Bir varmış, dünya ikiye darmış, üç dama tırmanadursun, dördün saçları ağarmış. Saçları ağaranlardan bir de Nasipsiz Şükür’müş. Şükür, şükretmesini bilir ama kendisine neden nasipsiz denildiğini bilmezmiş.
Bir varmış, dünya ikiye darmış, üç dama tırmanadursun, dördün saçları ağarmış. Saçları ağaranlardan bir de Nasipsiz Şükür'müş. Şükür, şükretmesini bilir ama kendisine neden nasipsiz denildiğini bilmezmiş. Günlerden bir gün Şükür eve geç gelmiş. Yüzünden düşeni toplasalar dert çuvalı dolarmış. Karısının sorularını cevapsız bırakmış, geçmiş pencere kenarındaki divana bağdaş kurmuş, oturmuş. Sonra da bir türkü tutturmuş: 'Aman bre ölüm üç gün ara ver; al benim sevdamı götür yara ver',diye. Şükür, hem türkü söylüyor hem de ağlıyormuş. Bu durum Şükür'ün karısı Şükriye'ye çok dokunmuş. 'Halimize şükür, niye ağlıyorsun Şükür', demiş. Şükür; 'neye niçin şükür edeceğimi şaşırdım vallah! Bir bakar mısın Allah aşkına! Her Allah'ın günü yeni bir zam ile gözümüzü açıyoruz. Elde yok, avuçta yok. Eti, sütü, yumurtayı unuttuk; ekmeğin derdine düştük. Tuzu kuru olanların keyfine diyecek… Dış kapı öyle bir gümbülemiş ki Şükür sözünü tamamlayamamış. Güm güm de güm güm!... Şükriye irkilmiş, kapı tekrar gümleyince Şükür içeriden 'Kim o?', diye seslenmiş. Dışarıdan; 'Şükür Efendi, Şükür Efendi yetiş, kocam elden gidiyor.'diye bir feryat duyulmuş. Bu ses, komşu Çile Hanım'ın sesiymiş.
Şükür telaşlanmış, kapıya yönelmiş. Kapının önünde saçı başı darmadağın Çile Hanım; 'Yetiş Şükür Efendi, gitti, gitti kocam!', demiş. Şükür Efendi giyinikmiş, kadın önde Şükür peşinde bir koşu varmışlar babadan yetim, devletten emekli; kel başlı, az maaşlı, çatık kaşlı, gözü yaşlı Rahmet'in evine. Odanın ortasında Kel Rahmet, kan revan içinde yatıyormuş. Şükür, hemen Rahmet'in nabzını tutmuş, çok şükür atıyormuş. Şükür, vakit geçirmeksizin telefona sarılmış. Bu arada da Çile Hanım'a neler olduğunu sormuş. 'Vallahi', demiş Çile Hanım, 'kafayı yedi benim kırk yıllık eşim. Kaç gündür yine hesap kitap, toplama çıkarma, çarpma… Söylenme, sövme… Banka, kredi, faiz… Daha önce de alma dediydim de dinletemedim. İki yıl anaparaya bir yıl da faize çalışmıştı. Böyle, böyle alışmıştı ki geçen yine borçlarından bunalıp bankaya gitti. Gidişinde düşünceli, gelişinde deliydi. Söylendi, sövdü, sonra da yumrukları ile duvarları, başı ile aha bu masayı dövdü. Engel olamadım valla! Çıldırmıştı sanki… Çile Hanım aniden susmuş. 'Bak, bak Şükür Efendi! Allah'a şükür rahmetlim, aman şeytan söyletme öyle beni! Rahmet'im gözünü açtı. Dudakları da oynuyor; galiba bir şeyler söylüyor.', demiş. Gerçekten de devletten emekli Kel Rahmet Efendi bir şeyler söylüyormuş. Şükür, eğilmiş kulak vermiş: Rahmet Efendi; 'ulan böyle yönetimin, bu yönetim sistemini uygulayanın, çanak tutanın, vatandaşını bankalara söğüşletenin ana… av… dını' Şükür eliyle Kel Rahmet'in ağzını kapamış. Böylece Rahmet'in son söyledikleri anlaşılmamış. Şükür, Çile Hanım'a dönmüş; 'vallahi boşuna cankurtaran çağırdık seninkinin canı da kurdu da dilinde; baksana yine dümdüz gidiyor', demiş. Tam o sırada sirenleriyle mahalleyi ayağa kaldıran ambulans, Rahmet'in evinin önünde durmuş. Çile Hanım; ne olacak diye merak ve heyecandan eli ayağı biri birine dolanırken görevliler, devletten emekli, kalbi tekli, pantolonu benekli, kel başlı, az maaşlı, çatık kaşlı, gözü yaşlı Rahmet Efendi'yi sedyeyle ambulansa taşımışlar. Hanımına da; 'sen de gel yenge 'demişler. Kel Rahmet'e, ilk müdahale araçta yapılmış mı yapılmamış mı orası meçhul; ama devlet emeklisi Rahmet Efendi, rahmete ermeden çok şükür hastaneye yetiştirilmiş.
Hastanede Kel Rahmet'in kanayan kel kafasının filmini çekmişler sonra da kel başını bir güzel sarıp sarmalamışlar. Beyin kanaması teşhisiyle de yoğun bakıma almışlar. Aksilik bu ya yoğun bakımın kapıları kapalı, pencereleri açıkmış, derken bir rüzgar çıkmış, rüzgar da ülkeyi yönetenler gibi Kel Rahmet'e takmış. Kel Rahmet, cereyana yakalanmış, titremiş, ateşi yükselmiş, sayıklamaya başlamış; 'ev kirası, elektrik yarası, su karası, havagazı parası, telefon faturası, asker oğlanın cep harçlığı, kızın üniversite harcı, bakkalın borcu, kasabın çakası, bankanın falakası… Sonra makam değiştirmiş, bir uzun hava ile birlikte vatandaşını bu hale getirenlere göndermeye başlamış. Hani haksız da değilmiş; devletten emekli Kel Rahmet'in yaşadığı ülkede ip, cambazların elindeymiş. Cambazlar, istediğine istediği gibi ipi sallar sonra da; 'haydi hop', diye vatandaşları atlamaya zorlarlarmış. Hüneri olanlar, cambazlara yakın durur, onları pohpohlar, böylece atlamaktan kurtulmakla kalmaz cambazların gölgesinde fantezilerini baharatlandırırlarmış. Cambazların şaklabanlıkları karşısında susanların ve de onların yaptıklarını onaylamayanların ise ip ayaklarına dolanır, tepetakla düşer, yüzüstü sürünürlermiş.