Terör örgütü PKK'nın talimatı üzerine Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde uygulanmak istenen sözde "öz yönetim" oyunu, güvenlik güçlerinin uyguladığı yoğun operasyonlarla boşa çıkartıldı. Polis ve askerin ortaklaşa yürüttüğü operasyonlarda, PKK tarafından kazılan hendekler kapatılırken yaşam alanlarına yerleştirilen el yapımı patlayıcılar ise başarılı bir şekilde imha edilmeye çalışılıyor.

Özellikle Cizre, Sur, Silopi ve Nusaybin’de yoğunlaşan operasyonlarda silah sesleri aralıksız devam ederken, Genelkurmay Başkanlığı, Şırnak ve Cizre'de devam eden operasyonlarda en son 205 teröristin etkisiz hale getirildiğini açıkladı. Emekli (Gazi) Emniyet Müdürü Osman Kaya, operasyonları değerlendirirken gündemi sarsacak açıklamalarda bulundu.

Peki, PKK bölgede ne yapmak istiyor? Çözüm süreci PKK/KCK terör örgütünün bölgede yerleşmesine zemin mi hazırladı? PKK/KCK terör örgütünün bu döneme ilişkin stratejisi tam olarak neydi? PKK’nın silah stoku neden bitmiyor? PKK’nın Kandil sorumlularından Murat Karayılan’ın HDP’nin Meclis’ten çekilmeli imasının perde arkasında ne var? Demirtaş-Lavrov görüşmesi ne anlama geliyor? Bütün bu soruların cevabını Emekli (Gazi) Emniyet Müdürü Osman Kaya’ya sorduk.

İşte Emekli Emniyet Müdürü Osman Kaya’nın İstiklal Gazetesi’ne verdiği o röportaj;

- Terör örgütü PKK, camileri ateşe verip Kur’an’ı Kerim’leri yakıyor. Okulları hedef alıyor. Bölgeyi yaşanmaz hale gelirken halk göçe zorlanıyor. Sur, Cizre, Silopi ve daha birçok il ve ilçede neler oluyor? PKK ne yapmak istiyor?

Öncelikle, bu günkü gelişmeleri anlayabilmek için yakın geçmişte olup-biteni tekrar hatırlamakta fayda var. 2013 yılında Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü ile 2008’den 2011’e kadar resmi düzeyde görüşmeler yaptığı ortaya çıktı. Devlet yönünden görüşmelerin amacı, terör belasını ülke gündeminden geri gelmemek üzere düşürmek, terör örgütünün amacı ise, ayrı bir devlet anlamına gelen taleplerini, devlet eliyle ve millet imkânlarıyla gerçekleştirmek. Bu süreçte devlet, olağan bir hayatın bu ülkede mümkün olduğunu halka kanıksatmak, terör örgütü ise taleplerini hükümete kabul ettirmeye zorlamak üzere, içeride şiddet tehdidini sürekli gündemde tutmaya devam etmek, dışarıya karşı ise çözüm istemeyen tarafın devlet olduğu propagandasıyla taraftar devşirmek, uluslararası meşruiyet elde etmekti. Bir başka başlık olmakla birlikte, yeri gelmişken söylemeliyim ki; terör örgütünün DAİŞ konusundaki rol çalan girişimi, daha doğrusu Türkiye’nin stratejik olmayan duruşu ve pasif tavrı terör örgütüne bu yönlü bir avantaj sağladı. Terör örgütü, bütün bu sözde barış girişimlerine karşı AK Parti hükümetinin, dolayısıyla devletin oyalama siyaseti güttüğünü, taleplerine olumlu cevap vermediğini iddia ederek, savaşın derinleştirileceği tehdidini yeniden dillendirmeye başladı. 1 Haziran 2010’da da 4. Stratejik Dönem olarak adlandırdığı sözde “Devrimci Halk Savaşı”nı başlattığını açıkladı. Bu dönemde kırsal alan faaliyetleri/eylemleri ile şehir faaliyetlerini/eylemlerini halkı da içine alacak şekilde iç içe sürdürmeyi planlayan PKK/KCK’lı teröristler, 2009 yılındaki görece sessizlikten sonra, 2010 yılında oluşturmaya çalıştığı yeni politik atmosferde şiddeti ve kitlesel eylemleri yoğunlaştırarak sürdürmeye çalıştı. 2011 yılı bahar aylarından itibaren kırsal alan faaliyetlerini artırdı ve belirli bir eylemsellik seviyesini de yakaladı. Bu ivmeyle kış aylarına rahat ve eli güçlü bir biçimde girmeyi hedefleyen terör örgütü, 2011 yılının son üç aylık döneminde gerçekleştirilen operasyonlar ile hem sağlamaya çalıştığı fiziki alan hâkimiyetini kaybetti, hem de psikolojik açıdan oldukça sıkıntılı bir sürece girdi. PKK terör örgütü 2011 yılına ilişkin yaptığı özeleştiride; devletin bu dönemdeki gayrinizamî harp yöntemlerinin başarıya ulaştığını itiraf etti. Kendi açısından başarısızlığı ise, taktiksel alanda ve gizlilikte yaşanan ciddi sorunlar ile ideolojik ve askeri eğitim eksikliğine bağladı. Başarısızlık ithamı üzerinden güdüleme taktiğini her defasında en önemli/geçerli motivasyon araçlarından birisi olarak kullanan terör örgütü, bu dönemde de alan daralması dolayısıyla zor da olsa eylemselliği sürdürmeleri gerektiği talimatıyla da elemanlarını eylemler için yeniden harekete geçirmeye çalıştı. PKK terör örgütü ve benzeri örgütler kadrolarını elde ve canlı tutabilmek, eleman kaynağının devamlılığını sağlayabilmek için mutlaka şiddeti gündemde tutmak ulaşılması zor hedefler koymak mecburiyetindedir. Yoksa PKK’nın varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Terörist başı Öcalan bu gerçeğin en çok farkında olan kişidir. Her hamlesi bu gerçeğe uygun ve ubyumludur. Terör örgütü elebaşısını çözümün parçası olarak gündemde tutmaya çalışanlar da aslında bu gerçeği en iyi bilenlerdir.

"TERÖRİST BAŞININ MUHATAP ALINMASI KENDİLERİ AÇISINDAN BÜYÜK BAŞARI OLACAKTI"

- Terör örgütünün 2012 yılında ‘Kürt Baharı’ iddiası vardı?

