Bugün, aslında uzun zamandır beklettiğim (daha doğrusu, yoğunluğum sebebiyle bir türlü klavyeyle bir araya gelememiş olmam dolayısıyla bekleyen) yeni nesil Osmanlıcılık hakkında yazacaktım. Ziyadesiyle zülfü yâre dokunacak, anlamsızca cesaret yüklü cümleler kuracak, ironiyi zirveye çıkarıp cehennemin dibine indirecektim. Ancak…
Bugün, aslında uzun zamandır beklettiğim (daha doğrusu, yoğunluğum sebebiyle bir türlü klavyeyle bir araya gelememiş olmam dolayısıyla bekleyen) yeni nesil Osmanlıcılık hakkında yazacaktım. Ziyadesiyle zülfü yare dokunacak, anlamsızca cesaret yüklü cümleler kuracak, ironiyi zirveye çıkarıp cehennemin dibine indirecektim. Ancak…
Yazılarımızı takip eden, kitabımızı okuyan, sosyal medyadan veya sahadan bizi tanıyan azınlık bilir ki meselelerin zorluğuyla değil, nasıl aşılacağıyla meşgul oluruz umumiyetle. Her zaman muvaffak olmayabiliyoruz, ancak bu tavrımız değişmiyor. Özellikle pandemi süreciyle birlikte ısrarla üzerinde durduğumuz bir husus vardı: Zor zamanlar fıkhı!
Pandemiyi cümle içinde kullanma cüretinde bulunduğuma göre konumuza devam edebiliriz. Aslında bir önceki yazımıza editörüm tarafından sansür uygulanmış olmasaydı pandemiye dair oldukça bilimsel cümlelerimi okuyacaktınız. Kısmet bugüneymiş.
Efendim, bizdeniz daha önce zor zamanlar fıkhını ifade ettik. Anlattık, örnekler verdik, çıkarımlar yaptık, mesuliyetlerimizi hatırda tutma gayretinde olduk… Sonra ne mi oldu? Biz her zaman ve zeminde zor zamanlar fıkhını anlatırken ve buna uygun mesuliyetler aldığımızı düşünürken Allah bize daha farklı bir zor zamanlar mesuliyeti yükledi.
Biz, mensubu olduğumuz kurumun bize verdiği görevi yerine getirmeye çalışırken aldığımız bir haberle görev arkadaşımızın evinin yanmakta olduğunu öğrenip tüm trafik ihlallerini hakkıyla yerine getirerek eve ulaştık. İlk anda ev ahalisinin herhangi bir hasar, yara, bere almamış olmasına elhamdülillah derken, diğer taraftan arkadaşlarımıza 'toplaşın, mevzu var' dedik.
Girilemez bir hal alan eve girdiğimizde modern mimariye, beton zihniyetine yeniden ağız dolusu güzel(!) cümleler kurmam için birçok sebebim olmuştu aslında. Eşyalar değil; duvar, tavan, orası, burası yanmıştı. Banyo yanmıştı, daha ne kadar saçma olabilir ki? Dert yüklü, Ecevit abimizin, Ahu'nun gözlerine bakarak 'çok saçma lan' diyebileceği bir paradoks içindeydim. Paradoks kelimesini de cümle içinde yine başarıyla kullandım.
Evin hararetinin düşmesi ve işin bize hareket alanı sağlaması biraz zaman alsa da hızlıca evi temizlemeye başladık. Mülki ve idari amirlerimizle birkaç arkadaşımız dışında kimseye de haber vermeyi akıl edememiştik. Ancak biz işe girişirken tertemiz elbiseleriyle küreğe girişen, çuval kucaklayan, sağı solu sırtlayıp çöpe indiren arkadaşları görünce dedim ki: elhamdülillah…
İşte zor zamanlar fıkhı tam olarak bu! Mesele yaşanan hadisenin ne olduğu değil, nasıl üstesinden gelinip bize yakışan yol ve yöntemlerle bu meseleyi nasıl arkamızda bırakabildiğimiz!
Birkaç gündür hem fili olarak bu işin içinde olup hem de arkadaşlarımızın başla canla bir imece hassasiyeti ortaya koyması hem çok mutlu etti bizi, hem de şu hakikati haykırdı kulaklarıma sessizce: Zor gün, talipleriyle ortadan kaldırılır. Dolayısıyla zor günün talibi olacaksın ki zor gününde….. o kadar.
Hülasa, çok kıymetli okuyucu; diyeceğim o ki ısrarla ifade ettiğimiz zor zamanlar fıkhını sadece korona değil aynı zamanda en yakınımızda bulunanların muhatap olduğu imtihanlar için de uygulamalı ve boş rüzgar yapmamalıyız.
Reklam: Mehmet Berat Tural isimli YouTube kanalıma abone olmayı unutmayın lütfen. :)