Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun mobilya, dekorasyon ve inşaat sektöründeki devi AGT Ağaç Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin kurucusu, hayırsever iş adamı Ahmet Söylemez geçtiğimiz hafta 85 yaşında hayatını kaybetti. Sessiz bir şekilde bu dünyaya göç eden, hayırsever ve çalışkanlığı ile bilinen Ahmet Söylemez ise geriye bir başarı hikayesi bıraktı.
ŞİRKETİNİ İLK 500 İÇİNE SOKTU
Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun önde gelen şirketlerinden AGT’nin (Ahşabı Geliştiren Teknoloji) kurucusu, hayırsever iş insanı Çorumlu iş adamı Ahmet Söylemez, 85 yaşında hayatını kaybetti. Antalya iş dünyasında gerçekleştirdiği ticari faaliyetlerle saygınlık kazanan sanayici iş insanı Ahmet Söylemez'in vefatı büyük üzüntüye neden oldu.
GÖSTERİŞ VE ŞATAFATTAN UZAKTI
Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Bayer iş dünyasında önemli bir yere sahip olan Ahmet Söylemez'in vefatıyla ilgili bir yazı kaleme aldı. Yalçın Bayer Antalya’nın en zengin iş insanlarından biri olan Söylemez’in şirketini Türkiye’nin ilk 500 şirketi arasına soktuğunun altını çizerken gösteriş ve şatafattan uzan bir yaşam sürdüğünü söyledi.
"Ölümünden kimsenin haberi olmadı: Şirketi 500 şirket arasında yer alan Ahmet Söylemez sessizce öbür dünyaya göç etti" başlığıyla Ahmet Söylemez hayatını anlatan Yalçın Bayer şunları yazdı...
Bir hafta önce hayatını kaybetti. Ama Antalya, bugüne kadar hiçbir iş insanının ölümüne bu kadar sessiz kalmadı. Adı; Ahmet Söylemez’di. Antalya Organize Sanayi’deki AGT Ağaç Sanayi ve Ticaret AŞ’nin kurucu patronuydu.
Antalya’da 1984 yılında kurduğu imalathaneyi bir fabrikaya dönüştürüp, Türkiye’nin ilk 500 firması arasına sokmayı başaran bir iş insanı.
1971 yılında Seydişehir Alüminyum Rus teknolojisiyle kurulurken, Rusya’ya gönderilen mühendisler arasında yer almış. Zamanla yolu Kastamonu Entegre’ye düşmüş ve yönetiminde görev almış. Sağlık nedeniyle ayrılınca Antalya’ya yerleşmeye karar vermiş. Antalya’da kendine yeni bir yol çizerken, Kastamonu Entegre’deki deneyiminin etkisiyle 1984’te bir şirket kurmuş. Kendisi fizik mühendisi iken iki oğlunu da okutmamış, şirketi yönetsinler diye çekirdekten yetiştirmiş. Çocuklar kendilerini eğitmişler biri hem fabrikada çalışmış hem psikolojiye yönelmiş. Kişisel yaşam koçu olacak kadar geliştirmiş kendini. Diğeri fabrikada işin yanı sıra tasarı konusunda yeteneğini konuşturmuş. Babanın aklında fikrinde ise hep iş varmış. Sağlık nedeniyle yerleşmeye karar verdiği Antalya’yı sadece bir kazanç kapısı olarak görmüş. Bazı iş insanları gibi gösterişli, şatafatlı bir yaşam sürmemiş.
Sosyal çevresi pek olmamış, hayatın nimetlerinden uzak durmuş. Belki de inancı gereği böyle bir yola girmiş, kazanmış, büyümüş.
Antalya’dan kazanmış ama şehir ile bütünleştirmemiş şirketini. Çalışanları mutlu etmiş hep. Antalya’nın bir etkinliğine maddi, manevi destek olmamış. Sadece vergisini vermiş, rekortmen olmuş.
Ne zaman toprağa verildiği bile yazılıp çizilmemiş. Varlıklıydı ama halkın haberi bile olmadı vefatından. Haberi olan iş dünyası da bir ‘Allah rahmet eylesin’ sözünü esirgedi.
Ne diyelim; Allah rahmet eylesin.
Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşundan biri olan AGT A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı ve Ahmet Söylemez’in oğlu Mehmet Semih Söylemez daha önce babası hakkında yazdığı bir yazıda babasını nasıl rol model aldığını anlatırken ona olan sevgisini dile getirmişti.
İşte Mehmet Semih Söylemez'in o yazısı...
