Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki üniformalı FETÖ'cü teröristler, milletin paralarıyla alınan tankları, topları ve ağır silahları gasp ederek 15 Temmuz gecesi seçilmiş hükümeti devirmek için son kalleşliklerini yaptı. Emekli Emniyet Müdürü ve Emekli Polis Özel Harekatçılar Derneği (Epohder) üyesi Osman Kaya gazetemize Gezi olaylarından 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İşte Emekli Emniyet Müdürü Osman Kaya ile yaptığımız o röportaj:
-- 15 Temmuz gecesinde FETÖ’nün organizasyonunda bir darbe
girişimine şahit olduk.
Siz sorunuzu tamamlamadan, öncelikle ve hemen ifade edeyim ki; 15 Temmuz gecesi gerçekleşen hadise bilinen manada tam bir darbe girişimi değildir. 15 Temmuz gecesi FETÖ’cü teröristlerin, elebaşlarından aldıkları talimatla gerçekleştirdikleri milleti doğrudan hedef alan ve bu güne kadar ülke olarak yaşamadığımız, görülmemiş bir terör eylemi, Türkiye’yi yok etme girişimidir. 15 Temmuz terörist kalkışması PDY’nin sıradan bir cemaat organizasyonu olmadığını, gerçek anlamda bir terör örgütü olduğunu da tescil etmiştir. Zira ‘Paralel Devlet Yapılanması-PDY’ olarak ifade edilen bu oluşum bir terör örgütünün sahip olduğu; örgüt, ideoloji ve silah unsurlarının hepsine sahiptir. Daha önce FETÖ tarafından gerçekleştirilen; ‘ Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında Türkiye’yi hedef alan; MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın gözaltına alınmaya çalışılması, 17/25 Aralık 2013 Operasyonları ve 2014’te MİT TIR’larının durdurulması ve aranması’ eylemleri adli yani suç soruşturması kılıfıyla kamufle edilmiş saldırılardı. Bu saldırılar, 15 Temmuz terörist kalkışmasında olduğu gibi asker kıyafeti giymiş terör örgütü mensuplarının milletin üzerine bombalarla, silahlarla saldırmaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve devlet kurumlarının bombalanması şeklinde gerçekleşmemişse de Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve dolayısıyla AK Parti Hükümeti nezdinde doğrudan Türkiye’nin hedef alındığı saldırı eylemleriydi. Bu saldırlar da FETÖ’nün amacı itibarıyla aynı hususiyetlere sahiptir. Burada bir parantez açarak MİT TIR’larının aranması hadisesine dikkat çekmek isterim. Bu olay 15 Temmuz saldırılarıyla neredeyse eş bir kalkışmadır. FETÖ’nün Türkiye’ yönelik en alçak saldırılarından birisidir ve dış odaklarla danışıklı olarak gerçekleştirildiğine inananlardanım. Bu organizasyonun içerisinde olan terör örgütü mensuplarının da en az 15 Temmuz teröristleri kadar cezalandırılmalıdır. Başından beri iddiam; bu olaya kalkışanlara daha olayın başında en ağır ceza verilmeliydi.
“FETÖ, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neredeyse tek başına duruşu ve direnci ile başaralı olmayınca…”
--FETÖ bu eylemleriyle ne yapmak istedi?
Oslo Görüşmelerinin FETÖ tarafından sızdırılması MİT’e yönelik yapılması planlanan operasyona zemin hazırlamaktı. Bu görüşmelerde Hakan Fidan’ın kendisini tarih itibarıyla Başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak lanse etmesi FETÖ tarafından hem Hakan Fidan hem de Başbakan aleyhine kullanabilecek bir fırsat olarak değerlendirildi. FETÖ, 7 Aralık’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a varmayı, bir başka deyişle etnik ayrılıkçı terör örgütü PKK ile Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı terör örgütü ile işbirliği içerisinde göstererek tutuklamayı planladığı ortaya çıktı. Böylece FETÖ’ye ve angaje olduğu güç merkezlerine karşı tahkim edilmiş dirençli yapının adeta tek taşıyıcı kolonunu yıkmak, yapıyı çökertmek millet nezdinde iktidarı itibarsızlaştırmak, zayıflatmak, düşürmek ve ortaya çıkan uygun zeminde MİT’e kendi mensuplarını yerleştirerek kurumu ele geçirmekti. Bu arada PKK/KCK’nın amacını, yapısını ve faaliyet yöntemlerini bilenler, en çok eleştirilen KCK operasyonlarını, hukuki zeminde hukuki gerekçelerle yapılan ve gerekli olan operasyonlar olarak değerlendirmişti. Hâlbuki FETÖ’nün bu operasyonlardaki asıl amacının terör örgütü içerisindeki çok önemli haber kaynaklarının deşifre edilmesine yönelik olduğu anlaşıldı. Deşifre olan haber kaynaklarının çoğu PKK terör örgütü tarafından öldürüldü. Bu arada FETÖ bu operasyonlarla terör örgütünün üst aklının MİT olduğu izlenimi vererek istihbarat teşkilatımızı çok ağır şekilde töhmet altında bırakmaya, hatta suçlu ilan etmeye çalıştı. FETÖ, MİT Müsteşarı ile Başbakan arasındaki ilişkiyi öne çıkararak iktidarın yıpratılmasını, zayıflatılmasını ve nihai olarak düşürülmesini öngördü. Bu girişim Recep Tayyip Erdoğan’ın neredeyse tek başına duruşu ve direnci ile başaralı olmayınca, bu seferde 17/25 Aralık’ta harekete geçti.
