Gençlerle çalışan biri olarak bize gençliği tarif eder misiniz?
-İnsanoğlunun yaşadığı dönemler arasında en önemli ve güzel bir dönem diyebiliriz. Günümüzde tarif edilen şekilde bahsedersek; X-Y ve Z kuşağı gibi. Şahsi kanaatim odur ki, gençlik, ailelerin yetiştirme disiplinine göre değişir. Yetiştirme disiplini her ailede nasıl değişiyor ise gençlerin de büyüme şekli, üslubu ve dünyaya bakışı ona göre şekil alıyor. Her gencin bir zamanı var. Hz. Ali “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin” der.
Direkt genci konuşmaya başladık lakin çocukluk dönemine de biraz gitsek nasıl olur?
-Çok iyi olur. Kendi çocukluğumda yani 80’li yıllarda siyah-beyaz ekran vardı. Hatta İstiklal Marşı ile de televizyon tek kanallı olması nedeniyle kapanırdı. Bu bir sınırdı aslında. Ancak daha sonrasında doğan gençlerimiz ise renkli bir televizyon dünyasının içine doğdu. Şimdi ise televizyonu kapatmak veya kapatmamak kişinin elinde olması nedeniyle herhangi bir sınır kalmadı. Burada sınırın olmaması aslında zamanı verimli kullanmama adına önemli bir veri. Sınırsız bir dünyanın içinde eğer canı sıkılırsa hemen başka bir platforma geçmek üzere dijital bir dünyaya geçiş sağlayabiliyor. Daha geriye gittiğimizde çağrı cihazların olduğu bir dönemden şimdi farklı platformlar üzerinden mesajlaşarak kendini o dünyada mutlu gören bir gençlik mevcut.
Şu hâlde eğitim sadece aile ile sınırlı değil…
-Evet, değil. Bir gencimiz aileden aldığı eğitim %50 ise kalan %50’yi de sosyal ortamlardan alır. Aile içindeki yönetim veya gencimize verilen söz hakkı ya da sorumluluklar elbette çok önemli ancak gençliği gençlik yapan şahsen dışarıda gördüğü ve aldığı sosyal faaliyetler ve sosyal sorumluluklardır.
Bir örnek verebilir misiniz?
-Mesela bir başka örnek verecek olursak; Toplu taşımalar İstanbul trafiği için ne kadar önem arz ettiğini hepimiz biliyoruz. Metrobüsü ele alalım isterseniz. İlk açıldığı zaman belli bir saate kadar hizmet veriyordu. Trafikte can kurtaran misali bir toplu taşıma aracı. Ancak şimdi 24 saat ve bu şu an herkes için harika bir durum. Yani trafiği 24 saat rahatlatıyor hatta gençliği de rahatlatan bir durum. Ama doğru mu? Elbette değil. Her şeyin bir sınırı olduğunu bilmeleri lazım. Önceliklerin olduğunu bilmeleri lazım. Bunu da verebilecek müessese elbette ailedir.
Gençliğin size göre en önemli problemi nedir?
-Ortaokuldan başlayan ve lise ile devam eden daha sonrasında ise Üniversitenin bitimine doğru gidilen 25’li yaşlar diyebiliriz. Bence gençliğin en önemli problemi teknolojidir. Bunun düşünmemdeki sebebi ise doğru kullanamadıklarıdır. Elindeki telefon bireysel ve kendi alanı bu sayede ciddi anlamda bireyselleştiğini görüyoruz. Bununla alakalı da ciddi anlamda kullanıma bir ihtiyaç var. Ortaokul öğrencisinin elindeki akıllı denilen telefona sahip olduktan sonra her şeyi yapabileceğini sanması. Halbuki aile müessesinde olduğu gibi bir sınırın olması. Aslında farkında olmasa da insan sınırı seven bir yapıdadır. Zaten sınır koyulduğu zaman insanoğlu farkına varsın veya varmasın elbette koyulan sınırlara riayet edecektir.
Dünün gençliği ile bugünkü gençlik arasında gözlemlediğiniz en temek farklar nelerdir?
