Radyoculuk damarlarımda akan kan gibidir. Yıllarca farklı pozisyonlarda günün neredeyse her saatinde değişik muhtevalarla radyodan ses verdiğim günleri özlüyorum. Bu sebeple radyolardan aldığım davetleri esaslı bir mazeretim yoksa hemen kabul ederim. O sebeple nerede bir radyocu ile karşılaşsam tanımıyor olsam bile kırk yılın meçhul dostuymuş gibi muhabbetin közünü eşelemeye başlarım. Cuma akşamları Üsküdar İkrar Sanat’ta gerçekleştirdiğimiz Muhabbet Bağı türkü meşklerinde zaman zaman şiir yorumlamasını rica ettiğim radyocu ve TV programcısı Aysun Bilge ile de muhabbetin demini tuttuk.
Kıvamına siz karar verin…
-----------------------
Hayatın içinde mi yoksa dışında mı yaşıyorsunuz?
-Hayatın bizzat içinde yaşıyorum. Acıya, derde, kedere, sevince, mutluluğa, hasrete hakkını vermeyi seviyorum. Her duygunun beni aslıma yakın kılacağını bildiğim için garipsemeden, isyan etmeden o duyguyla yakın olarak, hayatı, hayatın içinde yaşamayı seviyorum.
Hayat için içi ve dışı dediğimizde “Beni bütünlüğümden çıkartıyorsunuz” diyerek kızıyor olabilir mi?
-Kesinlikle evet, içi ve dışı diye bir ikilik kabul etmiyorum. Hem içindeyim hayatın ve hem de büsbütün dışında. Bazen ferah feza, bazen kara kara olsa da lütfedilen hayat benim. Hayat benim içimde olan şey. Ben varsam var hayat, dahlim kadar var, özüm kadar, özgürlüğüm kadar var. İnancım kadar ve inancımın beni şekillendirdiği kadar var. '
Sizin “Hayat Ağacı” isimli bir radyo programınız var. Hayat bir ağaç mı, öyleyse nasıl bir ağaç?
-Hayır hayat bir ağaç değil, lakin ağacın da bir hayatı var. Kökleri var geçmişe uzanan ve nerden geldiğini asla unutturmayan. Dalları var ukbaya uzanan ve nereye gideceğinin bilincinde olan. Gölgesi var onu yok sayanlara varlık delili babında ve renkleri var her mevsim başkalaşan, her mevsim göz kamaştıran.
Radyo sizin için hayat ağacının meyveleri mi, gölgesi mi? Ya da radyo hayat ağacının neresinde?
-Biraz soluklanma, biraz ikramda bulunma, biraz ikram edilenden payıma düşeni almak adına var HAYAT AĞACI aslında. İnsan insana ihtiyaç duyar, insan insandan beslenir. Her şeyin yeri muadiliyle dolar hayatta ama insanın muadili yoktur. Bir insanın yeri yine ancak başka bir insanla dolar. Ve insanın da ruhu ancak muhabbetle doyar. Biz dinleyicilerimle heybemizde var olanları paylaşıyoruz Hayat Ağacı'nda. Hayata dokunuyoruz, hayatın bize dokunmasına izin veriyoruz. Bazen bir şarkının nağmelerinde yerle yeksan oluyor, bazen bir türkünün diriliş müjdesiyle kendimize geliyoruz. Bilirsiniz ki ''Saye'' gölge demektir. Biz HAYAT AĞACI'nın sayesinde.
Radyoculuğu eğer ses vermek şeklinde tanımlarsak nasıl bir ses veriyorsunuz dinleyicilerinize?
-Ben duyduğum sesleri hep davet olarak algılarım. Bir yerden bir yere göçmek gibi. Kapıların açılması veya kapıların kapanmasının vesilesidir söz ve ses. Ve muradım sözümün ve sesimin insan yüreğine dokunabilmesidir. Ne muhteşem bir şeydir; birinin içinde solmakta olan çiçekleri yeniden canlandırabilmek. Umut olmak, neşe olmak, birini hayata yeniden davet edebilmek benim sesimin ve sözümün yükselme gayesi.
Bizim Radyo’da mı başlamıştınız mikrofondan ses vermeye?
-Hayır. Radyo televizyon öğrencisiydim ben. İlk mesleki deneyimim TGRT radyoda sanat müziği içerikli ''GRAMOFON'' programıydı. Mikrofonla ünsiyetim böyle başladı. Sonrasında TV programları yaptım. Aynı zamanda TV de yapımcılık, yönetmen yardımcılığı, metin yazarlığı da yaptım. Hafta içi her gün kuşak programı olarak girdi ''HAYAT AĞACI” dünyama. Çeşitli TV kanallarında aynı isimle devam etti. Ve sonra radyolarda devam ettik.
