Nisan ayı başından bu yana Demokratik Suriye Güçleri (SDG) ile Şam yönetimi arasındaki ilişkilerde art arda olumlu gelişmeler yaşandı. Ayın başında taraflar arasında varılan anlaşma kapsamında, SDG’nin 2013’ten bu yana Halep’te kontrol ettiği Eşrefiye, Şeyh Maksud ve Helluk mahallelerinden çekilmesi ve karşılıklı esir değişimi öngörüldü. Anlaşmanın iki aşaması da uygulamaya konuldu.
12 Nisan’da ise Suriye hükümeti ile SDG arasında ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon’un himayesinde yeni bir anlaşmaya varıldı.
Bu anlaşma, Halep kırsalındaki Tişrin Barajı çevresinde konuşlanmış olan SDG güçlerinin ve Savunma Bakanlığı’na bağlı diğer grupların bölgeden çekilmesini öngörüyor.
Ayrıca, bölgede SDG’ye bağlı Asayiş güçleri ile birlikte Suriye iç güvenlik birimlerinin konuşlanması ve ortak bir komitenin bu bölgeyi denetlemesi kararlaştırıldı. Bu anlaşmayla birlikte, Esed rejiminin 2024 sonlarında düşmesinden bu yana bölgede yaşanan şiddetli çatışmalar sona ermiş oldu.
Öte yandan, Mart ayı başında Başkan Ahmed Şer’i ile SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi arasında imzalanan çerçeve anlaşması doğrultusunda, SDG’nin Suriye devlet kurumlarına entegre edilmesini takip edecek ulusal komite çalışmalara başladı.
Bu bağlamda, SDG’nin Şam yönetimine yeni tavizler vermesinin ardındaki nedenlere ve askeri çözümden vazgeçerek birleşik Suriye içinde bir tür yerinden yönetimi kabul etmesinin arka planına dikkat çekilmesi gerekiyor.
ABD güçlerinin yeniden konuşlanması
Mart ayının sonlarından itibaren ABD güçleri, Suriye’nin Cezire bölgesindeki askeri varlığını azaltarak Irak’taki Ayn el-Esed ve Harir üslerine kaydırmaya başladı.
Saha kaynaklarından elde edilen bilgilere göre, en az 5 ABD askeri konvoyu, savunma ekipmanları ve beton siperlerle birlikte Suriye'den Irak topraklarına geçti. Bu kapsamda, ilk kez savunma silahlarının da bölgeden çıkarıldığı belirtildi.
Konvoyların Deyrizor’daki Ömer petrol sahası ve Koniko gaz sahası ile Haseke’deki Tel Bayder ve Harap Cir üslerinden hareket ettiği bildirildi.
ABD’nin bu yeniden konuşlanma süreci, Başkan Donald Trump’ın İran’a yönelik tehditleriyle aynı döneme denk geliyor. Bu nedenle, ABD’nin Irak’taki askeri varlığını güçlendirmesi ve Hint Okyanusu’ndaki üsse B-2 tipi stratejik bombardıman uçaklarını taşıması dikkat çekiyor.
Ayrıca, Trump yönetimi ile İran arasında Umman’da sürdürülen ve Amerikan medyasınca “kritik” olarak nitelenen müzakereler, Washington’un şu anki önceliğinin İran dosyası olduğunu gösteriyor.
Türkiye'nin Artan Etkisi: SDG’nin Manevra Alanı Daralıyor
Demokratik Suriye Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi, Tişrin Barajı anlaşmasının ardından yaptığı açıklamalarda, bu anlaşmanın Türkiye’nin ön koşullarını bertaraf ettiğini ifade etti. Abdi, Ankara’nın açıklamalarında daha ılımlı bir dil kullanmaya başladığını vurgulayarak, SDG’nin Türkiye’nin uyguladığı siyasi ve askeri baskılardan kaçınmaya çalıştığını ima etti.
Ancak Mart ayı başında SDG ile Şam arasında imzalanan ilk mutabakat sonrası, Türk yetkililer anlaşmanın uygulanmasını yakından izleyeceklerini duyurdu. Aynı dönemde, Tişrin Barajı çevresindeki SDG mevzilerine yönelik Türk topçu ve füze saldırıları da devam etti.
Türkiye’nin Suriye dosyasındaki etkisi, Nisan ayının ikinci haftasında ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da kabul ettiği sırada yaptığı açıklamalarla daha da güç kazandı. Trump, Netanyahu’dan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la sorunları çözmesini ve Türkiye’ye karşı makul bir tutum sergilemesini istedi.
Bu açıklamanın önemi, İsrail’in Hama ve Humus’taki bazı askeri hedeflere düzenlediği hava saldırılarının ardından gelmesinden kaynaklanıyor. Söz konusu bölgelerde, Türk uzmanların incelemeler yaptığı ve Suriye hükümetiyle koordineli olarak üs kurma hazırlıklarının sürdüğü biliniyor.