“SENİ SEVİYORUM BABA” DİYEBİLMEK…
İnsan 16-17 yaşında, babasının kurduğu işte, iş hayatı ile tanıştığında, önünde örnek alabileceği tek insan doğaldır ki babası oluyor. Babam Ahmet Söylemez bir tarafta Fizik mühendisliğinin getirdiği “analitik zihni”, diğer tarafta ise Anadolu insanının çelebi tavrının onda hayat bulmuş olması, onu bir okul olma boyutuna taşımıştı. Hayatın göreliliği, 1+1’in her zaman 2 etmediği gibi, bilimin üzerinde kafa yorduğu bilgilerin yanı sıra, hayat üzerine; çalışmak ile kendine vakit ayırmak arasında bir denge kurulmasının, “mutlu bir insan” olabilmek için ne kadar değerli olduğunu da babamın anlatılarından öğrenmiştim.
Ondan öğrendiğim ve çok önemsediğim konulardan biri de; -ki bu günümüzün en büyük sorunlarından biridir- şirketlerin sağlıklı bir gelişim eğrisine sahip olması gerektiği konusudur. Birçok firma da gözlemlediğimiz şey; eğrinin yatay seyrettiği, bir başka deyişle yerinde saydığıdır. Gerçekte, yerinde saymak küçülmektir. Bu sanılanın aksine finansman ya da benzeri şeylerden çok, şirketi yönetenlerin zihinlerini sürekli geliştirmeleriyle gerçekleşebilir olduğu fikridir. Çoğu kişi bunları söyler, ama kendisi “dönen dünyanın duran noktası”dır. Babam, kendi zihinsel gelişimini sürekli diri tuttuğu için, ona bakan bizlerde, doğaldır ki olumlu anlamda etkilenmişizdir.
Kısacası onun davranışları bir okuldur. Öğrendiğim en önemli öğreti de budur aslında. Davranışlar ile zihin paralel olmalıdır…
Öğrenmeyi sevmek… Habitatınızdaki insan profili, sizin nasıl bir insan olduğunuzu belirliyor. Babamın sürekli araştırıcı tarafı, doğaldır ki, onun etrafında olan insanlara da sirayet etmişti. Bugün, her an yeni bilgilerin aktığı bir dünyada, yeniye yabancı olmamanın, başarılı olabilmenin en önemli tarafını “öğrenme isteği” ve “yeni karşısında ön yargısız” olabilmekten geçtiği inancı, genlerimize işlediyse, bir model olarak babamın bunda etkisi büyüktür. Bütün bunların üzerinde de “duygu” ve “insan olma” vasıflarını hiç kaybetmeme… Belki de bizim şirketimizin başarısının altında bu yatar. Zira teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, “insan” bu işin ana öznesi, o nedenle “duygu” –garip gelse de- bu işin çok önemli bir kısmını oluşturuyor. “Duygusal olmadan, duyguyu kaybetmemek”… Bu önemli bir öğretidir, babamdan aktarılan.
Bugün “birlikte başarmak” diye bir bilinçten söz edebiliyorsak, bunun arkasında baba oğul ilişkisinin sağlıklı bir düzlemde olması vardır. Sizin doğru ilişkiniz, tüm çalışanlarınıza da yansır. “Birlikte Başarmak” kitabımın ana fikirlerinden biri “çift kanatlı olmak”tır. Bu da o sağlıklı düzlemlerde, birlikte uçabilme isteğiyle olabiliyor. Aile şirketlerinin kuşaktan kuşağa uzun soluklu yaşayabilmesinin altındaki irade, kuşakların birbirlerine eşit oranda saygı göstermesi, büyüklerin ise daha toleranslı olabilmesi ile gerçekleşiyor. Bizim dinamizmimizi bu oluşturuyor.
Şu bir gerçektir ki; baba oğul ilişkisi, -hele bir de birlikte çalışılıyorsa- 30-35 yaşlarına kadar, inişli çıkışlı bir seyir izler. O yaşlar geçildikten sonra baba/ oğul hiyerarşisi kırılıyor ve insanlar birbirini daha iyi anlıyor, anlamak için çaba sarf ediliyor… Burası bir eşik aslında. O eşiğin aşılması, şirketlerin önünü de açıyor… Bugün her gün babamla sohbet / istişare etmesem, bir eksiklik hissederim.
Babam ve kardeşim ile birlikte belki de en büyük özelliğimiz, aslında farklı düşüncelere ve farklı zihinlere sahip olmamız. Biz bunun bizim en büyük zenginliğimiz olduğunun farkındayız. Gelişmenin dinamiği de bu sanırım. Bunun farkındalığı ile birbirinin düşüncesine saygı göstermek, tartışmaları, tartışmada bırakabilmek, “birlikte başarma” düşüncesinin arkasındaki temel davranış biçimimiz. Bunun itici gücünü de “saygı” oluşturuyor…
Ben 33 yaşında iken, babama sarılıp, “seni seviyorum baba” demiştim. Bu aslında, babalarla gerçek anlamda sağlıklı diyalog kurabilmenin, onları anlamanın ve onlarında evlatlarını anlamalarının miladı sayılabilir…