“FETÖ istihbarat teşkilatımızı töhmet altında bırakmaya çalıştı”
--17/25 Aralık Kalkışmasında FETÖ’nün amacı tam olarak neydi?
Birbirleriyle ilgisi bulunmayan, doğrudan adli vasıf ve değer de taşımayan, maddi anlamda da suç ihtiva ettiği tespit edilemeyen, ancak iyi organize olmuş bir şekilde ve ustaca yaratılan psikolojik iklimde, hükümetin ve yine tarih itibarıyla Başbakan Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın çok büyük bir yolsuzluğa karışmış mücrimler gibi gösterilerek adliyelerdeki teröristleri eliyle tutuklamaya kalktılar. FETÖ terör örgütünün bu kalkışması da yine Sn. Erdoğan’ın direnciyle akim kaldı, başarısız oldu. Burada milletimizin kahir ekseriyetinin, adı geçen Bakanlara karşı rağbeti sıfırlansa da FETÖ’nün niyetini, amacını, feraseti ve basiretiyle fark edip Başbakanı’nın dolayısıyla AK Parti Hükümeti’nin arkasında durdu, müthiş bir destek verdi. FETÖ’nün bu girişimi de ortada kaldı. 17/25 Aralık darbe girişiminin bir başka veçhesi de AK Parti iktidarının ABD, Batı ve Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen Türkiye’nin İran ile uluslararası hukuka aykırı olarak ticari ilişkiler içerisinde olduğunu ifşa ederek zor durumda bırakmak ve Türkiye’ye karşı yaptırımlar uygulanmasını sağlamaya çalışmaktı. Bu hususta başta ABD olmak üzere neredeyse bu konuya doğrudan müdahil diğer ülkelerin, uluslararası kurum ve kuruluşların tamamında yoğun bir çaba içerisine girdi. Sonradan ortaya çıktı ki kimi siyasetçi, yazar-çizer, gazetecilere para karşılığı raporlar düzenletti, yazılar yazdırdı, beyanatlar verdirdi. Adeta Türkiye’ye karşı bir ‘etki ajanlığı’ kurumu oluşturdu.
“Polisler de içerden kışkırtıldı”
- Gezi Kalkışması’nda FETÖ’nün etkisi ve müdahalesi olduğu konusundaki iddiaların gerçeklik yanı olabilir mi?
Gerici Gezi Kalkışması’nda FETÖ’nün müdahalesinin olduğunu bu gün çok daha iyi biliniyor, görülüyor. FETÖ hem polis içerisinde hem ülke genelinde ve hem de ABD, İsrail ve Avrupa’daki müntesipleri ile terör örgütüne angaje olmuş etki ajanları vasıtasıyla yine hükümeti daha doğrusu Sayın Erdoğan’ı hedef alarak bu sürece de Türkiye aleyhine olacak şekilde müdahil oldu. Yerli-yabancı, legal-illegal bütün partilerin, grupların, örgütlerin ittifakı ile oluşan cephenin, hani meşhur “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel” çağrısıyla kendini açık eden, vicdanı, ahlakı, insafı, izanı ve insanlığı ayaklar altına alan Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla somutlaşan bu sürecin doğru yönetilememesinde FETÖ’nün doğrudan etkisi vardı. Kamu otoritesinin kontrolü dışında çok sert, dengesiz hatta kasıtlı müdahaleler yapıldı. Karar alıcılar kasıtlı olarak yanıltıldı yönlendirildi. Ayrıca, daha da önemlisi polis lehine iyi niyetli ve meşru girişimlermiş gibi görünen bir takım faaliyetler, perde gerisinden FETÖ’nün etkili, bilinen, deşifre olmuş unsurlarının yönlendirmesi ve desteğiyle polis içerisinde de ciddi hoşnutsuzluklar, disiplinsizlikler yaratıldı. Polisler de içerden kışkırtıldı. Sürecin AK Parti hükümeti, dolayısıyla Türkiye aleyhine gelişmesine çalışıldı.
