İlk bölümünü dün yayınladığımız söyleşimize devam ediyoruz.
Dindar ailelerin çocuklarının neden kendileri gibi inanmayıp ateist, agnostik veya deist oldukları konusunu irdelediği dizi yazısı üzerinde konuşmayı sürdürüyoruz. Çocukların sorularının ciddiye alınarak sahih bir özgürlük alanı içinde onların dilini kullanarak iletişim kurmanın önemine dair sorularımızı Dr. Salahattin Altundağ açık yüreklilikle cevaplandırdı.
------------------------
Ateist bir çocuğun dindar babasının yaşadığı ıstırabı ve geriye dönüp baktığında yapması gereken muhasebeden bahseder misiniz? Nerelerde yanlışlıklar var?
-Dindar bir babanın, çocuğunun ateist olduğunu öğrenmesi büyük bir ıstırap kaynağıdır. Çünkü bu durum, baba için sadece bir inanç çatışması değil, aynı zamanda çocuğunu koruyamama, ona manevi bir miras aktaramama gibi hislerle derinleşen bir iç muhasebeyi de beraberinde getirir. Ancak bu ıstırabın, bir suçlama veya pişmanlık döngüsü yerine, bir muhasebe ve çözüm arayışına dönüşmesi gerekir. İşte burada, baba açısından bazı soruları sormak ve geçmişteki yaklaşımları gözden geçirmek önemlidir.
Nedir onlar?
-Öncelikle, baba çocuğuyla kurduğu iletişimi sorgulamalıdır. Çocuğunuzla inanç konularını konuşurken bir “otorite” figürü mü oldunuz, yoksa “bir dost” ve “rehber” mi? Çocuklar, soru sormak ve bazen eleştirmek isterler. Ancak bu sorulara yeterince açık, sabırlı ve mantıklı cevaplar verilmezse, bu onları inançtan uzaklaştırabilir. Eğer bir çocuk, “şüphe” nedeniyle inançtan uzaklaştıysa, bu şüphenin bilimsel veya akli delillerle giderilmemiş olması, babanın kendi yaklaşımını gözden geçirmesi gereken bir durumdur. Bir diğer önemli nokta, dinin çocuğa nasıl anlatıldığıdır. Din, bir sevgi, şefkat ve hikmet temeli üzerine oturtulmalı; korkutucu bir yük veya sadece bir zorunluluk olarak sunulmamalıdır. Bediüzzaman Said Nursi, iman hakikatlerinin akıl, bilim ve vicdan üçgeninde anlaşılabileceğini ve sevdirilmesi gerektiğini sıkça vurgular. Eğer çocuk, dini bir baskı veya sorgulama fırsatının olmadığı bir ortamda deneyimlediyse, bu durum onu inançtan uzaklaştırmış olabilir.
Ebeveynler kendi bu durumda nasıl sorgulamalıdır?
-Anne baba, kendisini sorgularken sadece hatalara odaklanmamalı, aynı zamanda çocuğuyla yeni bir ilişki kurmanın yollarını aramalıdır. Risale-i Nur’da sıkça geçen “samimi arayış” (ihlas) vurgusu burada yol gösterici olabilir. Çocuğa, dinî konularda özgürce konuşabileceği bir alan sunulmalı, sorularına akılcı ve hikmetli cevaplar verilmelidir. İnanç, zorla kabul ettirilecek bir kavram değildir; sevgiyle, hikmetle ve samimiyetle benimsenir. Anne baba, hatalarından ders çıkararak, kendisini geliştirmek için bir fırsat olarak görebilir. Dini öğretim, sadece nasihatle değil, aynı zamanda hâl ve tavırla yapılmalıdır. Çocuğun bir inançsızlık yoluna girmiş olması, babanın hâlâ bir rehberlik yapabileceği anlamına gelir. Çocuğun inançtan tamamen kopmamış olması, bir bağ kurma fırsatının hâlâ var olduğunu gösterir. Önemli olan, bu bağı sevgi ve anlayışla güçlendirmektir.