-Dünün gençliği daha duyarlı ve algıları açık. Çünkü meşgul olacak bir telefonu veya dijital platformları yoktu. Bilakis hedefleri uğruna bir mücadeleleri vardı. Algıları çok açıktı. Bugünün gençliği de duyarlı ancak hedeflere giden yolda devamlı surette bir meşguliyeti var. Kişisel verimlilik ve zaman yönetimi çoğunlukla sıfır durumda. Farklı platformlarda kaybedilen zamanlar diyebiliriz. Devamlı whatsapp, instagram, telefon vb gibi bir uygulamalardayız. Devamlı olan bu durum kişinin algılarını zayıflatıyor ve olması gereken düşüncelerden uzaklaştırıyor. İnsanın kendine ayırdığı vakit azalıyor. Şahsen dünün gençliği ile bugünün gençliği arasında ciddi algı problemi var. Devamlı gelecekle ilgili ne yapacağını ya da nasıl yapacağını düşünmeden anı yaşıyorlar.
Gençlik hedef oluşturma hususunda gayretli mi peki?
-Bizim zamanımızdaki gençliğin hedefi bir an önce para kazanmak ise şimdiki gençliğin bunun dışında başka şeyler düşünüyor olması gayretli olmadıkları anlamına gelmez. Günümüz veli profilinin devamlı çocuklarının hiçbir şey yapmadan ilerlemek istediklerinden yakınırlar. Aslında hedefleri mutlaka vardır. İnsan gayesiz yaşayabilir mi? Elbette hayır. Okulu bitirmesi gencimizin bir hedefidir. Teknolojik alanda çalışmak istemesi ve bu yolda ilerlemek istemesi bir hedeftir. Kısacası zaman değişti ve hedefe karşı bakış açısı da elbette değişti. Gerek eğitimcilerimizin gerekse ebeveynlerimizin bunu iyi anladıklarına inanıyorum. Bu dönemin gençliğinin hedefleri arasında daha çok insan tanımak daha çok farklı ülkeleri görmek ve gezmek geliyor. Projeler yazmak veya STK’lar da gönüllü görev alıp sosyal projelerde yer almak. Ülkemizde veya dünyanın başka bir yerinde yangın çıksa veya Allah korusun deprem gibi afetler olsa hemen oraya gitmek ve yerel halklara destek olmak istemektedirler.
Bunlar geçmişti yoktu değil mi?
-Evet, yoktu. Bunlar geçmişte belki hedefler arasında olmuyor olabilir ancak günümüzde bunlar birer hedef olarak gözüküyor. Dünya değişiyor elbette bizden sonra gelen gençlerimizin de bakış açılarında bir farklılık olacaktır. Yani üniversite bir hedef oluyorsa gençlerin kendi dimağlarını geliştirmeleri de bir hedeftir. Hedefleri sadece diplomaya bağlamak veya akademik bir çalışmaya bağlamak doğru değildir. Jenerasyon farkı olması hasebiyle ailelerimizin gençlerimizle oturup yargılamadan ve bilmiyormuş gibi onları dinlemeleri çok ama çok önemlidir.
Gençlerin kendi yıldızını yakalayabilmesi için neler önerirsiniz?
-İlk başta o gencimize şöyle bir soru soralım; ayağına ne bağladılar da kendi yıldızını yakalayamadın? Ayağındaki prangaları bir düşün. Ben yapamam dediğin ne gibi düşünceler seni bağlıyor? Bazı faktörler var. Bunlar; Maddiyat, Aile ve Çevre kaygısı… sonrasında ise gencimiz hedeflerini kimseye söylemiyor.
Kimseyle de konuşmadığı için kendine olan inancı zayıflıyor. Yavaş yavaş ayağına bağlı olan taşları düşündüğü için hareket kabiliyeti zayıflıyor. Kendi yıldızını yakalamak isteyen gençlerimize şunu söylemek isterim; eğilin ve ayağınızdaki taşlardan sıyrılın ve yukarıya doğru zıplayın. Bebeklikte nasıl ilk adım önemli ise burada da ilk adım önemlidir. Bunlardan kurtulmak isteyen bir genç ya kendi yıldızını yakalayacak ya da o yıldızı kendisine yaklaştıracaktır.
Gençliğin kendisi için koyduğu hedefler bireysel mi yoksa toplumsal mı?