“FETÖ dönem itibarıyla Ana Muhalefet Partisi’ni adeta ofis olarak kullandı”
--Bütün bu gelişmelerde muhalefetin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
FETÖ’nün 15 Temmuz terörist kalkışması da dâhil bütün bu girişimlerinin ülke içerisine ve dış dünyaya dönük olmak üzere iki yönü vardır. Burada CHP’nin gerçekten tez konusu olacak politika, stratejileri ve söz ve tavırların hakkıyla ortaya konması, değerlendirilmesi bundan sonraki süreçte bağımsız, güçlü, güvenli, müreffeh bir Türkiye için belirleyici olacaktır kanaatime göre. Meşru siyasette başarısız, ancak bir o kadar da haris Ana Muhalefet Partisi, FETÖ ile açıktan işbirliği yapmaktan kaçınmadı. FETÖ dönem itibarıyla Ana Muhalefet Partisi’ni adeta ofis olarak kullandı. Seçimlerde açıktan Ana Muhalefet Partisi desteklendi. Ana Muhalefet Partisi FETÖ’nün niyeti deşifre olmasına rağmen siyasi hesaplarla geçmişi öne sürerek FETÖ ile birlikte iktidara saldırdı. Siyasi faaliyetlerinde FETÖ’nün bu güne kadar doğruluğu teyit edilemeyen, kurgulandığı tespit edilen, yasal olmayan bir takım iddia ve materyalleri gerçekmiş gibi kullandı. Gerici Gezi Kalkışması’nda Ana Muhalefet Partisi mensuplarından kimileri, yakıp-yıkan, harap eden vandallığı, terörist eylemleri hayret verici şekilde ve terör örgütleriyle doğrudan uyuşan bir jargonla; “Halkın meşru şiddeti” olarak gördü. 15 Temmuzda ise FETÖ’nün terörist saldırıları ve Türkiye’yi düşürme girişiminde ise bir takım rezervler koysa da sevindirici ve umut verici şekilde devletin yanında durdu. Hedef alınan AK Parti Hükümeti’ni açıktan destekledi. Bu arada FETÖ sadece Ana Muhalefet Partisi’ni değil özellikle emniyet mensubu müntesiplerince bile bile HDP, dolayısıyla etnik ayrılıkçı PKK cinayet şebekesini de açıktan destekledi. Ayrıca FETÖ’nün TSK içerisine sızdırdığı asker görünümlü mensuplarıyla PKK ile işbirliği yaparak ülkemize ihanet ettikleri 15 Temmuz terörist girişimi sonrası deşifre oldu. HDP’yi mevzu-ı etmek istemiyorum bu konu da ve dolayısıyla PKK terör örgütü gerçekten ayrı bir tartışma, değerlendirme konusu.
“Bahçeli, MHP içindeki muhaliflerin FETÖ tarafından kullanılıp yönlendirilmelerine prim vermedi”
--Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Sn. Devlet Bahçeli’nin tavrı?
Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Lideri Sn. Devlet Bahçeli’nin siyaseten kendi lehine başarılı bir politika yürütmüş olduğunu söyleyemesek de hiçbir olay ve durumda hiçbir gelişmede Türkiye’yi hedef alan, Hükümeti’ni zor durumda bırakacak hiçbir sözün, tavrın ve girişimin sahibi olmadı. Olmazdı da. Nitekim15 Temmuz FETÖ saldırılarına karşı Sayın Devlet Bahçeli’nin aldığı tavır tarihi ve her türlü takdirin ötesindedir. MHP içindeki muhaliflerin FETÖ tarafından kullanılıp yönlendirilmelerine, partinin ele geçirilmesi çabalarına prim vermedi. Tüm eleştiri ve baskılara karşı mücadele etti, partinin ele geçirilmesine müsaade etmedi. 15 Temmuz ve sonrasında FETÖ’ye karşı ülkücüler en etkili ve güçlü şekilde karşı durdu ve durmaya da devam ediyor. 15 Temmuz terörist saldırıları da gösterdi ki; Ülkücüler bu ülkenin en sadık vatanperverleri, en dinamik fedaileri ve koruyucularıdır.
“15 Temmuz’da Türkiye’nin dış müdahalelere açık ve hazır hale getirilmesini amaçlandı”
-15 Temmuz bir darbe girişimi değilse FETÖ’nün amacı neydi?
Kenan Evren’den mülhem haliyle ifade edersek “bozulan düzenin yeniden tesisi içün…” yapılmadığı kesindir. Zira bütünüyle değerlendirildiğinde bu kalkışmanın Türkiye’yi yönetme amacı gütmediği açıkça görülmektedir. FETÖ’nün 15 Temmuz terörist girişimi, hedefleri olan ve yükselen yeni Türkiye’nin ani bir kırılmayla kaosa sürüklenmesi, buna bağlı olarak istikrarsızlaşan ve kaosa sürüklenen Türkiye’nin dış müdahalelere açık ve hazır hale getirilmesini amaçlamıştır. Eksiksiz ifadeyle; kurulan ve işleyen düzenin bozulması girişimidir 15 Temmuz terör kalkışması. ve saldırıları, ABD, İsrail başta Batı’ya angaje olmuş kendi varlığını, hezeyanlarını muhafaza uğruna ayrımsız Türkiye’ye hasım, rakip kişi, odak ve devletlerin emrine girmiş, girmeye teşne FETÖ sopasıyla Türkiye’nin dövülmesi girişimidir.
