The New Yorker dergisi, Benjamin Wallace-Wells imzalı bir makalede, geçtiğimiz cumartesi günü sekiz aylık hamile eşiyle birlikte Columbia Üniversitesi’ndeki dairesine girerken tutuklanan Filistinli aktivist Mahmud Halil’in davasını ele aldı.
Wallace-Wells, Donald Trump yönetiminin bu mücadelede yanlış tarafta durduğunu, çünkü ifade özgürlüğünü savunmanın siyasi açıdan güçlü ve net bir ilke olduğunu vurguladı.
MAHMUD HALİL NEDEN TUTUKLANDI?
Halil’in kısa süre önce Columbia Üniversitesi’nden mezun olduğunu belirten yazar, onun Morningside Heights’ta bir apartman binasının girişinde, İç Güvenlik Bakanlığı'na bağlı dört sivil kıyafetli ajan tarafından karşılandığını aktardı. Ajanların Halil’e öğrenci vizesinin iptal edildiğini ve sınır dışı edilmek üzere tutuklandığını söylediklerini belirtti.
Suriye doğumlu, Cezayir vatandaşı ve Filistin kökenli olan Halil, geçen yıl Columbia Üniversitesi'nde düzenlenen Filistin yanlısı protestoların önde gelen isimlerinden biriydi. Avukatı Amy Greer ile iletişime geçen Halil, avukatının ajanlardan biriyle konuşmasını sağladı. Greer, Halil’in öğrenci vizesine ihtiyacı olmadığını, çünkü ABD'de daimi oturum hakkına sahip olduğunu ve yeşil kart taşıdığını söylediğinde, ajan Halil’in yeşil kartını da iptal etti. Avukat Greer tutuklama emrini görmek istediğinde ise ajan telefonu kapattı.
30 yaşında olan Halil’in kamu yönetimi alanında diploma aldığı, daha önce Birleşmiş Milletler’de staj yaptığı ve eşinin Suriyeli kökenli ABD vatandaşı olduğu bilgisi verildi. Halil’in eşi, gelecek ay doğum yapmaya hazırlanıyor.
Makaleye göre Halil, Columbia Üniversitesi'nde geçen yıl gerçekleşen protestolar sırasında üniversite yönetimi ile öğrenciler arasında arabulucu rolü üstlendi. Ancak üniversitenin oluşturduğu bir çalışma ekibi, kampüste "tehlikeli ve yaygın" bir antisemitizm atmosferi olduğunu, Yahudi öğrencilerin tacize uğradığını rapor etti. Halil ise yaptığı kamuya açık açıklamalarda antisemitizmi reddettiğini ve İsrail hükümetindeki değişimin hem Filistinliler hem de Yahudiler için bir özgürlük anlamına geleceğini savundu.
PEKİ, TRUMP YÖNETİMİ GERÇEKTEN BU MÜCADELEYE GİRMEK Mİ İSTEDİ?
Yazarın aktardığına göre, yönetimin niyeti netleştiğinde, bunun tam olarak istedikleri şey olduğu anlaşıldı.
Beyaz Saray’dan bir yetkili, Free Press haber sitesine yaptığı açıklamada, "Burada iddia edilen şey, onun yasaları çiğnediği değil," dedi. İç Güvenlik Bakanlığı tarafından yayımlanan açıklamada ise Halil’in “Hamas ile bağlantılı faaliyetlere öncülük ettiği” ileri sürüldü. Ancak bu ifadelerin, antisemitizm ile İsrail politikalarına karşı çıkma arasındaki hayati farkı belirsizleştirdiği vurgulandı.
Halil'in sınır dışı edilmesine ilişkin emir, 1952 tarihli belirsiz bir göç yasasına dayanıyordu. Bu yasa, dışişleri bakanına, ABD dış politikasını baltaladığı düşünülen kişilerin daimi oturum hakkını iptal etme yetkisi veriyor. Trump yönetimi, The New York Times gazetesinin belirttiğine göre, Halil’in ABD’de kalmasının, ülkenin antisemitizmle mücadele çabalarını zorlaştırdığını savunarak sınır dışı kararını meşrulaştırmaya çalıştı.
