bunu aşmaya yönelik çözüm önerileriniz var mı, varsa nedir?
-Öfke, temel duygulardan biri olmakla birlikte, genellikle diğer duygulara eşlik eden ve onların bir yansıması olarak ortaya çıkan bir duygudur. Öfke, kendi başına bir sonuç değil, daha çok bir şeylerin yolunda gitmediğine dair bir uyarı sinyalidir. Bu nedenle, öfkeyle başa çıkmak için öncelikle öfkenin altında yatan ana duyguyu örneğin, korku, üzüntü, kısıtlanma hissi ve bu duyguyu tetikleyen düşünce ve inançları anlamak büyük önem taşır.
Öfke nereden beslenir?
-Öfke, genellikle bilişsel çarpıtmalar veya işlevsel olmayan inançlarla beslenir. Örneğin, “Her şey benim kontrolümde olmalı” gibi katı bir inanç, öfkeyi artırabilir. Bu nedenle, öfkeyi yönetmek için bu düşünce kalıplarını fark etmek ve onları daha esnek, gerçekçi düşüncelerle değiştirmek gerekir.
Ramazan ayında öfke sorunlarının artmış olduğu bilgisi doğru mu, öyleyse nasıl açıklıyorsunuz?
-Ramazan ayında öfke sorunlarının artması hem fizyolojik hem de psikolojik faktörlerin bir araya gelmesiyle açıklanabilir. Açlık ve susuzluk, kan şekerinin düşmesine ve stres hormonlarının artmasına neden olarak, duygusal tepkilerimizi daha yoğun hale getirebilir. Bu süreçte öfkeyi tetikleyebilecek durumlardan örneğin, yoğun trafik, stresli iş ortamından olabildiğince uzak durmak, tetikleyici unsurlarla karşılaşıldığında odak noktasını değiştirmek gerekir.
Ne önerisininiz?
-Örneğin, müzik dinlemek, nefes egzersizleri yapmak ve zihni sakinleştirici aktivitelere yönelmek oldukça önemlidir. Nefes egzersizleri, özellikle diyaframatik nefes alma teknikleri, sinir sistemini sakinleştirerek öfkenin yoğunluğunu azaltabilir.
Öfkeyle başladık ama işin aslına dönersek kişi Ramazan’da kendisine ve dolayısıyla çevresine nasıl daha fazla merhametli olabilir?
-Ramazan ayı, özünde bir içsel arınma ve dönüşüm zamanı olması nedeniyle, kişinin kendisine merhametli olabilmesinin ilk adımı evvela kendi duygularını anlamasına bağlıdır. Psikolojik olarak, öfke gibi yoğun duygular genellikle bastırılmış ihtiyaçların veya yorgunluğun bir yansıması olabildiği için oruç tutarken fiziksel açlık ve enerji düşüşü, bu duyguları tetikleyebilir. İşte tam bu noktada, kişi kendine şefkat göstermeye yönelik çalışabilir. Bilinçli farkındalık, burada devreye girer; kişi, öfkesini bastırmak yerine onunla yüzleşip "Neden böyle hissediyorum?" diye sorarak kendine bir alan açabilir. Ramazan’ın sakinleştirici rutinleri bu içsel diyalogu destekleyebilir. Kişinin kendine merhamet göstermesi, "mükemmel olmalıyım" baskısından kurtulup, insan olduğunu ve hata yapabileceğini kabullenmesiyle mümkündür. Özsaygıyı bu vesileyle gelişip kişinin ruhsal dengesini güçlendirmektedir. Çevresine merhametli olmaksa, bu içsel şefkatin doğal bir yansımasıdır. Ramazan günleri toplumu birleştiren bir dönemdir; ortak deneyimler, empatiyi körükler çünkü herkes benzer kavramlar üzerinden sabrı paylaşır. Bu kolektif deneyim, bağ kurmayı kolaylaştırır. Empati, öfkeyi dizginler ve yerine anlayış getirir. Küçük jestler ikramda bulunmak, sabırlı bir dinleyici olmak hem bireyin hem de çevresindekilerin ruhsal huzurunu besleyicidir. Bu merhamet zinciri, toplumda bir dayanışma kültürü oluşturur; insanlar birbirine daha çok destek oldukça, güven ve aidiyet duygusu da artar. Ramazan ayı ise bu süreci derinleştirir eylemi manevi bir boyuta taşır ve kişiyi bencillikten uzaklaştırmaya imkân tanıyabilir. Kişiler kendine ve çevresine karşı sabırlı bir tutum geliştirmeli; pratik ede ede mümkün olacaktır. Ramazan ayının toplu rutinleri, mesela teravih namazları veya iftar sofraları bireyleri yalnızlıktan çıkarıp, merhametli bir topluluğun parçası haline gelmesine vesile olabilmektedir. Bu da kişinin hem kendine hem de başkalarına karşı daha yumuşak bir yaklaşım geliştirmesine olanak tanır.