-Eğer toplum odaklı bireyler yetiştiriyorsak bunu düşünür. Birey odaklı yetiştiriyorsak aile bireyleri hariç kimseyle doğru düzgün iletişim kurmamış, istediği üniversite varken sırf eve yakın olsun, çocuğum gözümün önünde olsun, çok fazla sosyal ortamlara girmesin ve bireysel olarak bu yolda yürüsün diyorsak doğal olarak toplumsal bir hedef kurgulaması pek mümkün değildir. Bu yüzden gençlerimizin toplumla barışık yaşayabilmesi için toplumla kucaklaşabilen bir yapıyla ilerleyebilmesi için bir ortam hazırlayabilirsek ve bu fırsatları da verirsek toplumu düşünen ve toplum için bazı hedefler koyan bireyler olurlar.
Bunun için fırsatlar var mı peki?
-Elbette. Aslında çok fazla duyuyoruz sadece kendimiz için gündem oluşturmamız gerekiyor. TÜBİTAK projeleri var TEKNOFEST alanları var. Buradaki projeler aslında takım işi. Bir kişinin eksik yaptığı bir iş takımın kaybetmesine sebep olabilir. Ülkemizi değil inşallah zamanı geldiğinde dünyayı kurtaran projeler ortaya çıkacak. Bunun adı aslında toplumsal bir çalışmadır. Eskiden üniversiteler için olan bu projeler şimdiler de ortaokul öğrencilerine kadar inmiş durumda. Açıkçası bu projelerde çocuklarımız yer almalı ki dünyaya armağan hediye edebileceğimiz başarılar ortaya çıksın. Toplum için bir şey yapan hayattan da zevk alacaktır. Kısacası bir fanus içinde çocuklarımızı yetiştirmemeliyiz.
Gençlik inanç ve zafer arasında bir bağ kurabiliyor mu?
-Bir hedefe ulaşmak istemesi aslında gencin nereye varmak istediğini iyi anlamakla mümkündür. Bir ebeveyn olarak çocuğumun nasıl ve ne şekilde varacağını tahmin edersem onun gidebileceği yere kadar onu desteklerim. Mesela bununla ilgili iki baba örneği verelim.
Baba; eğer çocuğunuz baba benim okulda kalıp ders çalışmam lazım diyor ve karşılığında siz bir ebeveyn olarak; “Sen ders çalışmazsın ki, senin okulda ne işin var” ifadelerini kullanıyor ise…
Baba ise “oğlum bundan benim neden haberim yok” o zaman ben akşam ders çıkışı geleyim seni alıp eve döneriz sonra da neler yaptığını akşam evde birlikte konuşuruz derse…
Şimdi size soruyorum; hangi çocuğun ders çalışmayla ilgili bir motivasyonu yüksektir. Elbette 2. Baba
Çocuk gözüyle baksak; ilk örnekteki baba için çocuk “babam bana güvenmiyor” kendime güvensem ne olur? Bu düşünce çocuğun iç motivasyonunu kaybetmeye meylettirir.
O halde güven konusu önemli, değil mi?
-Evet, çok önemli. Bu yüzden çocuklarımıza güvenmeliyiz. Çocuklarımıza güvendiğimizi ve kendilerine alan açtığımızı görmeleri gerekiyor ki onlar hedeflerine yürürken karşısına çıkacak olan engelleri, taşları aşabilsin veya kaldırabilecekleri gücü kendilerinde bulabilsinler. Burada aile faktörü çok ama çok önemli.
Hayata gülümsemek hedef oluşturmak ve bunu gerçekleştirmektir denilebilir mi?
-Bu konuştuklarımızın özeti aslında. Bir üniversite sınavına bakarak çocuğumuzun bir hedefinin olmadığı düşüncesine kanaat getirmemiz doğru değildir. Siz sınavda 500 puan hedefliyorsunuz da acaba çocuğunuz ne hedefliyor? Öncelikle adım adım hedefler doğrultusunda ilerlemek lazım. Yavaş bir şekilde hedefleri yukarıya doğru koymak lazım. Mesela, 5 ise hedefi siz 6 hedefleyin. Yavaş yavaş hedefleri yükseltmek çocuk için de bir güven ortamı oluşturacaktır. Allah’ın izniyle ulaşılabilir hedef gencimizi mutlu edecektir.