“TSK’nin içerisindeki istihbari ve idari birimler de FETÖ eline geçmiş”
--17-25 Aralık operasyonu sonrası devlet kurumlarında paralel yapıyla bağlantılı gözaltılar, tutuklamalar ve görevden uzaklaştırmalar oldu. Bu mücadele neden TSK'da gerçekleştirilemedi?
17/25 Aralık sözde yolsuzluk sosuyla örtülmüş, FETÖ müntesibi polis ve yargı mensuplarının birlikte kurguladığı örgütün diğer bütün cephelerinin ortak hareketiyle gerçekleştirilen bir darbe girişimiydi. 17/25 Aralık darbe girişiminin kriminal bir boyutu vardı ve suç-ceza ilişkisi barındırıyordu. Bu durum, suça bulaşanların tespitine, yakalanmasına ve haklarında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına, ayrıca görevden alma ve uzaklaştırma gibi diğer bir takım tedbirlerin alınmasına da imkân verdi. TSK’daki durum bu gün daha iyi anlaşılıyor ki daha komplikeydi ve çözülmesi ancak bir kriminal gerekçeye bağlıydı. Nihayetinde de öyle oldu. Bu meselenin TSK’da daha etkili şekilde halledilememesinin birden fazla sebebi vardır. Birincisi gerçekten de, hayrete düşürücü bir şekilde FETÖ ordumuz içerisinde kamufle olmuş, kripto haline gelmiş. Diğer bir durum, katı hiyerarşisi olan bu yapı içerisinde, özellikle askeri okullarda FETÖ’ye intisap etmeyenlerin, örgütün iradesi dışında katılanların tasfiyesi, kullandığı yöntemler itibariyle kendisini gizleyebilmiş. Bir başka sıkıntı, TSK’nin kendi içerisindeki istihbari ve idari birimlerinde bu örgütün kontrolüne geçmiş olması bir diğer handikap. Düşünsenize araştıran, değerlendiren, rapor ve karar veren, sizi dinleyen her adımınızı takip eden onlardan ve siz bunu bilmiyorsunuz. Öyle kurnazca yöntemler kullanılıyor, öyle karatma uygulanıyor ki adeta komuta kademesinde FETÖ’cü olmayanlar kör edilmiş. Şimdi herkes kabul ediyor ki devletin en büyük problemi istihbarat zafiyeti, yokluğu, yoksunluğu. Kabul edilen bu gerçekle ancak şimdi yüzleşiliyor ve bu gerçek sorgulanıyor. İnşallah bu süreci yürütenlerin içerisinde kripto FETÖ’cüler olmaz, zira bir daha yanılma, kandırılma gibi mazeretleri bu millet kaldıramaz.
“FETÖ’cülerin planları tutsaydı süreç kanlı olurdu”
- FETÖ darbe girişimi başarılı olsaydı Türkiye 16 Temmuz sabahında nelere şahit olacaktı?
FETÖ’nün terörist kalkışmasının Allah (c.c) korusun en büyük başarısı Sayın Cumhurbaşkanımızın zarar görmesi olabilirdi. Olmadı. Nihai olarak bu kalkışmanın başarılı olma şansı olmamakla birlikte, eğer FETÖ’cülerin planları öngördükleri şekilde işleseydi, süreç tahminlerin ötesinde kanlı, travma da bir o kadar derin olurdu. Tabi bu kalkışmanın arkasında olanlara gün doğar, ülkemiz dışarıdan yapılabilecek müdahalelere açık hale gelirdi. 15 Temmuz kalkışmasının ilk saatlerinde ümitlenip işlerini FETÖ’cülere havale edenler, “Her şey bitti, Tayyip, kaçtı, Almanya’dan sığınma istedi” diye külhanbeyliğine soyunanlar, ne olursa olsun “Tayyip gitti ya!” diye el ovuşturan, içi içine sığmayanlar, marketlere, ATM’lere, benzinliklere, su, içki kuyruklarına takılanlara, 16 Temmuz sabahı kalkışmanın başarısız olduğunu gördüklerinde ise derin hayal kırıklıklarına, umutsuzluklara gark olanlara, hatta “şerefsizler sarayı yıkamadı” diye hayıflananlara, milletin teröristlere karşı kahramanlıklarını ve Sayın Cumhurbaşkanına, hükümete, devlete desteklerini görüp hasetlerinden bu kalkışmayı Cumhurbaşkanı’nın senaryosu olduğu iftirasına sarılanlara, günler geçtikçe umutsuzluklarının derinliklerinde ikircikli ikiyüzlülüklerine kavuşup vatanperverlik kasanlara baktığımızda, 16 Temmuz sabahının korkunçluğu, vahameti insanın gerçekten ürpermesine sebep oluyor. Zalimlerin, vicdansızların, ikiyüzlülerin hali, bütün bunlar; memleketimizin, milletimizin, çocuklarımızın geleceği adına derin bir kaygı ile birlikte buruk bir acıma hissine de sebep oluyor.
