Diyanet İşleri Başkanlığı
Türklerin İslam dinini kabul etmesinden itibaren devlet yönetiminde Şer’i Şerife riayet temel prensip olarak kabul edilmiştir.
Temeli Kur’an-ı Kerim’e hürmet ile atılan Osmanlı Devletinde ise din işleri ve din eğitimi kurumsal bir nitelik kazanmıştır.
Osmanlı Divan-ı Hümayununun üçlü bir yapısı vardı.
Ordu, maliye ve şer’iye…
Kaza-i Şer’iye olarak adlandırılan dini hizmetler Şeyhülislama bağlı bir teşkilatlanma ile yürütülmüştü.
Yavuz Sultan Selim’in hilafeti Osmanlıya kazandırmasından sonra devlet yönetimi de İslami bir nitelik kazandığından Şeyhülislamlık siyaseten de itibarı yüksek bir mevki olmuş, temel siyasi politikalar Şeyhülislamın fetvası alınmadan icraya konulmamıştı.
Taşra’da da bu hizmetler Müftüler eliyle yürütülmüşte.
Mahalle ve köylerde bile medrese tahsili yapmış imamlar idarede etkindi.
Ahlak zabıtası İmamlara bağlıydı.
Nüfus ve tapu kayıtları imamlar tarafından tutulur, evlilik akitleri imamların kıydığı nikahla geçerlik kazanırdı.
Yeni Türk devletinin ilk dönemlerinde de bu geleneksel yapı korunmuştu.
1921 Anayasasının ilk şeklinde devletin dini ile ilgili açık bir hüküm yoktu ama, Teşkilatı Esasi’nin 7. Maddesinde “Ahkâmı şer’iyenin tenfizi, umum kavaninin vazı, tadili, feshi, ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir” ifadesi ile İslami kuralların geçerliliği kayda geçirilmişti.
Cumhuriyetin ilanı vesilesiyle 29 Ekim 1923’te yapılan Anayasa değişikliğinde Teşkilat-ı Esasiye’nin ikinci maddesi “Türkiye devletinin dini İslam, resmî lisanı Türkçedir” şeklinde düzenlenmişti.
Bu durum, 1924 Anayasasının ilk şeklinde de “Türkiye Devletinin dini, dinî İslâmdır: Resmi dili Türkçedir; makkarı (başkenti) Ankara şeridir” ifadesi ile korunmuştu.
Yani Türkiye Cumhuriyetinin ilk kuruluşunda da dini temelli bir görünüm vardı.
Din işleri bakanlar kurulunda yer alan Şer'iye ve Evkaf Vekaleti tarafından yürütülüyordu.
Ta ki hilafet kaldırılana kadar.
Daha doğru bir tabirle hilafetin manen Türkiye Büyük Millet Meclisi uhdesine tevdiine kadar.
3 Mart 1924’te çıkarılan 429 sayılı kanunla Şer’iye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı) kaldırılmış, din işlerini koordine etmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu.
Amaç, din işlerini siyasi mekanizmadan çıkarıp daha bağımsız ve özerk bir yapıya kavuşturmaktı.
Kanun, yeni kurumunun görev alanını “İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek” şeklinde tanımlanıyordu.
Aynı kanunla ordunun siyasetten bağımsız bir kurum haline getirilmesi için Erkan-ı Harbiye Vekaleti (Bakanlığı) de kaldırılmış, daha sonra Genelkurmay başkanlığına dönüşecek olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti kurulmuştu.
Ordu zamanla öylesine bağımsız bir hale geldi ki, siyaseti idare eder, keyfi yetince darbe yapar bir konuma ulaştı.
Daha bağımsız bir duruma gelmesi amaçlanan din işleri ise özellikle laikliğin benimsenmesinden itibaren siyaset kurumuna tam bağımlı bir nitelik kazandı.
Aslında Diyanet İşleri Başkanının devlet idari mekanizması içinde özerk bir yapısı olması gerekirken uygulamada tam tersi oldu, daha önce müstakil bir bakanlık olan Diyanet İşleri, bir Devlet Bakanının ilgilendiği birden çok kurumdan biri haline geldi.
Yani bürokrasi çarkına sokuldu.
Bu bize özgü laiklik anlayışından kaynaklanıyordu.
Sözde din ile devlet işleri ayrılıyor, oysa uygulamada din devletin kontrolüne sokuluyordu.
Din işleri başıboş bırakılamazdı, devletin güdümünde olmalıydı (!)
***
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in görevden ayrılırken emeklilik dilekçesinde kullandığı “görevimi bugüne kadar kurumun ve Din-i Mübin-i İslam'ın vakarına uygun tarzda ifa etmenin gayreti içinde oldum” ifadesi onun görev süresi içindeki yaklaşım tarzını ortaya koyması bakımından anlamlı.
Gerçekten temsil ettiği kurumun itibarının yükseltilmesi noktasında gayretleri oldu.
Protokolde Diyanet İşleri Başkanı daha üst sıraya yükseldi.
Ancak Diyanet’in özerk bir kuruma dönüşmesi yönündeki çabaları sonuç vermedi.
Yapılacak düzenlemelerle Cumhurbaşkanlığı Sisteminin tam anlamıyla yürürlüğe girmesiyle Diyanet İşleri Başkanlığının da hak ettiği özerkliğe kavuşmasını dileriz.
Mehmet Görmez, yedinci yılını doldurmadan Diyanet İşleri Başkanlığından ayrıldı.
Kurulması planlanan Uluslararası İslam Üniversitesi’nde hizmet vereceği ifade ediliyor.
Görmez ayrıldı ama “Salâ”lar gönlümüzü her titrettiğinde onu hatırlayacağız.