Empatik iletişim açısından Ramazan’ın uyarıcı yönleri nelerdir?
-Ramazan ayı, empatik iletişimi etkileyen bir dizi benzersiz unsur taşır; bunların başında ortak deneyim gelir. Oruç tutmak bireyleri açlık, susuzluk, sabır ve belki de zaman zaman yorgunluk gibi aynı fiziksel ve duygusal süreçten geçirir. Bu deneyim, toplumu birleştiren görünmez bir bağı geliştirip pekiştirebilir. İftar sofralarında, cami avlularında veya yakınlar arasında geçen küçük diyaloglarda, insanlar birbirlerinin halini daha doğal bir şekilde sorgular ve dinler. Bu, empatiyi sadece bireysel bir duygu olmaktan çıkarıp, toplumsal bir iletişim biçimine dönüştürür. Bir diğer uyarıcı yönse, Ramazan ayının manevi atmosferinin duygusal hassasiyeti artırması şeklinde olabilir. İbadetler bireyin iç dünyasına dönmesini ve kendi duygularını daha iyi tanımasına yardım edebilmektedir. Bu öz-farkındalık, empatik iletişimin ilk adımı olabilir çünkü kendini anlamayan biri, başkasını anlamakta zorlanır. Bu manevi atmosfer vesilesiyle, insanlar daha çok paylaşıma ve yardımlaşmaya yönelir ki bu karşıdakinin perspektifini anlamayı sağlayıcı bir etkidir.
Ramazan ayının rutinleri de empatik iletişimi teşvik eder diyebilir miyiz?
-Tabi diyebiliriz. Mesela, iftar ve sahur vakitleri bir araya gelmek, sadece karın doyurmak değil, aynı zamanda duygusal bir paylaşım anıdır. Psikolojik olarak, bu anlarda insanlar birbirlerinin hikâyelerini dinlemeye daha açık hale getirerek; duygusal bir aynalama imkânı vererek güven ortamı oluşturur. Bunun gibi toplu rutinler bireyleri bir topluluğun parçası yapar ve benden, bize geçişi kolaylaştırır. Empatik iletişim, bu "biz" duygusu içinde filizlenerek insanların, kendilerini birbirine daha yakın hissedip yargılamak yerine anlamaya çalışmasına vesile olur. Ayrıca, Ramazan’da artan cömertlik ve sabır gibi değerler, iletişimin tonunu yumuşatarak daha anlayışlı bir dili hâkim kılabilir. Son olarak, Ramazan ayının empatiyi uyarıcı yönlerinden biri de “-ötekini” düşünmeye yönlendirmesi olarak ifade edebilir.
Sair zamanlara göre daha çok Ramazan toplumda paylaşmaya yol açıyor. Bu davranışın psikolojik iyi oluş açısından değeri nasıldır?
-Ramazan ayında paylaşımların artması bireyin psikolojik iyi oluşunu doğrudan besleyen bir kaynaktır. Psikolojik açıdan paylaşmak, beynin ödül sistemini harekete geçirir; birine yardım ettiğinde salgılanan dopamin ve oksitosin gibi hormonlar, mutluluk ve huzur hissini artırır. Bu, sadece anlık bir rahatlama değil, aynı zamanda kişinin kendine duyduğu saygıyı da artırıp, öz değeri güçlendirir. İnsanlar paylaşırken, kendilerini daha büyük bir amaca hizmet ederken bulur. Psikolojide "anlam arayışı" olarak bilinen bu durum, yaşam doyumunu yükseltir ve depresif hisler gibi ruhsal çöküntüleri uzak tutar. Paylaşma davranışı, sosyal sermayeyi yani insanlar arasındaki güven ve dayanışma bağlarını artırır. Araştırmalar, sosyal bağları güçlü olan bireylerin stresle daha iyi başa çıktığını ve genel mutluluk seviyelerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Ramazan ayı, bu bağları paylaşma yoluyla pekiştirerek, toplumun ruhsal sağlığını bir bütün olarak yukarı çeker. Dahası, Ramazan ayında paylaşmanın psikolojik iyi oluşa katkısı, bireyin zihinsel odak noktasını değiştirmesinde de yatıyor. Günlük hayatta insanlar genellikle kendi sorunlarına gömülür; ancak bugünlerde bir başkasına yardım etmek ruminasyon döngüsünü kırar. Psikolojik olarak, bu "dışa yönelim", kaygı ve negatif düşünceleri hafifletir. Ramazan ayı geçici bir dönem gibi görünse de bu alışkanlıkların bir kısmı sair zamanlara taşınabilir; paylaşmayı bir yaşam biçimine dönüştüren bireyler, uzun vadede daha dengeli ve tatmin olmuş bir ruh haline kavuşması olasıdır.