2011 yılı için öngördüğü stratejik hedeflere ulaşamayan etnik ayrılıkçı PKK/KCK terör örgütü, 2012 yılı itibarıyla hedeflerini yeniden revize etmeye çalıştı. 2011 yılında terörü ve terör tehdidini gündemde tutmayı ve tartıştırmayı başaran etnik ayrılıkçı terör örgütünün motivasyon yöntemlerinden bir diğer de; her yıla özel atfedilen ve her defasında final yılı iddiası yüklenen hedefler oldu. Terör örgütü vakit kaybetmeden, zamanı kendi lehine tahvil edeceği, terör tehdidiyle ciddi imkânlara sahip olacağı stratejik ve taktik planlarının ayrıntılarını yeniden hesaplamaya başladı. Terör örgütünün 2012 yılı için Devrimci Halk Savaşını zirveleştirme ve final yılı olacağı iddiası, hem örgütte, hem de müzahir kitlelerde heyecan tazelemeyi, teröristleri ve kitleleri kör şiddete daha bir iştiyakla katmayı, böylece, bölge halkı açısından baskı, devlet açısından da pazarlık gücü elde edebileceğini sandı. Terör örgütüne göre; Öcalan’ın yokluğunda süreç doğru, sağlıklı bir şekilde yürütülemeyecekti. Bu nedenle; terörist başının yeniden muhatap alınması kendileri açısından en büyük başarı, terörist başının sürece dâhil edilmesi ise tek kıstas olacaktı. 2012 yılında direnişin radikalleştirilmesiyle de sözde-Kürdistan kurulacaktı.

PKK/KCK silahlı teröristlere yönelik talimatlarında; 2012 yılı hedefinin terörist başı ile görüşmek değil terörist başının serbest bırakılması ve sözde-Kürdistan’ın kurulması olduğunu, bu nedenle bir an önce terörist başının sürece dâhil edilmesinin ve taleplerinin kabul ettirilmesinin kaçınılmazlığına vurgu yaptı. Bu meyanda, terör örgütü kitlesel eylemlerin şiddet eylemlerine dönüştürülerek güvenlik güçlerine/kamu kurumlarına yönelik deşifre olmamış örgüt mensupları aracılığıyla saldırılar düzenlenmeyi ve 2012 yılının intikam yılına dönüştürmeyi, saldırıların boyutunun artırılarak Kürt kökenli olmayanların -sivil/kamu görevlisi- da bölgeden uzaklaştırmak için kadrolarına sürekli baskı yaparak, ülkede büyük bir kargaşanın oluşmasını sağlayacak her türlü imkânı kullanmaya çalıştı. Terör örgütünün meşru siyaset zemininde görevlendirdiği elemanları, vekil sıfatı taşıyan kadroları ise ülkede düşmanlığı körükleyen, kin ve nefret doğuran her türlü kışkırtıcı melaneti sergiledi. Burada sürekli vurgulamaya çalıştığım bir gerçeği yeniden ifade etmekte fayda var: Etnik ayrılıkçı terör örgütü, kendi taleplerinin kabul edilmesi girişimini ‘müzakere’, muhatapları açısından kayıtsız-şartsız boyun eğmeyi ise ‘barış’ olarak anlar ve kabul eder. Bu nedenle etnik ayrılıkçı terör örgütü yönetimi, yöneticileri, alt ve paralel örgütlenmeler ile müzahir oluşumların bu dönemdeki toplantı, açıklama ve faaliyetlerinde de bir yandan Devrimci Halk Savaşı, direniş, serhildan söylemleri sürdürülürken, bir yandan da müzakere, barış vb. ifadeleri ön plana çıkarıldı. Bu konjonktürel ve taktiksel bir açıydı. Terör örgütünün başından beri varlığını sürdürmesi, gündemde kalması ve hedefine ulaşmasının geçerli ve gerçekçi yolu olarak kabul edildi ve uygulandı.

"HALK TERÖR ÖRGÜTÜNE RAĞBET ETMEDİ"

2012 yılı için “Alan Hâkimiyeti” ve “Kürt Baharı Yaratma” girişimini “Devrimci Halk Savaşı” stratejisiyle gerçekleştireceğini ilan eden terör örgütü, 2012’de de beklemediği şekilde karşılık gördü ve başarısız oldu. Bütün saldırı, tehdit ve yellemelerine rağmen halk da terör örgütüne rağbet etmedi.

"DEVLET İLE GÖRÜŞMELER DEVAM ETSE BİLE..."

Takip edenler hatırlayacaklardır; 2012 yılı sonlarında terörist elebaşılarından Duran Kalkan, bir açıklama yapmıştı; 2012’deki alan hâkimiyeti girişiminin bir başlangıç, bir prova olduğu, sözde-gerillanın gücü ve etkinliğinin esas olarak 2013 yılında ortaya çıkacağını, kapsamlı bir savaşın kaçınılmaz olduğu şeklindeki açıklamaları, sonraki sürece ilişkin terör örgütünün yapmak istedikleri konusunda çok net ifadelerdi.

Yine PKK/KCK terör örgütü elebaşıları, teröristlere; devlet ile görüşmeler devam etse bile, eylemselliği sürdürerek devletin sürekli baskı altında tutulacağı, bu sayede devletin zaman kazanma hesabı yapamayacağı, dolayısıyla terörist eylemlerin devam ettirileceği talimatları verirken, aynı talimatlarda; Devrimci Halk Savaşı’nda örgütün halk tarafından desteklenmediği ifadesi ise halka karşı terör örgütünün tavrı konusunda da açık mesajlar verdi.

"ÇÖZÜM SÜRECİ BÖLGEDEKİ PKK'NIN KOLAY HAREKET ETMESİNE NEDEN OLDU"

- ‘Barış Süreci’ PKK/KCK terör örgütünün bölgede yerleşmesine neden oldu görüşü fazlaca dillendirildi. Gerçekten de süreç böyle mi gelişti?

Çözüm Süreci adıyla yaklaşık iki-iki buçuk yıllık süreçte çatışmasızlığın ve suhuletin devamı için devletin izlediği politika ve yöntemler, PKK/KCK terör örgütünün bölgedeki güçlerini tanzim ve tahkim etmesi, eğitim, donanım ve lojistik temin etmesi açısından ziyadesiyle kolay hareket etmesine neden oldu.