Dini cemaat liderleri, hocalar, mürşitler “ateizm, agnostizim ve deizm konusunu yaygınlaştırmayalım” diyerek kendine bir kaçış mazereti oluşturmuşken siz nasıl girdiniz bu alana?
-Ateizm, agnostisizm ve deizm gibi kavramların tartışılması, çoğu zaman toplumumuzda bir tehdit olarak algılanıyor. Bazı dini liderler ve mürşitler, bu konuları dile getirmenin bu fikirleri yaygınlaştıracağına inanarak, sessiz kalmayı ya da bu konulara girmemeyi tercih ediyor. Ancak benim bakış açıma göre, susmak veya kaçınmak, bu sorunların büyümesine ve gençlerin zihninde yer etmesine yol açar. Zira susmak, şüpheyi besleyen en büyük unsurlardan biridir. Soruları ve şüpheleri ciddiye alarak, onlara hikmetli ve tatmin edici cevaplar vermek, hakikatin aydınlatılmasında elzemdir.
Risale-i Nur’un rehberliğinde, bu konulara cesurca eğilmenin bir gereklilik olduğunu düşünüyorum. Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde inanç meselelerini ele alırken, bilimsel gerçekler, aklî deliller ve vicdani tatminle birleştirdiği benzersiz bir yöntem kullanmıştır. Bu yaklaşım, günümüz gençlerinin sorgulamalarına en doğru cevabı sunabilecek bir modeldir. Eğer bizler bu konuları konuşmazsak, gençler cevaplarını başka yerlerde, çoğu zaman yetersiz ya da yanlış kaynaklarda arayacaklardır. Bu da onların zihinlerinde daha fazla şüphe ve belirsizlik oluşturacaktır.
Kaçınmak bu düşüncelerin yaygınlaşmasına engel olamadı değil mi?
-Olamadı, evet. Bu alana girmemin bir diğer nedeni de bu konulardaki soruların günümüzde hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış olmasıdır. Sosyal medya ve dijital platformlar, inanç konularını tartışmak için gençlerin en sık kullandığı alanlar haline geldi. Bu platformlarda, ateizm, agnostisizm ve deizmi destekleyen fikirler oldukça etkili bir şekilde sunuluyor. Eğer bu fikirlerin karşısında, sağlam bir inanç temeliyle oluşturulmuş, akılcı ve hikmetli bir dil kullanılmazsa, gençlerin bu fikirlere kapılması kaçınılmaz hale gelir. Ben de bu yüzden, bu tartışmalardan kaçınmak yerine, bu alanda aktif olarak yer almayı tercih ettim.
Bir akademisyen olarak farklı bakıyorsunuz…
-Tabi. Bu konuları ele alırken, meseleye bir tehdit gibi değil, hakikate ulaşmanın bir vesilesi olarak bakıyorum. Her şüphe, aslında bir arayıştır. Önemli olan, bu arayışa doğru rehberlik edebilmek ve hakikate giden yolu gösterebilmektir. Bu alana girmek benim için bir kaçış değil, bir sorumluluk meselesidir. Eğer bizler bu soruları konuşmazsak, hakikatin sesi duyulmaz olur. Ben hem bir akademisyen hem de bir yazar olarak, bu meselelerde açık, samimi ve cesur bir şekilde hakikati savunmayı bir görev olarak görüyorum.
Yazı dizinizin yeterince anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
-Yazı dizimin yeterince anlaşılıp anlaşılmadığı konusunda kesin bir yargıya varmak zor. Çünkü her okuyucu, yazıları kendi bilgi birikimi, düşünce yapısı ve algı seviyesine göre değerlendiriyor. Ancak benim amacım, karmaşık meseleleri herkesin anlayabileceği bir sadelikte sunmak ve okuyucuların zihninde hakikate dair bir pencere açabilmek. Geri dönüşlerden anladığım kadarıyla, yazılarımın bir kısmının anlaşıldığını ve kavrandığını görmek beni mutlu ediyor.