Giderek daralan ve cep telefonlarına hapsedilen sosyalleşme Ramazan’da artıyor. Bu temasın psikolojimize etkisi nasıldır?
-Günümüz dünyasında sosyalleşmenin, ekranların ardına sıkıştığı bir vaziyeti olabilmektedir. Bu durum psikolojik olarak bireyleri yalnızlığa ve yüzeysel ilişkilere itmekte ve dijital iletişim, duygusal derinlik ve gerçek bir temas hissi sunmakta çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Ramazan ayı ise bu döngüyü kırar ve insanları fiziksel olarak bir araya getirir. Psikolojik açıdan, bu yüz yüze temas, beyindeki oksitosin salgısını artırır; bu hormon, güven ve bağlanma hissiyle ilişkilidir. Birinin gözlerine bakarak sohbet etmek, bir sofrayı paylaşmak ya da birine sarılmak, dijital dünyada asla yakalanamayan bir sıcaklık ve aidiyet duygusunu oluşturup, yalnızlık hissini azaltır, öz-değeri güçlendirir ki bu, ruhsal iyi oluşun önemli unsurlarıdır. Ramazan ayındaki artan temas, toplumda bir "birlikte var olma" kültürünü yeniden inşa eder. Cep telefonlarının daralttığı sosyal alan, bireyleri izole ederken, Ramazan’ın rutinleri insanları yeniden bir araya toplamaktadır. Psikolojik açıdan, bu temas, sosyal destek ağını güçlendirmeye ve bireylerin stresle başa çıkma kapasiteni artırmasına yardımcı olabilmektedir. Araştırmalar, yüz yüze etkileşimin kaygı ve depresyon seviyelerini düşürdüğünü gösteriyor. Telefon ekranlarında kaybolan zihin, sürekli bir bilgi bombardımanına maruz kalır ve bu, odaklanma güçlüğü ile zihinsel yorgunluğa yol açar. Bugünlerde ise, bir iftar masasında telefonu bir kenara bırakıp karşındakiyle muhabbet etmek, bilinçli farkındalık pratiği gibi işler. Sonuç olarak, Ramazan’da artan yüz yüze temas, cep telefonlarının daralttığı sosyalleşmeye bir panzehir gibi işler.
Dağılmış olan aile birliğinin iftar ve sahurda bir araya gelmesinin kopan veya azalan bağları onarması nasıl mümkün olur?
-Aile birliğinin dağılması ister mesafeler ister duygusal kopukluklar yüzünden genellikle iletişim eksikliği, birikmiş kırgınlıklar veya günlük hayatın koşturmacasında birbirine zaman ayırmamakla başlar diyebiliriz. Bugünlerde dağılmış parçaları bir araya getiren doğal bir zemin sunar, bireylerin birbirleriyle yeniden temas kurmasını sağlar. Aile içinde olabilecek sözlü ve sözsüz temaslar, oksitosin gibi bağlanma hormonlarını tetikler ve aile fertleri arasında güven ile yakınlık hissini yeniden uyandırmada ön ayak olabilir. Belirtmeye çalıştığımız üzere ortak ritüellerin ilişkileri güçlendirir, iftar ve sahur, tam da bu ritüel işlevini görür, aileye “biz biriz” duygusunu hatırlatmaya vesile olabilir. İftar ve sahurun bir araya getirici etkisi, aileyi bir mikro-toplum gibi yeniden yapılandırır. Modern hayatta bireysellik artarken, aile bireyleri kendi köşelerine çekilebilir. Ramazan ayı ise bu izolasyonu kırabilir ve ortak bir amaç etrafında birleşmeyi sağlar. Bu süreçte yapılabilen herhangi bir iş birliği, sosyolojik olarak “paylaşılan sorumluluk” hissini geri getirir ve bireyleri birbirine bağlı bir bütünün parçası yapar. Bu anlarda ortaya çıkan küçük de olsa paylaşımlar, jestler birikmiş kırgınlıkların erimesine katkı yapabilir. Çünkü yüz yüze iletişim, dijital mesajların aksine, duygusal sinyalleri (ses tonu, bakışlar) taşır ve yanlış anlamaları düzeltme şansı verir. Bağların onarılması, aynı zamanda bu buluşmaların sağladığı duygusal güvenli alanla mümkün olur. İftar veya sahurda bir arada olmak, bireylere “konuşulmayanları konuşma” fırsatı sunar. Ramazan’ın manevi atmosferinde insanlar genellikle daha sabırlı, daha anlayışlı ve affedici bir ruh haline bürünebilme ihtimalleri nedeniyle bu tip konuşmaları kolaylaştırır. Bireylerin geçmiş kırgınlıkları bir kenara bırakıp bu anları bir “yeniden başlangıç” olarak görmesi önemlidir. Bugünlerde atılan küçük adımlar büyük değişimlerin kapısını aralar, mesela her Ramazan bir aile geleneği oluşturmak dağılmış birliği kalıcı bir şekilde toparlayabilir.