"ULUDERE OLAYI SONRASI ÜRKEK DAVRANILDI-DEVLET REFLEKSİ İLE HAREKET EDİLMEDİ"

Ayrıca, Uludere Olayı başlı başına bir tartışma olacak kadar derinliğe ve muhtevaya sahip olmakla birlikte; özce ifade etmek gerekirse; devletin Uludere Olayı sonrasındaki ürkek tavrının da PKK/KCK terör örgütünün bölgede daha kolay yerleşmesine yol açtığıdır.

"TERÖR ÖRGÜTÜ HALKI TEHDİT EDEREK YOL, BARAJ, KARAKOLLARIN YAPIMINI ENGELLEMEYE ÇALIŞTI"

Terör örgütü, özellikle legal görünümlü aparatları vasıtasıyla özellikle ve yoğun olarak 2012 yılı Baharı itibarıyla halkı kışkırtarak, tehdit ederek, zorlayarak; devletin yol, baraj, kalekol yapımını, sınır güvenliğine ilişkin plan ve çabalarını engellemeye çalıştı.

"TÜRKİYE'Yİ ULUSLARARASI CAMİADA TERÖR ÖRGÜTÜ DAİŞ'E YARDIM EDEN DEVLET KONUMUNA DÜŞÜRDÜLER"

Terör örgütü bütün gücü, ilişki ve ittifaklarıyla Türkiye’nin DAİŞ terör örgütüne destek verdiği, hatta bu terör örgütü ile ittifak ederek Kürtlere saldırdığı iftirasını yaymaya, kara propaganda yapmaya çalıştı. PKK/KCK terör örgütü, AK Parti Hükümeti’nin düşürülmesi için herkesle her yöntemi denemeye teşne Paralel Yapı başta olmak üzere, Türkiye ile İran arasındaki bir savaşta İran’dan yana olacağını deklare edenler ve diğer tüm muhaliflerle bir olarak, Türkiye’nin uluslararası camiada terör örgütüne yardım eden devlet konumuna düşürülmesi için ellerinden geleni yaptı, yapmaya da devam ediyor. Bütün bu gelişmelerin ekserisi çözüm süreci olarak ifade edilen dönem içerisindeki gelişmeler olarak kayda geçti. Bu dönemde ağırlıklı olarak Türkiye’yi doğrudan ve derinden etkileyen başka iç ve dış gelişmelerde oldu.

"PKK/DYP'Yİ DAİŞ'LE MÜCADELE EDEN EN GÜÇLÜ MÜTTEFİK HALİNE GETİRDİLER"

Bir yandan DAİŞ terör örgütünü bir proje olarak ortaya çıkaran, büyüten, bölgede at koşturmasına izin veren, diğer yandan Esed rejiminin zulüm ve saldırılarına yol vererek büyük bir kaos ve kargaşa ortamının oluşmasına sebep olanlar; bölge politikaları için uygun zemin, bölgedeki kalıcılıklarına gerekçe yarattılar. ABD Kürtleri DAİŞ’ ten koruma girişimi ile bölgedeki varlığını tahkim ederken, PKK/PYD’yi DAİŞ ile mücadele de en güçlü müttefik haline getirdi. ABD, Türkiye’nin 1 Mart Tezkeresi’ndeki acı veren tutumunun hesabını, gelişmelerin kaybedeni olarak Türkiye’ye yükledi. Bölgede güç olma politikasını etkili olarak uygulamaya çalışan İran, Esed rejiminin halkına karşı yürüttüğü savaşa, Hizbullah’ı da yanına alarak açıktan ve fiili olarak Esed lehine dâhil oldu. İslam’ın yalnızca propagandasını yapan İran, en son olarak Rusya ile ittifak edip bölgedeki konumunu da tahkim etti. İran’ın, Irak’taki müttefiki ise mezhepçi iktidar ile Şii milisler üzerinden ABD oldu. Türkiye, 1 Mart Tezkeresi’ni reddederek bölgedeki oyunun, denklemin zaten dışında kalmıştı. Türkiye’nin uzaktan-uzağa yaptığı durum tespitleri ve yapılması gerekenlere ilişkin sesli düşüncelerin ise pek bir etkisi olmadı. Bu süreç tam bir rol çaldırma olarak gelişti. Terör örgütü, özellikle bu dönemden başlayarak, Türkiye muhaliflerinin kendilerine sağladığı avantajlara da yaslanarak Türkiye’nin bölgede inisiyatif almaması için elinden geleni yaptı. Bir yönüyle 1 Mart Tezkeresi’nin reddi, AK Parti iktidarına yönelik ilk olmasa da en büyük darbe girişimiydi. Türkiye’nin sürekli kırılan politikaları bağlamında 1 Mart tezkeresi tartışılmaya değer önem atfetmektedir. En azından tartışılmalıdır. Arap Birliği’nin Türkiye’nin Musul’daki iğreti askeri gücünü tartışmaya açtığı bu gün bu konu mutlaka tartışılmalı, hatta terör örgütü elebaşısının Suriye’den çıkarılması girişiminde Suriye ile yaşanan krizde İran’ın ve Arap ülkelerinin tavrı da tekrar gündeme getirilerek bu tartışma yapılmalıdır.

AK PARTİ 1 MART TEZKERESİNİ REDDEDEREK BÖLGEDE İNSİYATİF SAHİBİ OLMA HAKKINI KAYBETTİ

Terör örgütünün Türkiye’nin DAİŞ ile birlikte hareket ettiği, DAİŞ ile savaşmadığı kara propagandası hep bu amaca matuf oldu. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kırılgan durum AK Parti Hükümeti’nin bölgede irade beyanını ve inisiyatif almasını engelledi. Yoksa daha başta, Musul Konsolosluğu baskını ve görevlilerin rehin alınması, bölgedeki Türkmenlere yönelik her türlü fiili duruma karşı, çok güçlü bir şekilde müdahale etmesi tartışılmaz zorunluluktu. AK Parti Hükümeti, 1 Mart Tezkeresini reddederek, hem bölgede inisiyatif sahibi olma hakkını kaybetti, hem de bölgede demografik yapının Türkmenler aleyhine bozulmasına engel olamadı. Diğer yandan, Şiilerin ABD öncülüğündeki Batılı güçlere dayanarak, korkunç bir Sünni soykırımı gerçekleştirmesini seyretmek zorunda kaldı. Böylece El-Kaide ve DAİŞ gibi harici terörist hareketlerle Sünnilerin bölgede ki güçlerinin kırılmasına, pasifize edilmelerine de zımnen yol vermiş oldu. İşte bütün bu ahval içerisinde Türkiye’nin, özellikle Suriye sınırındaki kontrolü tam olarak sağlayabilmesi mümkün olmadı. Bu da PKK/KCK’nın alabildiğine rahat hareket etmesini, giriş-çıkışlarının hiç olmadığı kadar kolay hale gelmesini, her türlü lojistik teminini kolayla gerçekleştirmesini sağladı. Bütün bu gelişmeler çözüm süreci politika ve uygulamalarıyla birleşince mevcut durum da kaçınılmaz oldu.

