Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey ahlak... Fakat hemen akla ilk gelen anlamıyla anlaşılmasın lütfen. Kimin ne giydiğinden, ne yediğinden, ne içtiğinden tasavvur edilen değil; daha derin bir manasıyla ahlak kavramından bahsediyorum.
Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey ahlak...
Fakat hemen akla ilk gelen anlamıyla anlaşılmasın lütfen. Kimin ne giydiğinden, ne yediğinden, ne içtiğinden tasavvur edilen değil; daha derin bir manasıyla ahlak kavramından bahsediyorum.
"Kul hakkı" kavramının merkezde olduğu bir ahlak anlayışından ve bu anlayış üzerine bina edilecek bir idraki kavrayıştan bahsediyorum.
300 yıldır tüm İslam Coğtafyasında ekonomik kalkınma ile ilgili problemlerden bahsediyor, düşünüyor, taşınıyor, siyasi ve içtimai faaliyetlerle bu ortak sıkıntımıza çare bulmaya çalışıyor fakat ısrarla gereken düzeyde başarılı oluyoruz.
Neden?
Nedeni o kadar basit ki. Ekonomik kalkınma için iki şeye ihtiyacımız var ve biz bu iki alanda bir türlü kalkınamıyoruz. Ahlak ve Eğitim.
Doğru eğitim bu karışımın olmazsa olmazı ama onun bu bileşende tepkimeye girmesi için ihtiyacımız olan ana element ahlak...
Ahlaki Kalkınma'yı ciddi bir travma yaşamadan gerçekleştirip ülke içinde milli,coğrafyamızda manevi beraberliği gerçekleştirip adil bir ekonomi modeli var adebilir ve bunu iktisadi faaliyetler aracığılıyla bölgemize ihraç edebilirsek bu coğrafya için ciddi bir şansımız var!
Her geçen gün daha da yozlaşan ve içi boşaltılan değerlerin iç dünyamızdaki kontrol gücünü yitirmesi iktisadi faaliyetlerimizde ciddi olumsuzluklara ve doğal olarak her milleti bir arada tutan toplumsal uzlaşıda düzeltilemez bozukluklara neden olmaya devam ediyor.
Evrensel ahlaki değerlerin ön şartsız kabulu ile oluşan bu toplumsal uzlaşının iktisadi faaliyetler açısından göz ardı edilmesi çeşitli geçici sınıflamalar sonunda toplumları illa ki dar bir zenginler ve kocaman bir fakirler sınıfı halinde ayrıştırıyor. Bugün içinde bulunduğumuz İslam Coğrafyasının en büyük sorunu budur.
Tarih bize apaçık gösteriyor ki vatandaşların iktisadi anlamda insan onuruna yakışır şekilde yaşamasına müsaade etmeyen sistemler sonunda ne olursa olsun berbat bir hale dönmek zorunda kalıyor. Güney Amerika, Ortadoğu ve Asya ülkelerinin bambaşka kültürlerden olmalarına rağmen benzer şekilde yönetilmesiinin nedeni de zaten budur.
Bir ülkenin içinde vatandaşlarının huzuru olmazsa yönetilmesi her geçen gün zorlaşır ve tedbirlerin sertliği artar. Sonunda da işler muhakkak içinden çıkılmaz bir durum alriır ve uzun yıllar bu şekilde yaşadıktan sonra bir daha geriye dönüş ciddi şekilde zorlaşır.
Vatandaşların huzuru maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrıldı ve "Maddi Huzur" başlığının en önemli alt kalemi "İktisadi Huzur" dur. Batı'nın tüm içsel çalkantılarana rağmen bugüne kadar beraber durabilmesinin en büyük nedenlerinden biri insanlığın geri kalanının aleyhine olsa dahi kendi halklarının mümkün mertebe iktisadi huzurunu sağlama gayretidir.
Batı, uzlaşısını sağlamada keşfettiği bu "sus payını" dikkatle gözetir ve bu konuda kendi sınırlarında ortaya çıkan her türlü soruna çözüm bulmak için gerekirse bir başka 3.dünya ülkesini mahvedip onların kaynakları ile sorunlarını çözer.
Kimine zorla silah satıp kendi ekonomisini canlandırır, kiminin doğal kaynaklarını gasp eder vs.
Bu güçlü olanın güçlü olduğu sürece devam ettirebileceği bir döngüdür ve her zaman güçlü kalınması gerektiğinden ötürü çok fazla zalimlik ister, çok fazla hata yaptırır.
Bu döngünün de muhakkak bir sonu vardır. Bu sus payı ve kontrollü refah sistemine alternatif olacak bir başka sistem de var. Ahlaklı insanların piyasanın kurucuları, oyuncuları, karar alıcıları,üretici ve tüketicileri olduğu evrensel hukuk ve ahlak ilkeleri üzerine kurgulamış, Dayanışma ve kardeş rekabetini içeren, üretim ve tüketimin ihtiras için değil ihtiyaçlar için gerçekleştirildiği, konu üretim ve ticaret olduğunda tüm dünyayı en üst düzey dürüstlük ile kendine çeken, örnek olan, toplumun ihtiyaç sahibi tüm kesimlerine temel ihtiyaçlar kapsamında (barınma, sağlık, eğitim, güvenlik ve gıda) gerek devlet gerekse sivil toplum kuruluşları ve bireysel faaliyetlerle destek olan, kusursuz bir vergi sistemine sahip, sebebi ne olursa olsun asla ama asla iktisadi ve hukuki meselelerde kimseye imtiyaz tanınmayan, ücretlendirmeyi insan onuruna yakışır şekilde ve vergilendirmeyi de kusursuz bir adaletle düzenleyen; yukarıda bahsedilen hususlara zarar verecek şekilde gelir elde edilmesine izin verilmeyen (faiz, stokçuluk, kumar, halkın sağlığına ve ahlakına zararlı işler vs.) bir sistem...
İşte biz bu sisteme, yani insanın yaratılış gayesini idrak ederek iktisadi faaliyetlerini düzenlediği, zenginliğin de fakirliğin de sınav olduğunu bildiği, dünyanın geçici bir konak hükmünde olduğunu bilerek ahlak ipinden ayrılmadan yaşadığı ve yaşattığı sisteme "İslam Ekonomisi" diyoruz...
Hangi isimle isimlendirildiğinin önemi olmaksızın, en azından kendi ülkesi ya da coğrafyası sınırlarında bu ekonomik tarife yaklaşan bir sistemde yaşayanların refah seviyelerinin yükseldiğini bu çerçeveden uzaklaşanların ise git gide daha bedbaht halde geldiklerini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Bu nedenle de tekrar başa dönüp ısrarla aynı şeyi söylüyoruz:
Her şey ahlakla başlar ve bunun dünyadaki temsilciliği hususunda en büyük vazife Müslümanlar düşer. Çünkü Efendimiz (sav) "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" diyen önderimizdir...