Uzun yazmanız ciddiye aldığınızın bir delili mi?
-Yazılarımı bir vazife bilinciyle hazırlıyor ve bu süreçte elimden geldiğince hassas davranmaya çalışıyorum. Yazdığım bir metni defalarca okuyup yeniden gözden geçiriyorum; her fikirden insanı dikkate alarak, ifadelerimin herkes tarafından anlaşılabilir olmasına özen gösteriyorum. İfrat ve tefritten kaçınmak, dengeli bir üslup benimsemek ve kelimelerimi titizlikle seçmek benim için çok önemli. Yanlış anlaşılabilecek cümleleri yeniden ele alıp daha açık ve anlaşılır bir hale getirmeye gayret ediyorum. Empatiyi ise hiçbir zaman elden bırakmıyorum; çünkü okuyucuyla sağlıklı bir bağ kurmanın yolu, samimiyet ve özen göstermekten geçiyor.
Bütün bu titizliğime rağmen, insanların kalplerine, gönüllerine ve düşüncelerine hükmetmek benim elimde değil. Gerisi Allah’a kalmış. Ben üzerime düşeni yapabildiğim kadarıyla yapmaya çalışıyorum.
Elbette, yazı dizimin herkese ulaşması ve herkes tarafından tam anlamıyla anlaşılması mümkün olmayabilir. Ancak bu yazıların bir kısım okuyucunun zihninde bir farkındalık oluşturduğunu görmek beni mutlu ediyor. Çünkü benim gayem, insanların hakikate ulaşma yolculuğunda bir rehberlik sunmak ve onlara düşündürücü bir pencere açmak. Eğer bu yazılar, tek bir kişinin bile zihninde bir ışık uyandırabilmişse, bunu bir başarı olarak kabul ederim.
Hiç tepki aldınız mı “safi zihinleri idlal ediyorsunuz” diyerek veya başka sebeplerle?
-“Hayır”, şimdiye kadar böyle bir tepki almadım. Ancak, bu ihtimali hep düşündüm ve açıkçası bu konuda hassasiyet göstermeye çalıştım. Çünkü “safi zihinleri idlal etme” tehlikesi, özellikle bu tür derin ve hassas konuların ele alındığı bir yazı dizisi için gerçek bir endişe kaynağı olabilir. Bu nedenle, yazılarımı hazırlarken, yanlış bir yönlendirme riskine karşı son derece dikkatli davranmayı prensip edindim.
Yazılarımda, meselelere netlik kazandırmaya ve karmaşık kavramları herkesin anlayabileceği bir sadelikte sunmaya gayret ediyorum. Ayrıca, okuyucunun zihninde hakikate dair bir pencere açarken, onları gereksiz şüphelerle karşı karşıya bırakmamak için kelime seçimlerime ve ifade tarzıma büyük özen gösteriyorum. Bu, benim için bir sorumluluk meselesidir. Bununla birlikte, bu tür konuların tamamen üstü kapalı bırakılmasının da doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum.
Neden böyle düşünüyorsunuz?
-Çünkü ateizm, agnostisizm ve deizm gibi meseleler günümüz dünyasında bariz bir şekilde ortadadır ve özellikle gençler arasında bu konular sıkça tartışılmaktadır. Bu gerçeklik karşısında suskun kalmak ya da bu konuları yok saymak, samimi bir hakikat arayışına zarar verebilir. Oysa, meseleleri doğru bir üslupla ele almak ve okuyuculara sağlam bir rehberlik sunmak hem bir gereklilik hem de bir vazifedir.
Ben de bu çerçevede, elimden geldiğince dengeli ve hassas bir şekilde bu meseleleri ele alıyorum. Yazılarımda, hakikati arayan zihinlere ışık tutmayı ve onları düşündürmeyi hedefliyorum. Eğer bu yazılar, yanlış anlaşılma riski taşımadan insanlara faydalı olabiliyorsa, bu benim için bir mutluluk kaynağıdır. Ancak her zaman bilirim ki, insanların kalplerine ve gönüllerine nüfuz etmek benim elimde değil; gerisi Allah’a kalmıştır.