"RUSYA'NIN YANINDA OLMANIN KARŞILIĞI İHANETTİR"

- Demirtaş, Moskova'ya giderek Lavrov'la görüştü. Lavrov Suriye'de PYD'ye destek vereceklerini söyledi. Demirtaş'ın Rusya ziyaretini ve Lavrov'un bu açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rus uçağının düşürülmesi hadisesinde Türkiye’nin haklılığı, hem politik ve askeri hem de teknik gerekçeler üzerinden tartışılmıyor. Bu olay Rusya için bir haklılık ya da haksızlık konusu değil, oldu-bittiye getirme, ben yaptım oldu hukuksuzluğudur. Bu konuyu bu manada tartışmaya gerek bile yoktur. Rusya’nın, Suriye’de Esed’in yanında ve fiili olarak yer almak için kurguladığı bir senaryonun parçasıdır uçak düşürülmesi olayı. Beş’ten büyük olan dünya, Beşler eliyle, Beş’e kolayca hapsedilebilmektedir. Vakıa budur. Bahane arayan Rusya Suriye bağlamında aradığını, kurguladığı bulmuş, senaryosunu gerçekleştirmiştir. Böyle olabiliyor diye herhangi bir gerekçe ile Rusya’nın yanında yer almanın, onu haklı çıkarmaya çalışmanın hakla, hukukla, vicdanla, izanla örtüşür bir yanı yoktur. TÜRKİYE VATANDAŞI STATÜSÜNE SAHİP HER HANGİ BİR CANLININ BU OLAYDA RUSYA’NIN YANINDA OLMASININ KARŞILIĞI DA İHANETTİR. Devletin, hükümetin politikalarının bütünlük içerisinde tartışılması hakkı tabi ki mahfuzdur. Bütün gerçekler ortadayken Rusya’dan özür dilemek asla mazur, makul, meşru görülemez. Rusya’nın Türkiye’ye hasım, düşman her kişi, kurum, devlet ile ilişki ve iş birliğine girmesi, bunlara destek olması beklenilmeyen bir durum da değildir. Kalmış ki ABD bile açıktan Suriye’de PKK/PYD-YPG’ye destek vermiştir. Burada Türkiye’nin politika ve yaklaşımlarının sorunsuz olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bütün bu gelişmeler yeni de değildir. Rusya PKK/PYD-YPG’yi daha 2015 Ocak ayı sonlarında Moskova’ya davet etmiştir. Şimdi de HDP’yi. Bunun hem Rusya, hem de HDP dolayısıyla PKK açısından hem anlamı hem de önemi vardır. Rusya, İran, Irak Merkezi Yönetimi ve Esed rejimi diğer bağlantılarıyla da başından beri zaten PKK’ya destek vermişlerdir. Bu hususta yadırganacak hiçbir durum görmüyorum. Türkiye’nin Meclisi’nde Vekil ve Parti Başkanı sıfatıyla PKK’yı meşru gören, destek olan, arka çıkan bir kişinin, kurumun, Türkiye dışında, Türkiye lehine bir tutum içerisine girmesini beklemek en hafif ifadesiyle safdillik olur. Sadece bu kurum ve kişiler açısından değil Rusya Krizi Türkiye’nin bütünü açısından turnusol vazifesi görmüş, renkler ortaya çıkmıştır. Demirtaş’ın Rusya ziyareti, PKK’nın dört parçada bağımsız devlet amacının, Suriye’nin kuzeyindeki parçanın oldu-bittiyle gerçekleştirilmesi girişimidir. Ayn–El Arab, Afrin ile birleştirilmek istenmektedir. Selahattin Demirtaş’ın Rusya ziyaretinin perde arkasından Suriye’de oluşturmak istenen güvenli bölgeye karşı PYD’yi Fırat’ın batısına geçirme planı vardı. Demirtaş, Rusya’nın desteği olmadan Cerablus’u ele geçirmenin zorluğuna dikkat çekip yardım istemiştir. Demirtaş’ın talebi budur, Rusya’da bunun sözünü vermiştir. Demirtaş bunu yaparken, hiçbir hukuk normunun, hiçbir devlet sisteminin, hiçbir vatandaşlık anlayışının kaldıramayacağı bir pişkinlik sergilemiştir. Hakikat ortadadır. Demirtaş’ın tavrı, her zaman, her yerde ve her vesile ile beklenebilen bir tavırdır. Şaşırtıcı da değildir. Ama ibret vericidir. Demirtaş, Sayın Başbakan’a hitaben; ihanet nerede? diye soruyor. Bizde devlet, devlet-i ebed müddettir. Devlet namustur. Hikâyesinde devlet olmayanın, lügatinde sadakat, dolayısıyla ihanet de olmaz.

Terör örgütü her ne kadar sürekli bir takım stratejik hedefler ortaya koysa da; terörü süreğen hale getirip, giderek tırmandırmayı, Türkiye’nin doğusu-güneydoğusu başta olmak üzere vatandaşları terör sarmalının içerisine çekmeyi, genel bir isyan ve iç savaş görüntüsü ile Türkiye’yi dışarıdan yapılacak siyasi, askeri ve ekonomik müdahalelere açık hale getirmeyi amaçlamaktadır. Hangi siyasi söylemi kullanırsa kullansın etnik ayrılıkçı terör örgütü; ‘terör, tehdit, devlet’ demektedir. PKK/KCK’nın dili düşmanlık, şiddet ve ayrışmadır. Bu dil barış ve birlikte yaşama iradesinin dili olamaz, böyle bir sonuca da hizmet edemez. Ülkemizi bir ve bütün tutarak KCK siteminin kurulabileceği iddiası asılsızdır, kandırmacadır, imkânsızdır. Gerisi laf-ı güzaf, amiyane ifadeyle goy-goydur.

