Hangi köşeyi, kim kapacak?
Dünya da en çirkin siyaseti yapan ülke İngiltere; en büyük katliamları yapan ülke de Amerika’dır.
İngiltere II. Dünya savaşında sadece stratejik olarak vardı, asıl savaşı sürdüren Amerika’ydı. Fransa, Amerika sayesinde kurtuldu.
Zaten bugünkü gündem de bu değil mi? Fransa kendi halkı ile uğraşamayan bir devlet haline getirildi. Neden? Amerika’nın varlığı ve Amerika’nın silah gücü olmasaydı Fransa olmazdı! Adamlar bunu empoze ettiler.
O dönemde dünya; komünist ve emperyalist dünya olarak ikiye bölündü ve bir köşe kapmaca oynandı.
“Dünyanın hangi köşesini kim kapacak?”
Türkiye ise bir oyun sahası oldu. Neden?
Türkiye, komünizme yakın bir sosyalist devletti fakat ne komünist ne de kapitalist devlet taraftarı olamadı. Baktığımızda kapitalist devletler ekonomik olarak güçlüydü ve Türkiye siyaseti ile yönetilemez hale getirilmişti. Menderes geldi ve kapitalist ülkelere “Madem siz benimle anlaşma yapmıyorsunuz, ben niye halkımı aç bırakayım?” diyerek Rusya ile anlaşma yoluna gitti.
Menderes, darbe ile idama götürüldü sırf Rusya ile yakınlaşmayalım diye…
Rusya içeride durdu mu? O da bir komünist furyası patlattı. Ne dediler adına “Devrimcilik!”
Bunlarda kendi içlerinde ayrıldı ve hepsi kendi içerisinde savaşmaya başladı. Devletin bariyeri artık halkı durdurmaya yetmiyordu. Bugünkü Fransa gibi düşünün. Bir karşıt grup çıktı. Karşıt grubu kim destekledi? Emperyalistler! Sonra emperyalistler geldi ve iki güce eşit miktarda silah dağıttı.
Bunu bilmiyor muydu devlet?
O dönem istihbaratımız bu silahların nereden geldiğini bilmiyor muydu?
Fakat zaten istihbaratımız o dönem emperyalist güçlerin oyuncağı değil miydi?
Bir yerden bir kıvılcım çıkartman lazımdı. O dönemde silah serbestliği diye bir şey yoktu. Sosyal kurumlar silah üretemezdi, silahları devlet üretirdi. Devletin silahını halka veremeyeceğine ve av tüfeğiyle de savaşamayacağına göre…
Ne gerekiyordu? Uzun metrajlı silahlar, otomatik silahlar, tabancalar, bombalar…
Sivriltebilinecek, sivrilmiş adamları çıkardılar. Bu sivriltilebilecek sivrilmiş adamların başında solcuların oluşturmuş olduğu 68 kuşağı gelir. 68 kuşağı aslında, Avrupa’da başladı. Özgürlükler, liberal ortam…
“Yani biz halkız, halk olmazsa devlet olmaz, biz halk olarak istediğimiz gibi yaşarız ve senin koyduğun kurallarınıza ve dayatmalarınıza uymak zorunda değiliz.”
Bu bütün dünyaya hızlı bir şekilde yayıldı ve Türkiye’de bundan nasibini aldı.
Fakat Türkiye’de hemen kadrolaşmaya gidildi. Ne kadrosu? “Sosyalist kesim kadrosu!”
68 kuşağında dil, din, ırk, siyaset yoktu ki? Hayatını yaşamak isteyen insanlar vardı. Türkiye önce sosyalist daha sonra komünizme kadar ilerledi. Fakat bunun durdurulması gerekiyordu.
Halk özgürce yaşamak istiyorsa, sen buna devlet olarak müdahale edemiyorsan, nasıl edersin?
Karşıt bir grupla! Karşıt bir görüş oluşturursun ve oluşturduğun bu grupla çatışma ortamı doğar. Sonra bu iki grup birbirini vurmaya başlar; sen de devlet olarak oturur, izlersin… Sonra da dersin ki;
“İki grubu da yasaklıyorum!”
Ne oldu?
80 darbesinde ne ülkücü kaldı, ne solcu kaldı! Herkes oyunu Özal’a verdi!
Halkı sindirebilmenin en güzel yoludur bu!
Bölücülüğe en başta demokrasi adı altında devlet müsaade ediyor mu?
Burada dikkat ederseniz bir millet yapısı yok!
Baktığınızda halk istediğine oy verir. Fakat çalışamıyor devlet! Hükümet kuruluyor, herkesin söz hakkı vs … Sonra? Başlıyor çatışma! Önce mecliste çatışıyorsun, sonra halk sokakta çatışıyor!
“Benim dediğim olacak, benim dediğim olacak!”
Peki devlet nerede? Baktığımızda mantıken bir devlet yok ortada!
Fakat bu en çok Türkiye’de ve ikinci - üçüncü dünya ülkelerinde görüldü!
Niye Avrupa’da böyle bir sistem yok?
Avrupa da kaç parti olursa olsun, hepsi meclise girer, ortak bir bakış açısı içerisinde hedeflerine yürürler. Elbette ki ayrıldıkları noktalar var fakat nihayetinde bir şekilde anlaşırlar, koalisyon dahi kurulsa, sonuna kadar devam eder.
Çok nadirdir dağılmış koalisyonlar Avrupa’da! O da uç noktalar bir araya geldiğinde…
Yani biri ırkçı parti, diğeri sosyalist partidir. Dünya görüşleri ve istekleri farklı olduğu için bir süre sonra dağılıyorlar. Biri azınlıkların hakkını hiçbir şekilde tanımaz iken, diğeri “Demokratik olarak tanımak zorundasın!” diyor ve bu noktada da mecliste çatışma çıkıyor!
Herkes rahat yaşamak istiyor; sosyalisti de, liberalisti de, kapitalisti de!
Herkesin dünya görüşü aslında aynı! Önce özgürlük üzerine kuruluyor, akabinde de rahat yaşama!
Peki, herkes bunu istemesine rağmen dünya neden sürekli parçalı bulutlu!
Birleşipte bir yağmur yağdırılamıyor?