“Yahudiler gibi sallanmayın!”
Sahabeden Ümmü Ruman (r.a.), namaz kılarken sallanıyordu. Onu bu halde gören eşi Hazret-i Ebu Bekir, öyle bir azarladı ki, Ümmü Ruman neredeyse namazdan çıkacaktı. Daha sonra Hz. Ebû Bekir, şiddetle uyarmasının sebebini şöyle açıkladı:
– Resulullah (a.s.) şöyle buyuruyordu: “Herhangi biriniz namaza durduğunda her tarafı sakin olsun, Yahudiler gibi sallanmasın. Zira namazda her tarafın sükûnet içinde olması, namazın tamamındandır.”
Namazdayken konuşulanları duymazdı
Sahabilerin büyüklerinden olan Abdullah bin Mes’ud (r.a.), namaz kılacağı zaman “dürülmüş elbise” gibi olurdu. Allah huzuruna çıkacağı için duyduğu heyecan ve saygıdan iki büklüm olduğunu görenler şaşırırdı… Ancak o, namazda iken çevresiyle irtibatını keser, hatta evdekilerin konuştuklarını bile duymazdı.
Bazen namaz kılacağı zaman, evdekiler:
– Susun, ses çıkarmayın, Abdullah namaz kılacak, derlerdi.
Ancak o, kendinden gayet emin, namazdaki huşûunu hiçbir şeyin bozamayacağını bildiği için şu cevabı verirdi:
– İstediğinizi konuşun… Ben namazdayken sizin konuştuklarınızı duymuyorum.
Namaz kılmaktan usanmazdı
Peygamberimizin (a.s.) hanımlarından Hz. Zeynep Validemiz, ibadetlerine çok düşkündü. Saatlerce nafile namaz kılar, yine usanmazdı.
Bir gün Hz. Peygamber (a.s.) mescide girince, iki sütun arasına çekilmiş bir ip gördü.
– Bu ip neyin nesidir, diye sahabilere sordu.
– Hz. Zeyneb’in ipidir. Gece ayakta namaz kılmaktan yorulunca ona asılarak devam eder, cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.):
– Hayır, böyle olmaz. Onu hemen çözün. Sizden biriniz zinde olduğu sürece namazını ayakta kılsın, yorulunca da oturarak devam etsin, buyurdu.
Yaralıyken bile sabah namazını kıldı
Peygamberimizin (a.s.) güzide sahabileri namaza öylesine önem verirlerdi ki, onun uğrunda hiçbir engel tanımazlardı. Namaz yolunda savaş, yaralanma, ölüm bile vız gelirdi.Dünyada iken Cennetle müjdelenenlerden Hz. Ömer (r.a.), kanlı bir suikaste uğramıştı. Yarasından kanlar akarken evine getirilmişti.
– Yemek ister misin, diye sormuşlardı.
– Hayır, cevabını vermişti.
– Su içer misiniz?
– Hayır.
Bunun üzerine etrafındaki sahabiler:
– Namaz kılacak mısınız, diye sormuşlardı.
Hz. Ömer’in âdeta gözleri parlamış, yavaş yavaş enerjisi tükenmekte olan vücuduna can gelmişti.
– Evet, kılacağım, dedi.
O yüce insan, yarasından kanlar akarken sabah namazını kılmış, namazı terk etmeyi aklından bile geçirmemişti.
Ayağındaki oku namazda çıkardılar
Hz. Ali Efendimiz’in (r.a.) namaz vakti girdiğinde hâli değişir, rengi atar ve titrerdi. Sebebi sorulduğunda şöyle derdi:
– Bilmez misiniz ki bu vakit, Allah’ın yerlere ve göklere teklif edip de onların yüklenmekten kaçındığı bir emanetin eda vaktidir. Ben bu emaneti yüklenmiş bulunuyorum. Yüklendiğim bu ilâhî emaneti en güzel şekilde eda edip edemeyeceğimi de bilmiyorum…
Yine o muhteşem sahabinin ayağına ok battığında, namazda iken çıkarılmasını istemişti. Çünkü namazda iken bütün zerreleriyle Allah’a yönelip maddî hiçbir şeyi hissetmediği için bu yola başvurmuştu. Demek namaza öylesine kendini kaptırmıştı ki, namaz tıpkı ameliyatlardaki anestezi gibi onu kendinden geçiriyor, dünya ile bağlantısını kesiyordu.
Ayağındaki okun çıkarılması çok uzun sürmüştü. Hz. Ali (r.a.), ameliyat bittiğinde, şu soruyu sormuştu:
– Oku çıkardınız mı?