--Darbe sonrası tutuklanan FETÖ'cü vatan hainlerinin ifadelerine bakıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Genelkurmay Başkanı'nın, Bakanların en yakınına kadar girebildikleri görüldü. Darbeci FETÖ'cüler en kritik yerlere nasıl sızdı?
Özellikle MİT Müsteşarı’nın sözde ifadeye çağrılması FETÖ meselesini gerçek anlamıyla ortaya çıkardı ve tartışmaya açtı. Bu FETÖ meselesinde en çok ve en ağır eleştiriler Ak Parti’ye yapıldı. Yapılmaya da devam ediyor. Eleştiride bulunanların bazı durumlarda haklılık payı olsa da FETÖ meselesinin günahının yalnızca AK Partiye yüklenmesi hem haksız hem de tutarsız. Bütün bu tartışmalardan, açıklamalardan, itiraflardan anlaşılıyor ki bu mesele; çok daha eski; tarihi, dini, psikolojik ve toplumsal zemine oturmakla birlikte 1970 yıllardan günümüze evirilmiş. Her partinin, her kurumun, her ortamın içerisinde ta başından beri kendisini ustaca gizlemeyi başarabilmiş. Eğitim hizmeti olarak kendisini lanse eden bu oluşum iki temel olgunun ‘zekâ’ ve ‘para’nın üzerinde ilerlemiş, örgütlenip güç bulmuş, güç kurmuş. En çok da Türkiye egemenleri; ordu, yargı, üniversite ve diğer üst düzey devlet bürokrasisi ile tek parti siyaset anlayışının Müslüman Türk Milleti’nin değerleri, yaşama biçimi ve iradesine yönelik saldırılarının milletimizde meydana getirdiği psikolojik iklimden beslenmiş; daha da trajik olan husus; emekli bir yüzbaşının tespit ettiği gibi; özellikle TSK, üniversiteler ve yargının yakın tarihe kadar mütedeyyin Müslümanların değerlerine, iradesine ve tercihlerine, meşhur mürteci-irtica sopasıyla saldırırken, bu örgüt en çok da buralarda bu kurumları teslim alma imkânı, fırsatı bulmuş. Elebaşlarının; “belli bir noktaya ve kıvama gelinceye kadar, dünyayı sırtınıza alıp taşıyacak kıvama ulaşıncaya kadar, o kuvveti temsil edecek güç elinizde olacağı, bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar” telkinleri ve “beklenen gün” motivasyonuyla hipnotize ettiği, planlı, disiplinli, gizli bir örgütün bütün hususiyetlerine sahip olarak yetiştirdiği elemanlarını “son vuruş” için en az kırk yıllık bir sabır ve çabayla bütün bu noktalara taşımış. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, bu terör örgütü konusunda doğru, gerçekçi, iyi niyetli tüm feryatlar, özellikle, milletin değerlerine hasım devlet egemenlerinin yarattığı iklimde ne yazık ki karşılık bulmamış, bulamamış. Tabi ki siyasi, iktisadi ve sosyal mülahazaların bu duymama meselesinde etkisinin bulunmadığını söylemek ne gerçekçidir, ne ahlaki ne de vicdanidir. Lakin daha öncesine de gidilebilmekle birlikte; Menderes’e, Erbakan’a, Özal’a bu gün Erdoğan’a yapılanlar, darbeler, muhtıralar, e-muhtıralar, idamlar, hapisler bütün bunlar da bu örgütün vücut bulup yaşamasına, en çok da bu egemenlerle ittifak ederek gizlenip, yerleşmesine ve büyümesine imkân sağlamıştır. Bunun yanında dönemsel koşulların kendi lehine tahvil etme konusunda müthiş mahir, senaryoları akıllıca yazıp ustalıkla oynayan bir örgüt lideri ila karşı karşıya insanlık. Amacına varmak için barış, kardeşlik, diyalog gibi yaklaşımlarla her mahfilde yer edinmiş bir kuzu, bir güvercin görüntüsü. En çok da diğer İslami kişi, grup ve oluşumlara hasım, düşman. Böyle bir profile hangi kapılar açılmaz. İçerideki psikolojik iklimde mazlum ve mağduru en iyi oynayan, gerçek yüzünü emsalsiz maharetle gizleyebilen, tedbir ve takiyyenin her türlüsünü aynı maharetle uygulayan, eğitim hizmeti, Türk Okulları, Türkçe konuşan yabancı insanlar, Türkçe olimpiyatları, fedakârlık hikâyeleri, yüzlerce milyar dolarlık finans gücünü, binlerce şirketi, himmeti, eğitim kurumu görüntüsünde militan yerleştirme merkezlerini, ordu, yargı, üniversite, parti, dernek vs. organize olmuş kripto kadroları fazlasıyla gizlemeye, örtmeye yetmiş.
“FETÖ’yü AK Parti bulmadı”
--AK Parti İktidarı’nın hiç mi kusuru, suçu yok?