Bu gelişmeler, Suriye'de Türkiye'nin etkisinin giderek arttığına işaret ederken, SDG'nin manevra alanını daraltıyor. Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz’ın son açıklamaları da bu tabloyu güçlendiriyor. Yılmaz, daha önce duyurulan ve Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü kapsayacak bölgesel koordinasyon mekanizmasının yakında devreye gireceğini, merkezinin ise Suriye’de olacağını duyurdu.
Yeni kurulacak bu bölgesel mekanizmanın, IŞİD’in yeniden ortaya çıkmasını engelleme ve Suriye ordusunu terörle mücadeleye entegre etme hedefi taşıması bekleniyor. Bu durum, ABD’nin SDG’ye verdiği desteğe alternatif oluşturma anlamına geliyor. Zira Washington, son yıllarda SDG’ye verdiği desteği, IŞİD’le mücadele gerekçesiyle meşrulaştırıyordu.
PKK’nin Zayıflayan Konumu: Bölgesel Dinamiklerde Dönüşüm İşaretleri
Son aylarda, Demokratik Suriye Güçleri (SDG) ile Şam yönetimi arasındaki yakınlaşmanın önünde engel olarak görülen PKK’nin pozisyonunda dikkat çekici değişimler yaşandı. Önceki raporlarda, PKK’nin SDG Komutanı Mazlum Abdi ile Suriye hükümeti arasında mutabakata varılmasını engellediği belirtiliyordu. Örgütün özellikle SDG kontrolündeki bölgelerde faaliyet gösteren "Devrimci Gençlik" ve "Afrin Kurtuluş Güçleri" gibi yapılanmalar aracılığıyla etkisini sürdürdüğü biliniyor.
Ancak Şubat ayında Washington Enstitüsü tarafından yayımlanan bir analizde, Türkiye’nin PKK’ye karşı yürüttüğü operasyonların ilk aşamasında önemli başarı elde ettiği ifade edildi. Bu başarı, insansız hava araçlarıyla düzenlenen nokta operasyonlar ve Kuzey Irak’taki kara harekâtlarıyla PKK’nin ciddi şekilde zayıflatılması şeklinde tanımlandı.
Aynı rapora göre, operasyonların ikinci aşamasında ise PKK zayıf bir pozisyonda masaya oturmak zorunda kaldı. Şu anda örgütün, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Barzani ailesinin arabuluculuğunda tasfiyesine yönelik müzakereler yürütülüyor.
Bu gelişmelerin hemen öncesinde, Şubat ayı sonunda PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın yaptığı silah bırakma ve örgütün feshedilmesi çağrısı da dikkat çekiciydi. Öcalan, PKK'nin kurulmasına neden olan koşulların artık ortadan kalktığını ifade etti.
İran’ın Zayıflayan Etkisi ve PKK Üzerindeki Yansımaları
Diğer yandan İran’a yönelik baskılar da PKK’nin bölgesel pozisyonunu etkiliyor. İran, özellikle Irak’ta PKK’ye destek veren başlıca aktörlerden biri olarak öne çıkıyordu. İran’a yakın milis grupların yer aldığı Haşdi Şabi yapısı içinde PKK bağlantılı bazı oluşumların, özellikle Sincar’daki YBŞ (Sincar Savunma Birlikleri) üzerinden entegre edildiği biliniyor.
Fotoğraf: İran Devrim Muhafızlarına bağlı, Pastarlar’ın amblemi görülürken, rütbeli İran askerlerinin PKK’lı teröristlerle yan yana durduğu görülüyor.
Ancak Trump yönetimi, Irak hükümetine silahlı grupların devlet kurumları dışındaki faaliyetlerini sonlandırma ve Haşdi Şabi’nin gerçek anlamda entegre edilmesi yönünde yoğun baskı yapıyor. Buna ek olarak, ABD’nin Irak’a tanıdığı İran gazı ithalat muafiyetini sonlandırması da Tahran’ın bölgedeki mali ve siyasi etkisini azaltmaya yönelik bir hamle olarak değerlendiriliyor.
Barış Süreci Sinyalleri: Türkiye'de Kürt Meselesinde Yeni Bir Dönem Mi?
PKK’nin zayıflayan etkisi, yalnızca Suriye değil, bölge genelinde siyasi iklimi değiştiriyor. Türkiye’de de bu yansımalar görülüyor. Nisan ayı içerisinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt siyasetiyle DEM İmaralı Heyeti'ni Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde kabul etti. Bu temas, Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı sonrasında, barış süreci perspektifinde atılan somut bir adım olarak değerlendiriliyor.