Açlığın getirdiği sakinlikle daha önce yapılamayan geleceğe yönelik sağlıklı planları yapabilmek nasıl mümkün olur?
-Ramazan’da açlığın getirdiği sakinlik, yalnızca bireysel bir içe dönüş değil, aynı zamanda toplumsal bir uyanışın da kapısını aralar. Bu süreçte, birey kendini daha derinlemesine tanırken, çevresiyle olan bağlarını da güçlendirir. Örneğin, iftar sofralarında bir araya gelen aileler ve dostlar, birbirlerine daha fazla zaman ayırır ve bu paylaşım, ilişkileri besler. Açlık, insanı yavaşlatarak, “hayatta gerçekten ne önemli?” sorusuyla yüzleştirir. Bu sorgulama, bireyin daha bilinçli ve amaç odaklı kararlar almasını sağlar.
Örnek verebilir misiniz?
-Tabi. Mesela, “Daha az tüketip daha çok paylaşacağım bir yaşam tarzı benimseyebilirim” gibi fikirler, bu dönemde kök salar. Ayrıca, açlığın fizyolojik etkileri de bu süreci destekler. Kan şekerinin dengelenmesi ve stres hormonlarının azalması, zihni bir “sıfırlama” moduna sokar. Bu durum, bilimsel olarak ketozis gibi süreçlerle ilişkilendirilir ve zihinsel netliği artırır. Ramazan’da bu fiziksel durum, dua ve tefekkür gibi manevi pratiklerle birleştiğinde, birey kendine daha derin bir anlam arayışı içinde bulabilir. “Gelecekte nasıl bir insan olmak istiyorum?” sorusu, sahurda ya da iftar öncesi sessiz bir anda daha berrak bir şekilde yanıtlanır. Bu sağlıklı planların hayata geçirilmesi için, açlığın sunduğu sakinliği bilinçli bir şekilde kullanmak gerekir. Psikolojik olarak, bireyin bu anları bir fırsat olarak görmesi önemlidir. Açlık, bireyi yavaşlatıp kendine ve çevresine bakmaya teşvik ederek geleceğe yönelik sağlıklı planlar yapabilmesinde önem arz etmektedir.
Tekrar öfkeye dönersek öfke sorunu yaşayan kişiler oruç tutarken ne yapmalılar? Sahurda ya da iftara yakın saatlerde yapmaları gereken özel bir şeyler var mıdır? İşteyse, Evdeyse, Trafikteyse?
-Ramazan ayındaki öfke ve gerginlik halini, vücudun yeni bir ritime uyum sağlama sürecinin doğal bir sonucu olarak görebiliriz. Bu süreçte, beden ve zihin zamanla oruç tutmaya uyum sağlar ve öfke daha kontrol edilebilir bir hale bürünür. Bu geçiş sürecinde kendimize karşı sabırlı ve şefkatli olmak, öfkeyi yönetmek için en etkili yollardan biridir.
Geçiş süresiyle bir bağlantı kuruyorsunuz…
-Evet, öfke, bir geçiş sürecinin parçasıdır ve doğru stratejilerle bu süreç, kişisel gelişim ve duygusal farkındalık için bir fırsata dönüştürülebilir.
Ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz?
-Sahurda zihinsel hazırlık: Sahur, yalnızca fiziksel değil, zihinsel bir hazırlık sürecidir. Gün içinde karşılaşabileceğiniz zorlukları öngörerek, kendinize sabır ve şefkat göstermeyi hatırlayın.