Yeniden hatırlayalım. Sayın Cumhurbaşkanımız siyasi hayatını bitirmek için seçilme hakkı elinden alınmak istendi. Muhtar bile olamayacağı iddia edildi. İnancı, yaşama biçimi, şahsi tercihleri dolayısıyla meşru siyaset zemininde vatandaşlık haklarını kullanması engellenmeye çalışıldı. Ahlaki, vicdani ve hukuki olmayan yol ve yöntemlere rağmen milletin teveccühünden mahrum bırakılamayan ve milletin kahir ekseriyetinin iradesiyle iktidar olmasına karşın, meşru olmayan yöntemlerle iktidar alanı daraltılıp, tasfiye edilmeye çalışılan meşru bir lider, siyasi bir hareket ve mensupları mevzu . Bana göre en az kusurlu, en az suçlu olan taraftır AK Parti. Aslında FETÖ’yü AK Parti bulmadı, kurmadı. Hatta FETÖ genel karakteri itibarıyla nasıl rahmetli Erbakan’ı sevmemiş ise AK Parti’yi ve liderini de sevmedi. Şimdi daha iyi anlaşıldı ki FETÖ AK Parti’yi en büyük rakibi hatta düşmanı olarak gördü. Netice de FETÖ böyle bir iktidar zeminine yukarıda saymaya çalıştığım diğerlerince bırakıldı. Nihayetinde FETÖ bulduğu ilk fırsatta, rahmetli Özal’a, rahmetli Erbakan’a yaptıklarına rahmet okutacak bir hainlik ve alçaklıkla AK Parti’ye ve onun liderliğine saldırdı. Üstelik Türkiye’ye hasım odaklar ve güçlerle ittifak ederek. Demek ki iddia edildiği gibi FETÖ ile AK Parti’nin meselesi ne kişisel bir meseledir, ne de iktidar meselesidir. Bu günlere, bu meselelere bağlı ne kişisel anlaşmazlıklar ve ne de iktidar kavgaları sonucu gelinmiştir. AK Parti’nin en büyük handikabı, stratejik istihbarat üretecek, stratejik devlet aklını işe koşacak, yeni Türkiye idealine inanmış, bu yükü taşıyacak yetkin kadrolara yeterince sahip olamaması, olanların da işe koşulmamasıdır. Bir de Türkiye’nin en derin problemlerinden birisi siyasetin de cemaat kodlarıyla yürümesi, kimi zaman yakınlık, kimi zaman iç içe geçmesi ve meseleye bir türlü dışarıdan bakamaması, bakma imkânı bulamaması. Devletimizdeki en kurumsal ve kemikleşmiş yapı “Mabeyn Çeteciliği” de bu gidişatın değirmenine su taşıyor. Siyasetin içindeki kimilerinin de hoşuna giden bu tutum, gerçeği kovalayan insanlarla buluşmasına, bir araya gelmesine imkân vermiyor.
“FETÖ, Özel Harekâttaki temizliğe çıldırdı”
-- Darbe girişimi sırasında etkisiz hale getirilmeye çalışılan kurumların başında Gölbaşı'ndaki Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığı vardı. FETÖ'cü cuntacıların hedefi neden burasıydı?
Gururla söylemeliyim ki; benim de bir dönem mensubu bulunduğum, kamuflajını giyip beresini taktığım Polis Özel Harekât, Türkiye’nin en vatanperver, en sadık, en namuslu, en cesur, en dinamik muharip güçlerinden birisidir. Şehirde, kırsalda, terörle mücadelenin etkili operasyonel birimlerinin en önemlilerinin başındadır Polis Özel Harekât. Biliyorsunuz FETÖ’nün teröristleri başarılı olabilmek için öncelikle Özel Kuvvetleri ele geçirmeyi ve Özel Harekât Daire Başkanlığı’nı durdurmayı, yok etmeyi planlamıştır. Kendileriyle savaşacak ve alt edecek en muharip güç olarak Polis Özel Harekâtı gören FETÖ teröristleri ne yazık ki bu alçak saldırıyı gerçekleştirmiştir. Özel Harekât Daire Başkanlığı’nı hedef almalarının bir başka önemli nedeni de Daire Başkanlığı’nın FETÖ müntesiplerinden etkili olarak temizlenmiş olmasıdır. Bu durum da FETÖ’yü çıldırtan bir başka önemli hadisedir. Bu hain, alçak ve menfur saldırıda, üçü Daire Başkan Yardımcısı, dördü Şube Müdürü rütbesinde olmak üzere otuz sekiz Özel Harekât polisi, yedi Havacılık Daire Başkanlığı personeli, üçü genel hizmetli kırk sekiz polis, bir imam ve bir sivil vatandaş olmak üzere elli yiğit vatan evladı şehit olarak nurlanmış, şehit olma bahtiyarlığına ermiş, beş yiğit vatan evladı da gazi olma onuruna ermişlerdir. Bu vesileyle şühedanın şahadetleri Yüce Yaradan (c.c) katında makbul, mekânları cennet dereceleri âli olsun, ne mutlu onlara; kutlu olsun. Milletimizin başı sağ, vatan sağ olsun. Gazilerimize Şafi İsm-i Şerifi hürmetine şifa versin Rabbim (c.c).