Yazı diziniz daha çok dindarlara yönelik bir üslup taşıyor diyebilir miyiz?
-Böyle bir algı oluşursa buna gerçekten üzülürüm. Çünkü yazılarımı hazırlarken asıl hedefim yalnızca dindarlar değil, hakikati arayan herkese ulaşmaktır. Elbette dindarların da bu tür meseleleri bilmeye, anlamaya ve çözüm yollarını öğrenmeye hakkı ve ihtiyacı vardır. Ancak, yazılarımın odağı yalnızca dindar bir okuyucu kitlesi değil. Eğer yazılarımın sadece dindarlara hitap ettiği düşünülüyorsa, bu yazılarımın ruhunun tam olarak kavranamadığı anlamına gelir. Benim burada hedefim, ateist, agnostik, deist ya da dindar fark etmeksizin, “hakikati arayan herkesin” zihnine bir pencere açabilmek. Çünkü hakikati aramak, inançlı ya da inançsız, her insanın temel bir ihtiyacıdır. Yazılarımda bu ihtiyaca cevap verebilmek, okuyucunun hangi düşünceye sahip olduğundan çok, onun samimi bir arayış içinde olup olmamasıyla ilgilidir. Hakikati arayan bir zihin, yazılarımda bir ışık bulabilir.
Bu dizide evrensel bir dil tutturmaya mı çalışıyorsunuz?
-Evet, bu nedenle, yazılarımda kullandığım üslubu mümkün olduğunca evrensel bir zeminde tutmaya çalışıyorum. Anlatımlarımda bilimsel veriler, aklî deliller ve vicdani düşüncelerle hakikate giden yolları göstermeye gayret ediyorum. Çünkü mesele yalnızca inançlı bir kitleye hitap etmek değil, hakikatin birleştirici gücünü ortaya koymak ve her düşünceden insanı bu yola davet etmektir. Yazılarımın hakikati arayan herkese hitap etmesi temel gayemdir. Eğer bir kişi ister dindar ister inançsız olsun, yazılarımı okurken kendisine sorular sormaya, düşünmeye ve çözüm yolları aramaya yöneliyorsa, işte o zaman amacımın gerçekleştiğini hissederim. Benim için en büyük mutluluk, bu yazıların bir kalbe dokunması ve bir zihinde yeni bir pencere açmasıdır.
Yazı dizini okuyup size yazan ve itiraz eden bir ateist veya agnostik oldu mu? Okumuşlar mı yani?
-Okumuş olmalarını çok isterim, ancak bana bu fikirden kişilerden doğrudan bir dönüş olmadı. Açıkçası, böyle bir dönüş yapılmasını beklemem de. Bu, doğal bir durum; çünkü ateist, agnostik ya da deist birinin yazılarımı okumuş olsa bile, kendi düşüncelerini paylaşmak ya da bana dönüş yapmak konusunda tereddütlü davranabileceğini düşünüyorum. Bugüne kadarki tecrübelerime dayanarak, bu tür bireylerin düşüncelerini kendilerine sakladıklarını ya da çevreleriyle paylaştıklarını gözlemliyorum. Tabii ki yanılıyor da olabilirim. Yine de okuyucularımdan aldığım geri bildirimlere göre, bazı okuyucularım bu yazıları ateist, agnostik veya deist arkadaşlarıyla paylaşıp bu konularda görüş alışverişinde bulunuyorlarmış. Bu durum beni sevindiriyor; çünkü yazılarımın sadece bir okuyucu kitlesiyle sınırlı kalmadığını ve farklı düşünce gruplarına ulaştığını gösteriyor. Benim için asıl önemli olan, bu yazıların “hakikati arayan herkese” bir şekilde ulaşması ve düşüncelerine dokunabilmesidir.
Anladığım kadarıyla bu yazı dizisi Risale-i Nurların düşünce sistematiğine göre hazırlanmış, öyle mi?