TV seyircisi genellikle pasif. Radyo için durum ne?
-Radyonun her zaman başka bir tılsımı başka bir ahengi vardır. Sadece dinleyiciye değil, kendine de daha yakınsındır radyoda. Birebir iletişimi daha sakin ve daha samimi sağlayabiliyorsun radyoda. TV de de canlı yayına bağlanırdı izleyicilerim telefonla ama birinin görünür diğerinin görünmez olması sanki dengeyi kaybettiriyor, samimiyete de mesafe koyuyor gibi. Radyoda suretten uzak, daha iç dünyaya yakın bir eylem bir oluşum var.
Program sona erdiğinde “İşte bu, harikaydı” mı diyorsunuz yoksa “Yine istediklerimi tam anlatamadım” mı diyorsunuz?
-Her şey olduğu kadarıyla harikadır benim için. Hani derler ya ''Adım Hıdır elimden gelen budur'' diye. Samimiyetle ve severek yaptığım her şey olduğu kadarıyla harikadır benim için. Daha iyisine ulaşmak için değil de daha iyisi olabilmek için kendimi geliştirmeyi tercih ediyorum. Hayat deneyimlerim arttıkça dokunduğum her şey her gün daha güzele doğru gidiyor. Buna inanıyorum.
Sizin radyoculuğunuzda şiir nerede duruyor?
-Şiir benim hayatımın merkezinde duruyor. Her şiir başka bir şehirdir. Sokak sokak gezmek gibi. Bazen çok ferah bir sokaktasınız, nefesinizin başka nefeslerle karıştığını hissedip çoğalıyorsunuz, bazen çıkmaz bir sokakta nefes alamadığınızı hissediyorsunuz. Duygular her şekilde anlatılabilir ama en güzel şekli şiirdir benim dünyamda. Kutlu bir eylemdir. Ve değil radyoda, iki üç kişiden oluşan dost meclislerinde bile her ana sıkıştırabilirim ben şiiri. Dinleyicilerim de bu sevdamı bildiklerinden ve sevdiklerinden olsa gerek sık sık şiir okumamı isterler ve ben çok mutlu olurum.
Seslendirdiğiniz şiirler biraz da siz midir ya da bir şiir nasıl siz olur?
-Elbet bazı şiirlerin tepeden tırnağa ben olduğunu düşünüyorum, ya da ben tepeden tırnağa o şiire dönüşüyorum. Ruhuna inebilmek lazım şiirin. Ne dediğini ne fısıldadığını hissetmek lazım. Seni nereye çektiğinin farkında olmak lazım. Davet edildiğin yere ait olduğunu ya da o yerin yabancısı olduğunu ancak farkındalığını yüksek tutarsan anlayabilirsin.
Peki, türküler ve radyo dersek aralarında ilişki için tutkulu diyebilir miyiz?
-Türkü her yerde ve her zaman bizimdir, bizden olandır. Şiirler türkü olur, türküler şiir. Radyo dinleyicisi sıra türküye geldiğinde radyonun sesini biraz daha açar. Ve biz sunucular da biraz daha coşarız. Çünkü türkü bir akarsu, coşkun bir nehirdir. Bize bilinmez duyguların, yaşanmış anıların, hüzünlerin, sevdaların, öğütlerin, bilgeliğin kapısını açar.
Kendini sevme noktasında neredesiniz?
-Kendini bilen ve kendini seven Rabbini bilir ve sever. Hatalarımla, yanlışlarımla, kaybedişlerimle, kazanımlarımla, gücümle, zaaflarımla seviyorum kendimi. Yaş aldıkça seviyorum kendimi. Hayattaki coşkumla seviyorum kendimi. Her gün yeni bir savaşa girip yeni anlaşmalar yapıyorum kendimle. Çünkü her gün yeniden var oluyorum. Eksiklerimi fark edip tamamlama gayretinde olduğum için kendime teşekkür ediyorum.
Her durumda kendinizi mi seçersiniz?
-Her durumda kendimle baş başa kalıyorum. Seçimlerimin ne olduğunun çok farkında olmadan geçen günün akşamında, elde ne var diye soruyorum. Birileri için fedakârlık yapmak, birileri için katlanmak, birilerini hoşnut etmek gayretinden uzağım ama asla dünya benim etrafımda dönüyor gibi yaşamıyorum. Birileriyle mutlu olmayı, birileriyle tamamlanmayı, birileriyle yol almayı benimsiyorum. Bence hepimiz, birbirimizin her halini kabullenerek birbirimize ne mesafede duracağımızı bilerek, birbirimiz için hayatı daha güzel ve anlamlı kılabiliriz.
