Bahar, toprağa düşen bir cemreyle değil, yüreğimize düşen bir umutla başlar aslında. Şubatın son demlerinde, gökyüzünün gri tonları arasından sızan bir ışık huzmesi gibi düşer ilk cemre havaya… Sonra suya, nihayetinde toprağa. Anadolu’nun kadim halk takvimi, kışın hükmünü yitirişini bu üç kutsal düşüşle müjdeler.
Peki nedir bu cemre? Neden ısınan hava, eriyen kar suları ve canlanan toprak, atalarımızın dilinde “ateş parçası” anlamına gelen bu sözcükle buluşur?
Cemre, bir meteorolojik olgudan öte, insanın Rabbi ile kurduğu şiirsel bir diyalogdur. İlkbahar eşiğinde, tabiatın ritmine kulak vermenin, toprağın nefesini hissetmenin kadim bir yöntemi.
İlk cemrenin 19-20 Şubat’ta havaya düşmesiyle başlayan bu döngü, 26-27 Şubat’ta suları ısıtır, 5-6 Mart’ta ise toprağı…
Anadolu insanı için bu tarihler, tarlaların sürüleceği, tohumun ekileceği, kış uykusundaki hayatın uyanacağı zamanın habercisidir. “Cemre düştü, sıra baharda” der ninelerimiz, ellerinde çeyizlik bezlerle güneşi karşılarcasına pencere önlerine çıkarlar…
Cemre, sadece sıcaklık artışını değil, insanın doğayla kurduğu görünmez bağı da simgeler. Halk şiirlerinde “cemre düşmesin aşkımıza” diye yakaran âşıklar bile bilir ki; bu düşüş, bir yıkım değil, yeniden doğuştur. Toprağa düşen son cemre, aslında bir çağrıdır: “Artık uyanma vakti!” Bu çağrı, yüzyıllarca çiftçinin tarlasına attığı ilk tohumla, göçmen kuşların kanat çırpışıyla, kır çiçeklerinin boy vermesiyle yankılanmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de kudret sahibi olan Cenâb-ı Allah (cc) şöyle buyurur: *“Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir.”* (Rum Sûresi, 30/50).
Toprağın altında çürüyen bir tohumun baharda filizlenişi, dalları kışın beyaz kefene sarılmış ağaçların yeşil yapraklarla hayat buluşu, sadece tabiatın döngüsü değil; haşrin, yani ölümden sonra dirilişin birer müjdesidir. İşte cemre, bu ilahî sanatın yeryüzündeki nakışlarından biridir. Zira Allah’ın “Muhyî” ismi—hayat veren, dirilten—her baharda toprağa düşen bu ateş cemreyle tecelli eder.
Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur’da baharın dirilişini haşrin delili olarak sunar: *“…Cenâb-ı Hakk’ın İsm-i A’zamının tecellisiyle haşr-i a’zam, bahar gibi kolay ispat edilir.”* (Onuncu Söz). Tıpkı kışın ardından dirilen tabiat gibi, insan da topraktan yeniden yaratılacaktır. Cemre, bu hakikatin mütevazı bir hatırlatıcısıdır. Her tomurcuk, *“Kâinatın Rabbi, sizi de ölümünüzden sonra diriltecek”* diyen bir ayet gibidir.
Son yıllarda İklim krizi mevsimleri karıştırırken, cemrelerin ritmi bozulsa da asıl kaygı, insanın vicdanının soğuması.
İslam coğrafyasının liderleri, Gazze’de gökyüzüne yükselen çığlıkları görmezden gelirken; şehitlerin kanlarıyla, çocukların gözyaşlarıyla sulanan topraklarda cemrenin ısıttığı bereket değil, zulmün dikenleri yeşeriyor. Oysa Kudüs’ün taşı, Gazze’nin kumu, hepimizin ortak vicdanı değil midir? Nasıl ki toprağa düşen cemre dirilişi müjdeler, insanlığın uyanışı da ancak mazlumların sesine kulak vermekle başlar.
Son söz:
Cemreler düşerken, yalnızca termometrelere değil, yüreğimize de baksak… “Isınan” sadece hava değil, Rabbimize ve mazlumlara olan sevgimiz olsa… Zulme rıza göstermeyen imanımız olsa…
Bir sonraki cemrenin Müslümanların kalbine düşmesi dileğiyle…Taş kalpler erisin, Filistin’in çığlığı gönüllerde yankılansın. Ve inşALLAH o gün, nehirden denize özgür Filistin’in şarkısı, Gazze’nin küllerinden doğan bir bahar olur.Tıpkı toprağa düşen cemre gibi, müslümanlar da uyansın: Zulmün kışı ne kadar uzun olursa olsun, adaletin baharı mutlaka gelecektir...
Tıpkı kışın ardından dirilen tohumlar gibi, biz de içimizdeki donmuşlukları eritip, rahmetin meltemiyle yeniden doğabiliriz. İşte asıl bahar, o zaman olur….