-Evet, yazılarımı hazırlarken bir vazifeyi yerine getirmenin gayretiyle hareket ediyorum. Benim görevim, Risale-i Nur'ların rehberliğinde aydınlık pencereler açmak, hakikati arayan herkesi güzel bir üslupla düşünmeye ve sorgulamaya davet etmektir. Okutmak, tesir ettirmek ya da insanlarda değişimler meydana getirmek benim işim değil, Allah’ın işidir. Benim için önemli olan, “üzerime düşeni en iyi şekilde yapmak” ve gerisini Allah’a bırakmaktır.
Geri dönüşler o halde belirleyici olmuyor sizin için…
-Biliyorum ki, bir yazının etkisi her zaman geri dönüşlerle ölçülemez. Bazen sessizce okunur, içselleştirilir ve farklı bir şekilde yankı bulur. Yazılarımın bu yankıyı oluşturmasını umuyorum. Eğer bu yazılar bir ateist, agnostik ya da deist bireyin hakikati sorgulamasına vesile olabiliyorsa, bu benim için en büyük mutluluktur. Yazıların bu şekilde paylaşılarak bir fikir alışverişine zemin hazırlaması, yazılarımın hedefine ulaştığını gösteriyor.
Ülkemiz dışında da okunduğuna ilişkin veri var mı?
-Evet, var. Yazılarımın farklı coğrafyalarda da ilgi gördüğünü bilmek beni ayrıca mutlu ediyor. New York’tan, Hollanda’dan, Sudan’dan gelen okuyucu mesajları, yazılarımın ulaştığı genişliği görmek açısından benim için büyük bir sevinç kaynağı. Hatta bazı okuyucularımız, yazılarımı Türkçe bilmeyen insanlarla da paylaşmak istediklerini ifade ederek, “Keşke bu yazılar İngilizceye çevrilse” dediler. Bu teşvikle, yazılarımı İngilizce çevirilerle de sunmaya başladık. Bu da yazılarımızın evrensel bir zeminde daha fazla kişiye ulaşması adına önemli bir adım oldu. Doğrudan bir geri dönüş almasam da yazılarımın farklı düşünce gruplarına ulaştığını ve bu konuların tartışılmasına vesile olduğunu bilmek benim için yeterli. Çünkü benim gayem, hakikati arayan herkes için bir pencere açmak ve onları düşünmeye davet etmektir.
Dizi devam edecek mi ve kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz?
-Yazıya kitap olması amacıyla başlamadım. Ancak, okuyuculardan gelen yoğun istekler ve yazı dizisinin gördüğü ilgi, beni bu konuda düşünmeye yöneltti. Bu konuda çokça talep var, ancak şunu belirtmeliyim ki, ben bu yazıları kitap formatında yazmadım. Eğer bu diziyi bir kitaba dönüştürecek olursam, baştan sona yeniden ele almam, bir kitap formatında düzenlemem ve içeriği bu doğrultuda yeniden yazmam gerekecek. Bu da oldukça zaman ve emek isteyen bir süreç. Şu anki haliyle bile basılması gerektiğini düşünenler var, ancak siz benim titizliğimi ve hassasiyetimi biliyorsunuz. Böylesine önemli bir konuyu aceleye getirmek istemem.
Son olarak planınıza uyabildiniz mi yoksa uzadı mı?
-Başlangıçta 17 bölümde tamamlamayı planlıyordum. Ancak, empati kurarak yazmaya özen gösterdiğimden ve her bölümde yeni sorular, akla gelebilecek farklı şüpheler veya argümanlar ortaya çıktığından, yazı dizisi beklenenden uzun sürdü. Görünen o ki, bu yolculuk 30 bölüme kadar uzayabilir. Hakikati arayanlara daha kapsamlı ve doyurucu bir rehberlik sunmak için bu süreci doğal akışına bırakıyorum. Çünkü bu dizinin temel amacı, yalnızca sorulara cevap vermek değil, aynı zamanda okuyucuyu düşünmeye ve hakikate dair kendi yolculuğunu yapmaya teşvik etmektir