İftara yakın saatlerde duygusal regülasyon: İşteyken: Stresli durumlarda kısa molalar verin. Derin nefes alarak veya birkaç dakika gözlerinizi kapatarak zihninizi dinlendirin veya mümkünse kısa süreli uyku oldukça fayda sağlayıcı olacaktır.
Evdeyken: Aile üyeleriyle etkin iletişim kurmak veya hafif bir aktiviteyle meşgul olmak, öfkeyi azaltabilir. Çünkü sosyal destek, stresle başa çıkmada önemli bir faktördür.
Trafikteyken: Trafik stresini azaltmak için sakinleştirici müzikler dinlemek veya tekrarlayan bir zikir tesbih yaparak zihninizi sakinleştirin. Olabildiğince tetikleme ihtimali olan durumlardan kaçının.
Bu sorundan daha çok etkilenen bir grup var mı, örneğin kronik hastalığı olan biri vb…
-Bu konu özelinde değerlendirdiğimizde; düşük kan şekeri, özellikle diyabet hastaları veya kan şekeri dengesizliği yaşayanlar için öfke ve irritabiliteyi artırabilir. Yüksek stres seviyesine sahip kişiler yani yoğun iş yükü, finansal sorunlar veya ailevi sorumlulukları olanlar, açlık ve yorgunlukla birleşen stresle başa çıkmakta zorlanır. Uyku düzeni bozuk olanlar bireyler, uyku yoksunluğu nedeniyle prefrontal korteksin işlevinin zayıflaması sonucu öfke patlamaları yaşayabilir. Duygusal düzenleme güçlüğü çekenler, açlık ve susuzluğun getirdiği fiziksel baskıyla daha kolay tetiklenir. Çocuklar ve ergenler, fiziksel dayanıklılıklarının tam gelişmemiş olması ve hormonal dalgalanmalar nedeniyle öfke kontrolünde zorlanabilir. Bağımlılık problemi olanlar sigara, kafein vb., yoksunluk belirtileri olan sinirlilik, huzursuzluk gibi haller yaşayabilir.
Buradan yola çıkıldığından oruç tutmaması gereken kişiler kimlerdir?
-Bu konu bir din görevlisi nezdinde cevaplanması daha uygun olmasıyla birlikte; psikolojik açıdan oruç tutması mahzurlu olabilme potansiyeli taşıyan durumlardan bahsetmek zannediyorum daha uygun olacaktır. Oruç tutmanın psikolojik etkileri, bireyin zihinsel sağlığı, duygusal dayanıklılığı ve yaşam koşullarıyla yakından ilişkilidir. Özellikle bazı psikiyatrik rahatsızlıkları olan bireyler, orucun fiziksel ve zihinsel taleplerinden daha fazla etkilenebilir. Örneğin, anksiyete bozukluğu sorunu yaşayan bireyler, açlık ve susuzluğun tetiklediği fizyolojik stresle başa çıkmakta zorlanabilir ve panik ataklar yaşayabilir.
Depresyondakiler içinde geçerli mi bu?
-Tabi. Depresyonla mücadele eden kişiler, enerji düşüklüğü ve serotonin dengesizliği nedeniyle semptomlarının kötüleşmesi riskiyle karşılaşabilir. Yeme bozukluğu sorunu bulunan kimseler, orucun yeme davranışlarını daha da bozabileceği için dikkatli olmalıdır. Bağımlılıkla mücadele eden yurttaşlar, yoksunluk belirtileri ve öfke kontrolünde zorlanabilir. Kronik stres veya tükenmişlik sendromu yaşayanlar ise, orucun eklediği fiziksel yükle başa çıkmakta zorlanabilirler.
Toparlayacak olursak ne gibi önerileriniz olabilir?
-Oruç ibadeti, özü itibariyle yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir disiplin süreci olarak karşımıza çıkmakta. Bu süreçte öfke, sabırsızlık veya yorgunluk gibi duygular ortaya çıkabiliyor. Bu duyguları bastırmak yerine, onları kabul edip yönetmeye çalışmak, kişisel gelişim için önemli bir dönemeç yahut fırsattır. Kendinize karşı şefkatli olun ve küçük adımlarla ilerleyin. Oruç tutmak bir ibadettir ve herkesin kapasitesi birbirinde farklıdır. Sağlığınızı riske atmadan, ruhsal ve bedensel dengeyi koruyarak bu süreci geçirmek en doğrusudur. Ramazan’ın manevi atmosferinden faydalanarak iç huzurunuzu artırmaya ve bu süreci aynı zamanda kişisel gelişim süreci olduğuna odaklanın.
,