Bir ülkede, idare istidadına sahip muhalefet yoksa iktidar ne kadar güçlü olursa olsun istikrar görecedir. İyi niyet, makuliyet, doğru kavramlar, olgular ve mütemmim bilgi üzerinden yürütülemeyen tartışmalar, meselelere doğru, gerçekçi çözümler bulabilir mi, buna imkânı var mıdır? Ben bilmiyorum. Etnik ayrılıkçı terör/siyaset konusunda bu gün geldiğimiz nokta ne yazık ki; yine ve yeniden bir acı tecrübedir.

“TERÖR ÖRGÜTÜ ÖNCEDEN HER TÜRLÜ İHTİYACINI TEDARİK ETTİ”

- Sokağa çıkma yasağının uygulandığı bölgelerde çok sayıda PKK’lı etkisiz hale getiriliyor. Örgüte ağır darbe indirilirken teröristlerin silah stoku neden bitmiyor?

Öncelikle şu gerçeği tespit etmekte fayda var. Gerçekten de bütün güçlüklere rağmen askerlerimiz, polislerimiz büyük bir kahramanlık ve özveriyle PKK/KCK’lı teröristler ile mücadele ediyor. Ve gerçekten de destansı başarılar kazanıyor. Sokağa çıkma yasağı ilan edildiği yerler, terör örgütünün daha önceden her türlü ihtiyacını önemli ölçüde tedarik ettiği, yollara hendekler kazarak, patlayıcılar yerleştirerek, tuzaklar kurarak gücünü tahkim ettiği, halkı kendisine siper olarak kullandığı yerler.

"PKK ÇOK SAYIDA TERÖRİSTİ ŞEHİT TERÖRÜ KONUSUNDA EĞİTİP TİMLER ŞEKLİNDE YERLEŞİM YERLERİNDE GÖREVLENDİRDİ"

Şuanda müdahalenin yapıldığı yerlerde en büyük, hatta neredeyse tek problem, terör örgütünün halkı katlederek, tehdit ederek kendisine siper etmesidir. PKK/KCK terör örgütü uzun süreden beri sözde-Devrimci Halk Savaşı-Öz Savunma Stratejisi kapsamında çok sayıda teröristi eğitti ve timler şeklinde yerleşim yerlerinde görevlendirdi. Eğitim verilerek gönderilen terörist sayısı her bir yerleşim için yüzlerle ifade edilmektedir. DAİŞ ile mücadele adı altında bölgede oluşturulan psikolojik iklimde de teröristler hem şehir savaşı konusunda önemli tecrübe edindiler, hem de sınırdan kolayca giriş-çıkış imkânı buldular. Bu süreçte silah, mühimmat ihtiyacını da ziyadesiyle temin edebildiler. Daha Oslo görüşmelerinde bir devlet görevlisi, terör örgütü elebaşlarına hitaben terör örgütünün şehirleri patlayıcılarla doldurduğunu ifade etmişti. Yani bundan en beş yıl öncesine tekabül etmektedir. Hatırlanırsa terör örgütü Samsun’da, Tokat’ta, Giresun’da kanlı eylemler gerçekleştirir olmuştu. Çözüm Süreci olarak ifade edilen süreçte de terör örgütü çok kolay harekât imkânı ve manevra alanı buldu. Bugün birer silah/patlayıcı deposu olduğu anlaşılan sözde-şehitlikler bu dönemde inşa edildi, törenlerle açıldı. Şu anda, hukuka, hiçbir yasaya, ahlakı norma bağlı olmayan, yakmayı, yıkmayı, öldürmeyi meşru gören, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde güçlü şekilde temsil edilen, iktidara muhalif olma adına her türlü destek verilen, Suriye-DAİŞ meselelerinde tahmin edilmediği kadar dış destek ve meşruiyet devşiren, halkın arkasına saklanmış bir terör örgütünden bahsediyoruz. Mücadelede güvenlik kuvvetleri için en büyük zorluk halkın zarar görmemesi için sarf ettiği azami gayrettir. Gerçekten de verilen şehitler, sivil halkın zarar görmemesi için gösterilen azami titizliğin, vicdanın, vatanseverliğin ve insaniyetin karşılığıdır. Terör örgütü ile mücadelede gelinen aşama en kritik aşamadır. Terör örgütü yoğun bir şekilde devletin tankıyla, topuyla Kürt Halkı’na saldırdığı, yaşlılarını, kadınlarını, çocuklarını katlettiği, tarihini, kültürünü yok etmeye çalıştığı propagandasını yapıyor. Böylesine hassas bir noktada devletin terör örgütünün ve destekçilerinin yürüttüğü psikolojik savaşa malzeme taşımaması, istismar imkânı vermemesi gerekiyor. Şuanda terör örgütüne avantaj sağlayan bu gibi faktörler sabırla, sağduyu, stratejik akıl, ciddiyet ve titizlikle sürdürülecek bir mücadelede ile alt edilecek, kazanan hukuk, vicdan, ahlak, insan, nihayetinde milletimiz olacaktır.

"PKK STRATEJİSİYLE ŞEHİR MERMEZLERİNİ SAVAŞ ALANLARINA DÖNÜŞTÜRMEYİ HEDEFLEDİ"

- PKK/KCK terör örgütünün bu döneme ilişkin stratejisi tam olarak neydi?