"ETKİLİ BİR MUHALEFET YOK"
Trump yönetiminin Halil’i sınır dışı etme girişiminin, yalnızca onun görüşlerinden hoşlanmamasından kaynaklandığı açıktır.
Yazar, Donald Trump’ın en radikal eylemlerinin, hem siyasi gücünden hem de zayıflığından doğduğunu belirtiyor. Şu anda Trump’ın gücü, Washington'da etkili bir muhalefetin olmamasından geliyor. Bu durum, bazıları mahkeme kararlarını bekleyen birçok federal programda büyük kesintiler yapmasına olanak tanıdı.
Ancak Trump’ın sürekli devam eden bu adımları ve bitmek bilmeyen gümrük tarifesi tehditleri, piyasalarda endişeye yol açtı ve kısa sürede yükselen ekonomik beklentileri yavaşlama korkusuna dönüştürdü. Trump’ın, ekonomik durgunluk olasılığını göz ardı etmeyi reddetmesinin ardından, Fox News muhabiri Peter Doocy, Beyaz Saray’daki bir basın toplantısında alaycı bir şekilde, Dow Jones endeksinde birinin açığa satış yapıp yapmadığını sordu. Bu yüzden Trump’ın, kampanyasında tanıdık bir konuyu, kampüs protestolarını ve özellikle Columbia Üniversitesi’ni gündeme getirmesi mantıklı görünüyor. Çünkü kamuoyunun kendi tarafında olduğunu düşünüyor.
TRUMP'IN ASIL SORUNU NE?
Ancak Trump’ın asıl sorunu, hedef olarak Columbia Üniversitesi’ni seçmiş olmasıdır. Columbia’nın, öğrenci aktivizmi açısından köklü bir geçmişi olsa da aşırı sağın çizdiği, çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılığı dayatan devrimci bir kurum imajına tam olarak uymuyor.
Üniversite, protestolara yanıt olarak kısmen bir komisyon kurdu ve Associated Press’in aktardığına göre, "İsrail’i eleştiren öğrencileri" disipline edebilecek adımlar atmayı değerlendirdi. Ancak bu noktada siyasi hamlelerin dolaylı olduğu görülüyor.
Öncelikle Trump yönetimi, Columbia Üniversitesi’ne yönelik 400 milyon dolarlık federal fonun kesileceğini duyurdu. Trump, bu kesintiyi Yahudi öğrencileri koruyamayan üniversiteyi cezalandırma amacıyla yapacağını söyledi. Ancak bu adım, New York’un yoksul kesimleri için üst düzey sağlık hizmeti sunan bir sistemin finansmanını da kısıtlamış oldu.
Ardından hükümet, Mahmud Halil’e karşı harekete geçti. Beyaz Saray’dan bir danışman, Axios haber sitesine yaptığı açıklamada, yönetimin yeni bir yapay zeka sistemini, yabancı öğrencilerin antisemitik veya İsrail karşıtı ifadelerini sosyal medyada tespit etmek için kullanacağını ve bu öğrencilerin vizelerinin iptal edileceğini belirtti. Ardından ekledi: “Ancak bir davada doğru tarafta olmak hiçbir zaman zarar vermez.”
Dolayısıyla, Trump yönetimi bu mücadelede yanlış tarafta göründüyse, bunun sebebi ifade özgürlüğünü savunmanın güçlü ve net bir siyasi ilke olmasıdır. Joe Biden yönetimi sırasında Cumhuriyetçiler, defalarca muhafazakarların sansüre uğradığını iddia etti. Ancak şimdi, kendileri doğrudan konuşma özgürlüğünü kısıtlamak için çalışıyor gibi görünüyorlar.
Bu kışın başında, Trump, kendisi ve yardımcıları hakkında iftira attığını öne sürdüğü ABC News ile hukuki bir anlaşmaya vardı. Ayrıca Beyaz Saray’daki basın toplantılarında, Associated Press ve CNN gibi büyük medya kuruluşlarının muhabirlerinin yerlerini değiştirerek, bu yerleri ideolojik açıdan muhafazakar medya organlarına verdi.