Gençlik döneminde gençlerimiz daha çok beyinle mi yoksa duygu ile mi hareket ediyor?
-Herkeste gördüğümüz ve bizim de yaşadığımız dönem olması sebebiyle elbette duygudur. Bir de bilgi mi duygu mu kısmını da sorabiliriz. Kendi aralarında; bilgi olmadan konuşabilen veya iletişim sağlayan tek şeydir duygu. Duygularıyla hareket ettiklerinden bir şekilde hissiyatlarıyla ilerliyorlar. Ama bilgi olmadan duygularıyla verimli ve dolu bir vakit geçirebilirler mi? Elbette hayır. Onu zevkli kılan onu kıymetli kılan şey bilgidir. Bilginin güç olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Gençlerin bilgiyi internette aramasına nasıl bakıyorsunuz?
- Bilgi sadece internette veya sosyal medyada değildir. Bilgi kitaplardadır. Kitaplardan almış olduğumuz bilgilerle kendi dimağlarımızı güçlendiririz. Bunu da duygu ile birlikte ilerlettiğimiz de etrafımızdaki insanlara daha pozitif daha olumlu ve daha bilinçli bir hava sezdiririz.
Okuma oranlarını ülkemiz ve dünya açısından kıyaslar mısınız?
-Günümüz dünyasında maalesef kitap okuma konusunda sıkıntılarımız var. Hatta istesek bile bazen o zamanı bulamıyoruz. Metropolde yaşayan insanlar için de Anadolu da yaşayan insanlar içinde kitap satın alıp bunu okuyayım veya kütüphaneye gidip bir kitap temin edeyim ve okuyayım gibi alışkanlıklar maalesef azaldı. Bunları çeşitli dijital platformlardan (uygulamalar) yararlanıyoruz. Benim okumaya vaktim yok zaten yollar da geçiyor hayatım diyenlerin bir kısmı “sesli kitap” uygulaması ile bu ihtiyacını temin edebiliyor. Bu yaklaşım okumaya girer mi? Tartışmak lazım. Bence bu şekilde de bilgiyi alabiliyoruz. Kulakta devamlı müzik dinleyeceğimize az da olsa kitapları dinlemek çok makbule geçecektir. Eskiden ansiklopedilerimiz, yüz temel eserlerimiz vardı ve okumakla yükümlüydük. Ne okusak bize iyi gelir diye düşünülürdü. Bizi geliştirebilecek tek araç buydu çünkü. Ama şimdi ekranlardan çeşitli eserleri okumak için bile tablet geliştirilmiş. Tüm kitapları onun içine yüklüyor ve zamanla okuyabiliyorsunuz. Kısacası elimize alıp da okuyalım dediğimiz bir alışkanlığımız yok maalesef. Açıkçası dinleyerek de kitap bitirenlere de saygı ile bakıyorum. En azından vaktini değerli kılıyor kendi için.
Okuma ve anlama arasında nasıl bir bağ olmalı size göre?
-Okumak mı yoksa anlamak mı önemli? Elbette anlamak en başta gelmeli. Hedefi olmayan bir gemi gibi. Neden okuyor insan kitabı sorusunu sormalıyız bence. Biri mi tavsiye etmiş, ya da işinizle ilgili kendinizi geliştirmeniz gerekiyordur bu sebeple mi okuyor kişi vs… öncelikle ihtiyacı olduğunda insan kitapla bir bağ kurar. Ya da keyfi olarak okur.
Teknolojinin bu kadar yoğun bir şekilde hayatımıza girmesiyle biz insanoğlunun hafıza kaybına sebep olabiliyor muyuz?
-Harika bir soru. Mesela Navigasyonu ele alalım. Büyük nimet şu yüzyılda öyle değil mi? Şöyle düşünelim; İstanbul da bir yerden bir yere giderken araç ile aniden telefonunuzun şarjının bittiğini düşünelim. Bilmediğiniz bir yerdesiniz ve aracı bir yere çekip yolda geçen birine sorma imkânınız da olmadığını düşünelim. Ne yaparsınız? Öncelikle tabela arar ve bir şekilde evin yolunu bulmaya çalışırsınız. Bu sebeple zaman zaman Navigasyonu kapatmak lazım bazen teknolojinin nimetlerinden faydalanalım ama bazen de tercih etmeyelim ki beynimiz ve hafızamız gelişebilsin.