PKK'nın 2013 yılı itibarıyla öngördüğü Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı-Savaşı stratejisi; Çözüm Süreci’nde devletin etnik ayrılıkçı PKK/KCK terör örgütünün taleplerini karşılamaması durumunda, devrimci halk savaşını başlatabilmek için şehir terörizmini yaygın bir şekilde kullanma planına dayanmaktadır. Terör örgütü sözde-devrimci halk savaşı stratejisini hem kırsal alanda hem de yerleşim yerlerinde eşgüdüm içerisinde yürütmeyi öngördü. Terör örgütüne göre bu stratejinin temel dayanak noktalarını kır örgütlenmesi, şehir örgütlenmesi ve ayaklanma unsurları olarak belirledi. Terör örgütü bu stratejisiyle şehir merkezlerini savaş alanlarına dönüştürmeyi hedefledi. Bu anlamda, sadece silahlı eylemlerle sınırlı kalmak istemeyen terör örgütü, şehir terörizmi eylemleriyle şehir merkezlerinde devlet iktidarını sınırlayarak ve etkisizleştirerek alan kazanmayı, şehir merkezlerini savaş alanına dönüştürmeyi, bu şekilde ayaklanma unsurları için uygun koşulları oluşturmayı hedefledi. Kamuoyunda KCK olarak bilinen ve bilinçli olarak legal siyasi yapı gibi lanse edilen şehir örgütlenmeleri, öz yönetim adı altında özellikle Suriye’nin Kuzeyi’nde oldu-bittiye getirilerek ilan edilen sözde-Kantonlar ile stratejik hassasiyete sahip yerleşim yerlerini birleştirmeyi gerçekleştirmeye matuf faaliyet yürütmeleri için oluşturuldu. Terör örgütü, bir yandan kır örgütlenmesi eliyle şiddeti tırmandırıp devleti sıkıştırmayı, şehir örgütlenmesi de tüm birikimini kullanarak halkı, zafer için son aşama olan ayaklanma unsurlarına dönüştürmeyi, böylece, paralel devlet anlayışıyla demokratik konfederalizm hedefini KCK adıyla hayata geçirmeyi öngördü. Bu strateji aslında terör örgütü elebaşısı Öcalan’ın ikili iktidar olarak nitelediği stratejisinin, konjonktürel olarak dönüştürüldüğü, siyasi mahiyetli bir sistem olarak gösterilmeye çalışıldığı halidir. PKK/KCK şehir teröristi yetiştirmek için harekete geçti ve yaklaşık üç yıl boyunca yoğun bir çalışma ile bugün yaşadığımız durum ortaya çıktı. 24 Haziran 2013 tarihinde yeni özgür yaşamı inşa etmenin ilk ve temel ayağı öz savunmadır sloganıyla, yüzleri kapalı, YDG-H Asayiş yazısı ve terör örgütü elebaşısının resimleri bulunan tişörtlerle Cizre’nin Nur Mahallesi’nde gündüz gözüne, devletin ve halkın gözü önünde düzenledikleri bir törenle ortaya çıkıp bildiri okuyan terör örgütü aparatı YDG-H; bir taraftan, çözüm sürecinde devleti taleplerini kabule zorlamak, diğer yandan da çözüm sürecinin son bulması, yeniden çatışmalı döneme geçilmesi durumunda, şehir savaşını başlatmak, sokak çatışmalarına hazırlanmak amacıyla PKK/KCK tarafından oluşturuldu.


"6-8 EKİM KALKIŞMASININ BAŞ AKTÖRLERİ BUGÜN SİVİLLERİ KATLEDİYOR, CAMİ, KUR'AN YAKIYOR"

PKK/KCK’nın yukarıda ifade etmeye çalıştığım stratejisi kapsamında, bizzat terör örgütünce oluşturulmasına karşın, PKK/KCK Cizre'deki KCK asayiş alâkamız ya da talimatımızla yapılan bir şey değil. Gençler kendi aralarında bir inisiyatif kullanarak bunu yapmış olabilirler açıklamasını yaptığı bu terörist grup, özellikle 6-8 Ekim kalkışmasının baş aktörü oldu. Yol kesen, kimlik kontrol eden, araç yakan, tehdit eden, öldüren YDG-H’yi, HDP de kendileriyle bağlantıları olmayan heyecanlı gençler olarak takdim etti. Hükümet tarafında da; özellikle çözüm süreci politikalarını yürüten sorumlularınca önemsizleştirilmeye çalışan bu gençler! Bugün Cizre, Silopi, Nusaybin, Sur, Derik ve diğer yerlerde, sokaklara hendekler kazıp, patlayıcılarla dolduran, halkın içerisinde ve halkı siper ederek güvenlik kuvvetlerinin müdahalesine imkan vermeyi zorlaştıran, her türlü provokasyona gebe bu kalleş yöntemle ülkede iç savaş görüntüsü yaşatmaya çalışan, her gün asker, polis şehit eden, sivilleri katleden, hastanelere saldıran, cami, Kur’an yakan, Selahattin Demirtaş’ın ifadesiyle hafif silahlı teröristlerdir! Şimdi başta kendileriyle bağlantıları olmadığı iddia elden bu heyecanlı, hafif silahlı gençler Türkiye’de bir iç savaş çıkarma girişiminde bulunan, bu görüntüyü veremeye çalışan teröristlerdir. Terör örgütü elindeki bütün imkânları kullanarak, içeride ve dışarıda, Türkiye’ye muhalif, hasım, düşman tüm güçlerle ittifak içerisinde, Türkiye’yi güçsüz düşürmek, alt etmek. Sadece terör eylemleri ve sonuçlarıyla değil, meclisteki söz, tavır ve girişimleriyle milleti ayrıştırmaya çalışmakta, nefret tohumları ekerek, tırnak sökme zulmüne eş bir kopuşu dayatmaktadır. Terör örgütü aslında bütün gücünü ve ilişkilerini de kullanarak çok derin bir Türk sorunu yaratmaya çalışmaktadır.

"TERÖR ÖRGÜTÜ SON KALKIŞMALARIYLA FABRİKA AYARLARINA DÖNÜŞ YAPTI"

Bütün bu ifade etmeye çalıştığım gelişmelerin anlamı kısaca şudur; Teröristbaşı Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesi sonrası ortaya attığı ‘Siyasi Çözüm-Demokratik Dönüşüm Projesi’ safsatasının Batı’ya dönük yüzü ve pratik karşılığının olmadığı gerçeği, bütün zorlamalara rağmen deşifre olmuştur. Terör örgütü en son kalkışmasıyla fabrika ayarlarına kesin dönüş yaptı. Bu arada, Türk Milleti’nin kimlik ve değerlerine hasım, düşman kimilerinin, bu kimlik ve değerlerin en güçlü temsilcisi ve iktidar kurucusu Sayın C.Başkanı’nın şahsına, dolayısıyla AK Parti iktidarına yönelik saldırılarında doğrudan ve dolaylı olarak PKK terör örgütü saflarında yer almaları, terör örgütünün stratejilerine işlerlik kazandıran, söz, tavır ve davranışları, terör örgütünün pervasızlığı ve öz güveninin en güçlü dayanağı durumundadır.