TRUMP TASFİYE PEŞİNDE Mİ?
Trump’ın hükümeti daha verimli hale getirmek ve israfla mücadele etmek amacıyla kurduğunu iddia ettiği kurumlar bile, Reason dergisinden Veronique de Rugy’ye göre, esasen Washington’daki sol kültürel politikaları ve temsilcilerini tasfiye etmeye odaklanmış durumda.
Wallace-Wells, Trump ve müttefiklerinin hoşlarına gitmeyen söylemleri doğrudan şiddetle ilişkilendirdiğini ifade ediyor. Örneğin Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson, Mahmud Halil’i "hırslı bir genç terörist" olarak nitelendirdi.
Beyaz Saray’daki bir etkinlik sırasında, Tesla’nın satışlarının ve hisse senedi değerlerinin sert düşüş yaşadığı bir dönemde, Trump’a Tesla bayilerinde yaşanan bazı vandalizm olaylarının iç terörizm olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği sorulduğunda, “Evet, öyle yapacağım. Onları durdurmalıyız.” şeklinde yanıt verdi.
Ancak yazar, Trump ve müttefiklerinin ifade özgürlüğünü ihlal etme cesaretine karşılık, karşı tarafın aynı cesareti gösteremediğini belirtiyor.
Halil’in sınır dışı edilmesini kınayan bir bildiri yayınlayan Kongre’deki ilerici Demokratlar, sadece 14 imza toplayabildi. Bu durum, Demokratların bu protestolarla açıkça ilişkilendirilme konusundaki tereddütünü ve çekincelerini ortaya koyuyor.
Oysa Halil’in ifade özgürlüğünü savunmak, onun görüşlerini savunmayı gerektirmez. Öyle ki, sağcı yorumcu Ann Coulter bile bu noktayı vurgulayarak, "Sınır dışı edilmesini istediğim pek çok insan var ama eğer suç işlemedilerse, bu Birinci Anayasa Değişikliği’nin ihlali değil mi?" diye sordu.
Trump, pazartesi günü yaptığı açıklamada, Halil’in tutuklanmasının, birçok tutuklamanın başlangıcı olduğunu söyledi.
İki gün sonra, New York'taki federal mahkemede Halil'in ilk duruşması yapılırken, o duruşmaya bile katılamıyordu. Halil, Louisiana’daki Jena Göçmen Gözaltı Merkezi’ne gönderilmişti.
Mahkeme binasının dışında ise yüzlerce protestocu toplanmıştı. Belki de onlar da Trump gibi farkındaydılar:
Mahmud Halil’in davası, anayasal açıdan kritik bir mücadelenin sonu değil, sadece başlangıcıydı.
"TRUMP İFADE ÖZGÜRLÜKLERİNİ HEDEF ALIYOR"
New York’taki mahkeme binasının önünde toplanan yüzlerce protestocu, bu davanın yalnızca Halil’in geleceğiyle ilgili olmadığını biliyordu. Trump yönetimi, ifade özgürlüğüne yönelik saldırılarını giderek daha geniş bir alana yayarken, bu dava, Amerika’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlarını belirleyecek bir dönüm noktası olabilirdi.
Halil’in eşi ve avukatları, onun serbest bırakılması için mücadele ederken, destekçileri de ülke çapında protestolar düzenlemeye başladı. Ancak Trump’ın açıkça duyurduğu gibi, bu yalnızca bir başlangıçtı ve yönetimi, benzer düşüncelere sahip daha fazla kişiyi hedef almaya hazırlanıyordu.
Halil’in davası, Amerikan hukuk sisteminin ve ifade özgürlüğünün ne kadar dayanıklı olduğunu gösterecek bir sınav haline gelmişti. Mahkeme kararları, kamuoyu tepkileri ve siyasi hesaplar bu sürecin gidişatını belirleyecekti.
Ancak tek bir şey kesindi: Bu mücadele burada bitmeyecekti.