Bilginin kıymeti konusunda biraz daha bir şeyler söylemek ister misiniz?
-Tabi. Bilgiyi kullanıyorsanız veya birine öğrendiğiniz bilgi ile destek olmak için alıyorsanız kısacası icra edebiliyorsanız bence çok değerli. Ancak bilgi sadece sizde kalıyor ve etrafa yayılmıyor ise pek de anlamı yok.
Kişi bilgiye mi hükmeder yoksa bilgi kişiye mi?
-Bence bilgi kişiye hükmeder. Bilgi güçtür çünkü. O güce sahip olmak için insanlar zaman ve para harcamalı. O gücün varlığından hiçbir şekilde şüphe etmemeliyiz.
Bilginin bu kadar yoğun olduğu bir dünyada Kur’an bilgisine yeterince önem verildiğini düşünüyor musunuz?
-İnançlı insanlarız elhamdülillah. İlk öğrenme aslında oradan başlıyor. Peygamber Efendimiz de öğrendiklerini Kur’an-ı Kerimden öğreniyor, öyle değil mi? Bize anlatıldığı şekilde böyle başlamış. Buna da inancımız tam. Kur’an’ın öğrenilmesi ve öğretilmesi şahsi kanaatim öncelikli olmalı. Müslüman bir ailenin çocuğuna ilk öğretmesi gereken şey Kur’an-ı Kerimdir. Çocuk yaşlar da bunu öğrenip hayatına tatbik etmeli. Sonra diğer fen, matematik ve diğer bilimler de öğretilmeli. Kur’an-ı Kerim ile bilimi birleştirmesini, bilginin ilk adımın mukaddes kitabımız olduğunu ve inancımız doğrultusunda adım atması hem çocuklarımıza hem bizlere çok büyük bereketleri olur.
Sorun ve fırsatlar arasında gözden kaçırdığımız ne gibi bağlar var?
-Bir yerde problem varsa orada çözüm de mevcuttur. Çözümü olmayan şey aslında sorun değildir. Ya da çözüm olmayan şey problem değildir. Bir yerde sorun olduğunu görüyor isek o zaman çözümünde olduğunu unutmamalıyız. Çözüm bir tane olmak zorunda değil. Çeşitli çözümler olabilir. Karşılaştığımız sorunu üzerimize düşen bir taş gibi düşünmek veya algılamayıp eğer parçalayabilirsek (böl-parçala-yut) taktiğini uygulayabilirsek o zaman rahatlayabiliriz. Bu sorun savaşlarını yönetebilmek yine bizim elimizde. Her sorun bir fırsattır açıkçası. Sorunu fırsata çevirenlerin kazandığı bir dünyada yaşıyoruz.
AHMET AKAY AZAK KİMDİR?
1980 İstanbul doğumlu olan Ahmet Akay AZAK, temel eğitimini İstanbul’da tamamladı. Üniversite öğrenimi için Birleşik Arap Emirlikleri'nde bulunan Sharjah Üniversitesi İşletme Fakültesinde eğitimine tam burslu olarak başladı. Avustralya’da Sarina Russo College ve La Trobe Üniversitesinde öğrenim gördü. Ulusal ve uluslararası olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşlarında aktif görevler aldı. Dünya’da ve Türkiye’de 32 şehirde eğitim ve konferanslar verdi. Başta TRT olmak üzere birçok ulusal-yerel televizyon ve radyo programına bilgi ve tecrübesine başvurulmak üzere davet edildi. Yurt içi ve yurt dışında kişisel gelişim ile ilgili gazete ve dergiler de yazıları yayımlandı.
2005 yılından beri bireysel ve kurumsal eğitimler vermeye devam eden yazar öğrenci koçluğu da yapmaktadır. Tarihe karşı özel bir ilgisinin yanı sıra seyahat etmeyi, kitap okumayı, masa tenisi oynamayı, belgesel konulu ve kültürel içerikli dergiler okumayı ve televizyon programları izlemeyi çok sever. Evli ve bir çocuk sahibi olan yazar İngilizce bilmektedir.