Devletin gücü ve yetkilerini, milletin hüsnü niyet ve desteklerini kendi hiyerarşik yapıları ve amaçlarına tahvil ederek, emsali görülmemiş Türkiye düşmanlığına zemin hazırlayan paralel proje, devletin hafızasını sıfırlama, yetişmiş kadrolarını boşaltma, içeride ve dışarıda iktidara, dolayısıyla Türk Milleti’nin devletine hasım/düşman her türlü, örgüt, odak ve devletle menfaatlerini tevhid etme, ittifak kurma, devlette fetret yaratarak kendi varlıklarını devam ettirme girişimleri de, devlet açısından en önemli handikaplarından birisi olmuştur.

"BEŞİR ABİ FORMÖLÜ VE YALÇIN HOCA YAKLAŞIMININ KARŞILIĞI OLMADIĞI TEYİP EDİLDİ"

- 2013 yılı başlarından itibaren ‘Barış Süreci’ söylemi hep gündemdeydi. Öcalan’ın 21 Mart’ta pek çok kişi ve kesimlerce oldukça müspet karşılanan barış çağrısı oldu. PKK’ya silah bırakması, sınır dışına çekilmesi çağrısı vardı?

Türkiye meselelerinin hem kavramsal hem de olgusal anlamda karşılığı olmayan çözüm süreci retoriği, gerçekte, devletin bölgedeki inisiyatifini büyük ölçüde terk etmesine karşılık gelmiştir. Bugün yaşanan gelişmeler, ayrıca, çözüm sürecinde izlenen Beşir Abi Formülü ve Yalçın Hoca Yaklaşımı ile şekillenen politikaların pratik karşılığının olmadığı gerçeğini de teyit etmiştir. Barış süreci atmosferinin yarattığı her alandaki boşluk, ne yazık ki etnik ayrılıkçılar üzerinde zafer sarhoşluğu yaratmış, bu psikolojik iklimde hadsizliğin, şımarıklığın dibini bulan teröristler, kendi mahkemelerini kurmaktan, kendi güvenlik birimlerini oluşturmaya, iş vaadinde bulunmaktan, kaynaklardan pay istemeye, her türlü kaçakçılığı meşrulaştırmaya, özellikle sınırları çizilmiş müstakbel devletin nüvesi özerk bölge dâhilini Türksüzleştirme çabalarına, şiddet eylemlerine ve düşmanlıklarını derinleştiren söylemlerine hız kesmeden devem etmelerine de zemin hazırlamıştır. Öcalan’ın barış ve çözüm istediği, hatta çözüm çabasının mimarının da Öcalan olduğu, 21 Mart 2013 tarihli mektubunun bu isteğin bu çabanın karşılığı olduğu iddiası da koskoca bir karartma, arındırılması mümkün olmayan kirli, kapkara bir propagandadır. Örgüt tarafında olmayan, ancak hikâyenin böyle olduğu konusunda kanaatleri olanlar içinse tam bir yanılgıdır.

Benim bu tespitim tamamen gerçek ve mütemmim bilgiye ve inkârı gayr-i kabil olgulara dayanmaktadır. Çünkü gerek Kandil gerekse HDP ve diğer legal görünümlü siyasi oluşumların, terör örgütü elebaşısı Öcalan’ın iradesi ve inisiyatifi dışında nefes alabilmeleri mümkün değildir. Buna ihtiyaç da yoktur. Gerçek olan budur. Yeri gelmişken, Türkiye lideri diye parlatılan HDP eş başkanı Demirtaş’ın, terör örgütü elebaşısı Öcalan, dolayısıyla Kandil karşısındaki statüsü, kendisine verilecek görev ve talimat kadardır. Çaycıysa çaycı, kahveciyse kahveci.

"TERÖR ÖRGÜTÜNÜN DAYATMALARI CİZRE, SİLOPİ VE SUR PRATİĞİDİR"

Kandil her defasında; faaliyetlerin tamamının başında ve merkezinde Öcalan’ın olduğu gerçeğini her vesile ile dile getirmektedir. Kimi yazarın-çizerin, uzmanın-stratejistin, terörist başını masum-mağdur gösterecek şekilde; terör örgütünün her türlü olguyu, gelişmeyi lehine çevirmek için kullandığı taktik varyasyonları, terörist başının çıkışlarını, örgüt içinde çelişki, çatışma, farklı gruplar varmış gibi gösterme ve böyle bir algı yaratma girişimi bugün bile sürüyor. Yine takip edenler hatırlar, terör örgütü elebaşısı ile görüşen HDP-BDP-’li vekillerinden birisi ile yapılan röportajda; Kandil başka şey diyor Öcalan başka” diyenlere bir şey diyor mu? Sorusuna; “Ben hem Kandil’le hem İmralı’yla yaptığımız görüşmeler sonucunda ikisi arasında hiç kopukluk göremedim. Kandil, Öcalan’dan gelen her sözü, her cümleyi birebir yerine getiriyor. Biliyorsunuz ki Sayın Öcalan’ın ifade şeklini anlamak çok kolay değil aslında. Biz ağzından çıkan her kelimeyi not alıyoruz. Hele ben hiçbir noktayı atlamıyorum. Ve Kandil bu en küçük noktaya kadar her şeyi yorumluyor. Aralarında farklı bir anlaşma seviyesi var denebilir. Çünkü 40 yıl birlikte hareket etmiş kişilerden bahsediyoruz. O notların içinden cımbızla çektikleri bir cümle bile süreci farklı bir yöne evirebilir. Belki biz o cümleyi görünce anlamayız, hükümet anlamaz ama Kandil çok iyi anlar. Aradaki fark bu aslında.” cevabını vermişti. Ben de tam bunu ifade etmeye çalışıyorum. İşte bu gün yaşananlar, 21 Mart 2013 tarihli mektubun satırlarında açık bir şekilde mevcuttur. Öcalan’ın barış istediğini iddia edenler Öcalan’ın mektubunu esas alıyorlar. Hâlbuki 21 Mart Mektubu’ndaki barış çağrısı tamamen görecedir, geneldir. Dikkat edilirse şartlıdır. Bu şartlar terör örgütünün talepleri, dayatmaları ve Cizre, Silopi, Sur pratiğidir.

"PKK DESTEK GÖRMEDİKLERİ HALKI TEHDİT EDİYOR"

- Terör örgütü elebaşılarından Murat Karayılan’ın yakın zamanda bir açıklaması oldu? Nasıl değerlendirmek gerekir?