-- İstihbarat kanlı darbe girişiminde neden sınıfta kaldı?
Eğer bir stratejiniz yok, ya da stratejiniz doğru ve gerçekçi değilse taktik doğrular sizi amacınıza ulaştıramaz. Dün olduğu gibi bu günde Türkiye’nin en önemli meselesi, hala stratejik istihbarat kavramının idrakine erememiş olmasıdır. FETÖ ile mücadelede gerekli, gerçekçi strateji ve yöntemlerle mücadele etmek yerine, meseleye benzer aidiyetlerle bakanların başarılı olabilme ihtimalleri de neredeyse yok gibidir. Devlet aklını işletecek yetkin kadrolara yeterince sahip olamayan devlette ‘karar alıcılar’ yalnız ve naçar kalmaktadır. Bana göre bütün ‘kırılganlıklar’ bu ana meseleye bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bırakın karar alıcılara, işlenmiş, teyit edilmiş, kesin, doğru bilgiler taşımayı, yeni Türkiye’nin hedeflerini kavramaktan uzak, Türkiye’nin meselelerinin çözümü için siyasi otoritenin politikalarını hayata geçirme yetkinliğine sahip bile olmayan, bu yeni dönemin sorumluluğunu taşıyamayacak kadroların inisiyatif sahibi edilmeleri, başta Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız olmak üzere milletimizin feraseti, cesareti ve basiretiyle bertaraf edilen badireleri, başka badirelerin öncülü olmaktan kurtaramaz. Böyle bir sürecin yol açacağı olumsuzlukları, krizleri, travmaları kamu otoritesinin bir daha kaldırabilmesi ve kamuoyu tepkisini karşılayabilmesi oldukça güç görünmektedir. Meseleleri bütün içerisinde görmeyen, göremeyen taktik çıkışlarla durumu kotarmaya çalışan, devlet umurunu kaldırma cesareti bulunmayan, meseleleri ve nedenlerini önüne almak yerine, günlük işlere ve kişilere takılanların başarılı olma şanslarının bulunması imkân dâhilinde değil. Bu tür kamu görevlilerinin yaptıkları en iyi şey, işlerini değil, üstlerini idare etmektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin karşı karşıya olduğu çok kimlikli düşman koalisyonun her türlü şer ve saldırı girişimine karşı, yalnızca taktik olarak değil, stratejik istihbaratın elde edilmesi, değerlendirilmesi stratejik aklın işe koşularak operasyona, dönüştürülmesi ihtiyacı her zamankinden daha elzem hale gelmiştir. Kamudaki ‘bizim adam olacak’ mücadelesinin devlette oluşturduğu zafiyetin, paralel yapının yol açtığı tahribattan daha ciddi sonuçlar doğurabileceği ihtimali daha az değildir. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi “dere geçilirken” bu konuları ulu-orta her platformda tartışmaya açmanın bir faydası olacağını sanmıyorum. Doğru zemini oluşturmak gerekiyor. Sadece bir tespitle bu meseleyi noktalayalım; Hangi ülkede 15 Temmuz benzeri bir kalkışmaya maruz kalan devlet ricali bu işlerle görevli memurlarına ulaşmak için çabalar ve başaramaz.
- Darbeciler Türkiye'ye ne kaybettirdi? Ve 15 Temmuz'un kazananı ve kaybedeni kim oldu?
Türkiye en büyük ihaneti yaşadı 15 Temmuzda. Tarihinin en büyük utançlarından birini yaşadı bir yönüyle ve fakat diğer taraftan tarihe ve diğer milletlere de ders olacak bir duruşun sahibi olarak ülkesinin işgaline eskiden olduğu gibi razı gelmedi, can vererek buna engel oldu. FETÖ’cü teröristler kaybederek bu ülkeye en büyük kazanımı sağlamışlardır. 15 Temmuz’un kazananı değil, zira bu sadece bir kazanç değil tarihi bir zaferdir. Bu zaferi kazanan, kesinlikle fedakâr, cefakâr, ferasetli, basiretli, cesaretli vatanperver vatan evlatları, milletimiz, nurlu şehitlerimiz, onurlu gazilerimiz olmuştur. Bu gün evde oturma zamanı değil, bu gün evinde oturanların, mahşerde yüzü olmaz diye meydanlara koşan Alp Erenler, Almılalar kazanmıştır. Kaybeden FETÖ’cüler ve sahipleri olmuştur. Bu milletin kazancının muhafazası ise yöneticilerinin omuzlarındadır. Bu ülkenin kazanmaya devam etmesi; bundan sonra hukukun içinde; meşveretle, adaletle, liyakatle yönetilmesine, geçmişin hastalıklarından arındırılmasına, yeni rahatsızlıklara yol açacak travmalara sebep olunmamasına bağlıdır.