Hz. Fatıma ve sabah namazı
Hz. Fatıma Validemiz (r.a.), henüz süt emmekte olan Hazret-i Hüseyin hastalandığı için sabaha kadar uyuyamamıştı. Evlâdının inleyişi karşısında gözlerine sabaha kadar uyku girmedi. Hz. Hüseyin sabaha doğru bir ara uyur gibi olduğunda, Hz. Fatıma bulduğu ilk fırsatta kâinatın sahibine yönelerek sabah namazını eda etmişti. Kendisini çaresiz bırakan uykuya ancak bundan sonra vakit ayırabilmişti.
Sonra, mescid-i şerifte sabah namazını kıldıran Peygamber Efendimiz (a.s.), âdeti üzere onun evini teşrif etmişlerdi. Hazret-i Fatıma Validemizi uyur vaziyette görünce, onun sabah namazını kılmadığını sandı.
– Ey kızım Fâtıma, Peygamber kızıyım diye sakın namazı terk etme! Beni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, namazını vaktinde kılmadıkça cennete gireceğini zannetme, diyerek, namazın hiçbir şekilde ihmal edilemeyeceğini belirtti.
Buna karşılık Hz. Fatıma:
– Canım babacığım, sabaha kadar uyumadım. Sabah namazını kılıp yattım, deme gereği duydu. O zaman Efendimiz (a.s.), sevgili kızını şöyle müjdeledi:
– Müjdeler olsun sana kızım! Âhirette böyle sıkıntılar görmeyeceksin.
Gece namazı ateşten korur
Abdullah bin Ömer (r.a.) gençliğinde sık sık mescitte uyurdu. Bir gece garip bir rüya gördü. Önünde ateşten bir kuyu vardı. Melekler onu kuyunun yanı başına bırakmışlardı. İçinde yanan insanların sesleri duyuluyordu. İbn-i Ömer:
– Ateşten Allah’a sığınırım, diye dua ediyordu.
Yananları tanıyordu sanki… Sonra başka bir melek çıkageldi. Ona:
– Sen hiç korkma, dedi.
Bu rüyayı Peygamberimizin (a.s.) eşi Hafsa Validemize (r.a.) anlattı. Hafsa Validemiz de Peygamberimize (a.s.) aktarmıştı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
– Abdullah bin Ömer ne iyi bir insandır! Bir de gece namazını kılsa, buyurdu.
Mesajı alan İbn-i Ömer, bundan sonra geceleri az uyumaya ve ibadet etmeye başladı.
İbni Ömer (r.a.) cemaatle namaz kılmaya o kadar çok önem verirdi ki, şayet yatsı namazını cemaatle kılamazsa gecenin tümünü ibadetle geçirirdi.
Abdullah bin Ömer’in tâdil-i erkân ile namaz kılmasına herkes hayran olurdu. Hatta Tabiînin büyüklerinden Tâvus Hazretleri:
– Onun gibi dikkatli namaz kılan birini görmedim, derdi.
İbni Ömer (r.a.) Kur’ân okurken manasına o kadar kendisini verirdi ki, hâlden hâle girerdi. Bir gün Mutaffifîn Sûresi’ni okuyordu. “O gün tüm insanlar, Âlemlerin Rabbi için kalkıp dikilirler” meâlindeki âyete gelince sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Secdeye vardı. Ondan sonra okumaya devam edemedi.
Bedir Savaşı’nda cemaatle namaz
Namaz kılmak o kadar önemlidir ki, eğer imkân varsa savaşta bile namazı terk etmemek gerekir. Nitekim Peygamberimiz (a.s.) ve güzide sahabileri Bedir Savaşı’nın en çetin anında bile cemaatle namaz kılmışlardı.
Müşrik ordusu Müslümanlardan üç kattan daha fazlaydı. Tam bir ölüm kalım mücadelesi veriliyordu. Ama Allah Resulü ve ashabı canlarını kurtarmaktan ziyade, Allah’ın huzurunda yan yana, omuz omuza namaz kılmayı seçmişlerdi.
Yarısı namaz kılarken diğerleri savaşmış, namaz kılanlar savaşırken diğerleri namazlarını cemaatle eda etmişlerdi. Bu husus, Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır:
“Savaşta mü’minler arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle birlikte namaza dursunlar ve silâhlarını da yanlarına alsınlar. Onlar secde ettikten sonra geri çekilip düşmana karşı dursunlar ve yerlerine henüz namaza durmamış olan diğer topluluk gelsin.