PKK/KCK terör örgütü elebaşılarından Murat Karayılan’ın yaptığı son açıklamada; durumun kendileri açısından bir iç savaş olduğu iddiasında bulunarak, Suriye’deki gelişmeleri, Rusya ve özellikle de İran’ın Türkiye’ye karşı hasımane, hatta düşmanca tavrını, HDP’nin meclisteki varlığını ve manevra imkânlarını, meclisten çekilerek teröristlere kalkan olma girişim vs. ihtimallerini arkasını alarak görece bir öz güven yakaladı. Tehditlerine devam ediyor. En çokta destek göremedikleri halkı tehdit ediyor. Devlet açısından da; Ortadoğu’daki iç savaştan, sonuçlarından bahsediyor. Terör örgütü elebaşısı; Bilindiği gibi Ortadoğu bölgesinde bir savaş yaşanıyor. Kürt halkı ve özgürlük mücadelesinin bu savaştaki rolü ön plana çıktı. Bu savaşın sonunda bölgenin yeniden yapılandırılacağı herkes tarafından biliniyor. Kısacası el kaşığı ile yoğurt yemeye çalışıyor. Kaşıkları yok etmek gerçekçi ve mümkün görünmese de yiyen ağzı yiyemez hale getirmek gibi bir mecburiyet devletin en öncelikli sorumluluğu olarak kendisin dayatmaktadır. Savaşta ateş üstünlüğüne sahip olan manevra imkânına da sahiptir. Manevra yapabilmeniz için düşmanın yoğun ateş imkânını susturmanız gerekiyor. Mücadele’nin en önemli kırılma noktalarından birisi şehirlere sürülen teröristlerin üzerindeki baskı, tehdit, moral ya da motivasyon ne derseniz deyin etkisizleştirmeniz gerekiyor. Terör örgütü elde etmeyi umduğu halk desteğini bulamadı. Şu anda örgütün en önemli gücü elebaşılarının halen kolayca konuşabiliyor, örgütü yönetebiliyor olmasıdır. Terör örgütü ilk kurulduğunda, yani 1980’lere gelmeden önce en güçlü yanı lider kadrosu olarak ifade edilmişti. Terör örgütünü halen bu çekirdek kadro yönetiyor. Terör örgütü elebaşısı Karayılan, bölgede halktan destek göremedikleri için metropollerdeki yandaşlarına çağrı yaparak sözde-direnişe katılmaları çağrısında bulundu. Son bir haftadır özellikle, Mersin, İstanbul gibi şehirlerde estirilen terör bu çağrının karşılığıdır. Eğer mücadelede millet lehine sonuç almak gibi bir çabanız varsa mutlaka susturmanız gerekiyor. Karayılan’ın meclisteki aks-i sedalarının, milletimizin vicdanını kirletmesine de müsaade edilmemelidir.

“AYRILIKÇILARIN BARIŞ İSTEDİKLERİ İDDİALARI KOSKACA BİR YALAN”


- Barış Süreci’ni 7 Haziran seçim sonuçları üzerinden AK Parti’nin bilerek bozduğunu iddia edenler oldu. Bu konuda neler söylemek istersiniz?


7 Haziran seçimlerinde HDP; PKK/KCK terör örgütünün terör ve terör tehdidi ile gasp ettiği halk iradesine, Kürtleri sevmeyen, hatta nefret eden PKK sevici Batıdakilerin de katkısı ile yüzde on üç küsur gibi bir oy oranıyla seksen vekil çıkardı. Terör örgütü, HDP’nin aldığı oyu haklı olarak kendine tahvil etti. Seçimleri kendi zaferi olarak gördü, kendi jargonuyla görkemli şekilde kutlamalar yaptı. PKK/KCK-PYD/YPG terör örgütü, bir uluslararası terör projesi olan DAİŞ’in -siz ABD, İran ve Rusya olarak okuyun- sağladığı enteresan imkânlar ve Suriye’deki gelişmelerin yarattığı psikolojik iklimde, kendisini neredeyse Türkiye’yi, hatta Ortadoğu’yu tanzim edecek en önemli aktörlerden birisi olarak görmeye başladı. Çözüm Süreci’nde gerçekleştirdiği terör eylemlerinin yanında, halkı terörize etmeye ve kurumsallaşmaya matuf faaliyetlerini açıktan sürdürdü. Bu dönemde olup-bitene bakılırsa, ‘pozitif ayrımcılık’ tabiri adeta terör örgütü için uydurulmuştu. Devletin zaviyesi ise, silahları susturmaya, ülkeyi makûs talihinden kurtarmaya odaklandı. Ve bu süreçte ha bire kızılcık şerbeti içti. DAİŞ terör örgütünün 22 Temmuzda Suruç’ta gerçekleştirdiği ve otuzdan fazla kişinin öldüğü, kuşkulu bir canlı bomba eylemini bahane eden PKK/KCK, iki polis memurunu uykularında, ellerini arkadan bağlayarak vahşice şehit etti. Bu vahşetin, insan, vicdan, hukuk ve devlet açısından yenilir yutulur bir tarafı yoktu ve devlet, devlet refleksi ile harekete geçmeliydi, öyle de yaptı. Bu gelişmeleri AK Parti’nin 7 Haziran seçim sonuçlarına bağlayarak, AK Parti’yi savaşı başlatan taraf olarak itham eden, Erdoğan/AK Parti hasımları ve düşmanları, etnik ayrılıkçı PKK/KCK terör örgütünün vaz geçmediği amacını, eylemlerini, söylem ve iddialarını hep görmezden geldi. Terör örgütünün hayâsızca yürüttüğü psikolojik savaşta, en olmayacaklar bile gidip manga komutanı yazıldılar. Hâlbuki terör örgütü yüzyıl sürecek savaştan bahsediyordu. Terörden ve terör tehdidinden hiçbir zaman vaz geçmeyeceğini söylüyordu. Şimdi de dozunu artırarak devam ediyor. Sürecin bir tarafında AK Parti olmasına karşın, PKK/KCK terör örgütü ve çok kimlikli yandaş koalisyonu sadece AK Parti’ye saldırdı. Netice itibarıyla, etnik ayrılıkçıların, barış ve çözüm istedikleri iddiası, koskoca bir yalandır. Kandırmacadır. Pişkinliktir. İnsan aklıyla alay etmektir.

Röportaj: Vedat Yavuz