“Milletimiz, vatan savunmasında her daim ayakta”
- Tanklara, toplara, savaş uçaklarına karşı göğsünü siper eden Türk milleti, hem iktidardan hem de muhalefetten bundan sonraki süreçte bir beklentisi var mıdır? Varsa bu nedir?
Savaş uçaklarına, helikopterlerine, tanklara, toplara, kurşunlara gövdesini siper ederek izzetine sahip çıkan Türk Milleti, iktidarından, muhalefetinden, devletinden; hukukla, meşveret, adalet ve liyakatle yönetilmeyi, şehitlerinin, gazilerinin hatıralarına sahip çıkılmasını ve halel getirilmemesini, birlik, dirlik ve bütünlük içerisinde emeği ile onuru ile, barış ve güven içerisinde yaşamayı, feraset, basiret ve cesaretle memleketin her türlü provokasyona mukavim hale getirilmesini, meselelerinin hâkim, sakin ve kararlılıkla halledilmesini istiyor. Yüce Yaradan’ın “akıl ve hür irade” ile sorumlu tuttuğu kullarına her daim akletmelerini öğütlemesine karşın, aklını, iradesini sözde seçilmiş olarak kabul ettiği kimi insanlara teslim etmiş, “seçilmişin” rüyalarıyla yaşayan, devlet/millet hizmeti yerine sözle seçilmişlere, devlet dışı yapıların hiyerarşisine bağlanmış, vatandaşlığı, kamu görevliliği, devlet adamlığı bilincine erememiş, bu vasfı taşımayan, taşıyamayan idarecilerden bu devletin, kamu idaresinin temizlenmesini istiyor bu millet. Milletimiz, vatan savunmasında her daim ayakta ve uyanık olarak yöneticilerinin önünde olacaklarının da ifade edilmesini istiyor.
“Ülkeler binmeyecekleri arabayı garajlarına çekmez”
--Herkesler bilir ki bir darbe olacaksa dış bağlantısı olmadan bu darbenin gerçekleşmesi düşünülemez. FETÖ darbe girişiminin dış bağlantıları kimlerdir?
15 Temmuz öncesi, sırası ve sonrasında görüldü ki özellikle öncelikle ABD’nin bilgisi ve müdahalesi var. ABD açıklama yaptı kendileriyle görüşen ilişki içerisinde olan, asker elbisesi giymiş FETÖ’cü teröristlerin tutuklanmalarından kaygı duydukları yönünde. ABD’nin terör örgütü elebaşının teslim edilmesine ilişkin ortaya koyduğu argümanlar bile FETÖ’yü desteklediklerinin bir kanıtı. Kimseyi kandıramaz, ikna edemezler, öyle kanun, prosedür falan diye. Yeri gelmişken bu ülkeler binmeyecekleri arabayı garajlarına çekmez, yakıt ikmali yapmazlar. Bu kadar açık ve nettir durum. Aynı şekilde İsrail, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkeler de bu menfur olaya değil Türkiye’nin verdiği tepkiye takıldılar. FETÖ’nün bu terörist kalkışmasından bu ülkelerin istihbarat birimleri haberdardır. Planın işleyeceği konusunda ümit var olan bu birimler, mahfiller güç odakları da ciddi hayal kırıklığı yaşadılar. Bir FETÖ’cünün dediği gibi Türk Milleti’nin bırakın tankın, uçağın, helikopterin önüne durmasını yere yatmasını bile beceremeyeceğini sanıyorlardı. Beklentilerini bu millet boşa çıkardı. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi bu millet iktidarından, muhalefetinden, devlet görevlilerinden bu duruşunun boşa çıkarılmamasını, hakkının verilmesini bekliyor.
- Darbe girişiminin siyasi ayağında kimler vardır?
07 Aralık MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması daha doğrusu tutuklanmaya çalışılması, Özellikle 17/25 Aralık darbe girişimi ve MİT TIR’ları’nın aranması gibi bilinen olaylarla, söz, tutum ve davranışlarıyla PDY’ye destek çıkan, FETÖ yanında yer alan deşifre olan aktif siyasetçileri bilmekle beraber, FETÖ tarafından 15 Temmuz terörist kalkışmasına doğrudan dâhil olan deşifre edilen siyasetçi henüz olmadı. Bu tarih öncesinde, sözleri, tavır ve davranışlarıyla 15 Temmuz veya benzeri bir takım girişimlerin olabileceği sinyali veren siyasetçi de dâhil pek çok çevreden insan oldu. Soruşturmalar devam ettikçe bilinmeyenlerle ilgili gelişmelerden de haberdar oluyoruz.
-- Son olarak neler söylemek istersiniz?
Allah vatanımıza, milletimiz, devletimize bu tür acılar yaşatmasın, göstermesin. Hem bizlere hem de ülkemiz üzerinde hesapları olanlara 15 Temmuz hadisesi ders olsun. Şehitlerimize rahmet olsun Devletimize milletimiz Allah zeval vermesin. Allah; vatan, millet ve devlet düşmanlarını zelil eylesin.
Röportaj: Vedat Yavuz