Onlar da tedbirli şekilde ve silâhlarını yanlarına alarak seninle beraber namaz kılsınlar.” (Nisa Sûresi, 4/102).
Müslümanların bir kısmı namazdayken bir kişiye altı düşman düşüyordu. Buna rağmen Müslümanlar mağlûp olmamışlar, kesin bir zafer kazanmışlardı.
Namaz hidayetine sebep oldu
Hz. Ali (r.a.), Müslümanlığı kabul eden ilk çocuktur. Bir gün Peygamber Efendimiz ve Hz. Hatice’yi namaz kılarken gördü. Onları hayran hayran izledi. Şimdiye kadar hiç böyle bir şey görmemişti. Namaz bitince:
– Bu yaptığınız nedir, diye sordu. Peygamber Efendimiz (a.s.):
– Ey Ali, bu Allah’ın seçtiği, beğendiği dindir. Seni bir olan Allah’a iman etmeye çağırıyorum. İnsana fayda ve zararı dokunmayan putlara tapmaktan sakındırıyorum, buyurdu.
Bir an için duraklayan Hz. Ali:
– Bu, benim bu zamana kadar duyup işitmediğim bir şey. Babamın iznini almadan bir şey yapamam, diye konuştu. O gün kimseye bu meseleyi açmadı. Geceyi düşünerek geçirdi. Şafak aydınlığıyla birlikte kalbine bir ışık doğdu. Doğruca Resulullah’ın (a.s.) huzuruna vardı, şöyle konuştu:
– Allah beni yaratırken babam Ebu Talib’e sormadı. Ben neden Allah’a iman edip ibadet etmek için gidip ona danışıp iznini alayım? Böylece ilk Müslüman çocuk olma şerefine ulaştı.
Teheccüd, şeytanın düğümlerini çözer
Hz. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmaktadır:
– Sizin biriniz gece uyuyunca şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her düğüm atışında, “Önünde upuzun bir gece vardır, rahat uyu!” der. O kimse uyanıp Allah’ı zikrederse, bir düğüm çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür.
Namaz da kılarsa şeytanın attığı bütün düğümler çözülür. Artık o teheccüd sahibi, kötü düğümleri çözülmüş, dinç ve neşe içinde sabaha çıkar.
Fakat kalkıp zikretmez ve abdest alıp namaz kılmazsa, gönlü kirli, tembel bir şekilde sabahlar…
Aceleyle kılınan namaz, namaz sayılmaz!
Peygamberimiz (a.s.), itinasız kılınan namazı, namaz saymazdı. Bir gün gelişigüzel namaz kılan bir kimseye:
– Dön de, namazını yeni baştan kıl. Çünkü sen namazı kılmış olmadın, dedi. Adam dönüp yine eskisi gibi kıldı. Peygamber Efendimiz yine ona:
– Dön, yeni baştan kıl. Çünkü sen namazı kılmış olmadın, diye buyurdu ve bu ihtar üç defa vuku buldu. En sonunda adam:
– Seni hak din ve kitapla gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bundan başka türlüsünü bilmiyorum, bana doğrusunu öğret, dedi. Bunun üzerine Efendimiz (a.s.):
– Namaza duracağın zaman tekbir al. Sonra ne kadar kolayına gelirse, o kadar Kur’ân oku. Arkasından rükûa varıp, mutmain [azaların yatışmış] oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta doğruluncaya kadar dur. Daha sonra, secdeye varıp mutmain oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp mutmain oluncaya kadar otur. Bunu namazın bütününde böylece yap, dedi.
Namaz günahları affettirir
Resulullah (a.s.) ashabıyla mescitte idi. O esnada bir adam geldi ve:
– Ey Allah’ın Resulü, ben bir günah işledim, bana cezasını ver, dedi.
Resulullah (s.a.v) adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalâtü Vesselâm yine sustu. Derken namaz vakti girdi ve namaz kılındı. Resulullah (a.s.) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü. Efendimizin vereceği cevabı merak eden Ebu Ümâme (r.a.) de adamı takip etti.
– Evinden çıkınca güzelce abdest almış mıydın, diye sordu. Adam:
– Evet, ey Allah’ın Resulü, dedi. Bunun üzerine Efendimiz:
– Sonra da bizimle namaz kıldın mı, buyurdu. Adam:
– Evet ey Allah’ın Resulü, diye cevap verince, Efendimiz:
– Öyleyse Allah Teâlâ Hazretleri günahını affetti, müjdesini verdi.