Gece programı da yapan bir radyocu olarak güneşle nasıl bir ilişkiniz var?
-Gece mi gündüz mü deseniz ben geceleri daha çok severim. Daha çok kendimle baş başa kalıp, okuyabildiğim yazabildiğim için, sessizliğin verdiği huzur için. Ama gün ışığı da başka bir umut, bir heyecan, diriliş muştusu. Güneşle birlikte aydınlanan günün ve uyanan insanlığın telaşını da seviyorum.
Gördüğüm kadarıyla renklisiniz. Peki, en çok hangi renksiniz?
-En çok mor rengi seviyorum. Renkleri çok severim ama renklerin dilini pek bilmem. Bir uzmana sormam lazım aslında. Mor renk benim ruhumu neden daha özgür kılıyor, neden beni Balkanlara götürüyor, neden geçmişin dilini kullanıyor. Leylaklar mesela kokusunu renginden mi alıyor, mor oldukları için mi bana bu kadar güzel geliyorlar. Aklımda deli sorular :)
Takı sevdiğiniz belli… Her biri bir şiir mi yoksa?
-Gümüşün zarafetini severim. Anadolu motiflerinin olduğunu takıları severim. Ustaların her nakışı başka duygularla işlediğine inanırım. Kadının süsüdür takı, süslenmek de her şey gibi dozunda güzeldir. Ve takılarımın çoğunun hatırası vardır, yaşanmışlığı olan şeylerin talibiyim hep.
En çok seslendirmeyi sevdiğiniz ve her yorumlayışınızda ruhunuzdan kelebeklerin havalandığı şiir kime ait ve hangisi?
-Kelebeklerin havalandığını hissettiğim şiir, Bahaediin KARAKOÇ' un ''IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN '' şiiridir. Her an sevdiceğin kapıdan girecek, başını okşayıp, bir ihtiyacın var mı diye soracakmış gibi. Yorulmuşsun ben yokken, gel dinlen baş ucumda diyecekmiş gibi. Hafif bir ilkbahar esintisiyle bana müjdeler sunacak gibi...
Telaş ile programa koştururken rastladığınız kanadı kırılmış bir serçenin ürkek sekişi sizi durdurur mu ve bu mikrofona nasıl taşınır?
-Her telaşımı, her planımı, her yönümü değiştirebilir bana ihtiyaç duyulan noktaya ulaşma gayretim. Bir serçenin acısını dindirebileceksem, dağ olsa aşarım, yoruldum demem. Ben mikrofonda da hayatın tüm seyrinde de evvel merhamet ve adalet diye yol alırım. Tatmin olamadığım hiçbir yerde, cennet olsa gözüm yok.
Sosyal mecra ile aranız nasıl?
-Sosyal olmayı seviyorum. Paylaşmayı seviyorum. İnsandan besleniyorum. Sosyal medyada da kendi dünyamı, neşemi, hüznümü, hedeflerimi paylaşmayı seviyorum. Tanımadığım insanlarla bu vesileyle tanış olmayı seviyorum.
Radyonun size göre misyonu nedir, ne olmalıdır? Bir oranlama yapacak olursak ne kadar neler yer almalıdır?
-Radyo günümüzde maalesef hak ettiği yerde değil. Daha çok insana ulaşabilmeli ve daha çok rağbet görmeli. İnsanları sıkmadan, insanların zihninde ve gönlünde yer edebilecek, işlerimi hallederken ya da yürürken, yolculuk yaparken vaktimi hem keyifli ve hem de verimli geçirdim dedirtecek programlarla radyo can bulmaya devam etmeli.
Yeni radyocu adaylarına bir şey söylemek ister misiniz son olarak?
-Seviyorlarsa devam etsinler. Heyecan duyuyorlarsa, her gün ilk kez mikrofon başına geçiyormuş gibi hissediyorlarsa devam etsinler. Sadece bir iş olarak değil, bir muhabbet vesilesi görüyorlarsa devam etsinler. Dinleyiciyle bütünleşebiliyorlarsa, onların sevinçleri ve hüzünleri kendilerinde bir karşılık buluyorsa devam etsinler. Unutmasınlar ki; söz sadece söz değildir, türkü sadece türkü, şiir sadece şiir, insan da sadece et ve kemik değildir. Sonsuz sevgi ve muhabbetle