Cennetten bir köşe Karadeniz…


Karadeniz denince akla yeşili, denizi, doğası, yaylası gelir.. Arı gibi çalışan kadınları, ailesi için göçebe gibi yaşayan adamları… Gerek yurtdışına gider işçi olur, gerek okul okur doktor olur. Kadınlar evde, bahçede, tarlada, yaylada çalışır; yetmez, evine yapar aşını. Yorulmak nedir bilmez Karadeniz insanı… Çayı, fındığı, tütünü, mısırı, patatesi, lahanası, kivisi… Toprağı, suyu boldur. İnsan bir kere gitti mi huzuru hisseder, dönmeyi istemez, döndüğünde ise geri gitmek için can atar, burnunda tüter özlemi bitmez Karadeniz’in…
Karadenizli olsun ya da olmasın her bireyin uğramak için can attığı, o mis kokulu toprakları gezip görmek gerek. Her köşesi ayrı bir güzelliğe sahip olan Karadeniz’in insanı da bir o kadar güzel… Açık sözlülüğüyle bilinen Karadeniz insanının, bir o kadar da sıcakkanlı olduğu, Karadeniz gibi, bir hırçın bir durgun olduğu aşikâr. Şehir merkezlerinin dar sokakları, tarihi evleri, şehirden uzaklaştıkça dağ evine, yayla evine dönüşüyor.
Şehri farklı bir şehir, köyleri farklı bir şehir. Karadeniz’in her yeri cennetten bir köşeyi anımsatıyor insana. Tarihi ve kültürüyle de göz kamaştırıyor.
Batı Karadeniz’de Safranbolu Evleri, Amasra Kalesi, Erfelek Şelalesi, Abant Gölü, Valla Kanyonu, Orta Karadeniz’de Hattuşaş Antik Kenti, Kral Kaya Mezarları, Bandırma Vapuru ve Gazi Müzesi, Ballıca Mağarası, Doğu Karadeniz’de Boztepe, Giresun Adası, Karaca Mağarası, Uzungöl, Sümela Manastırı, Ayder Yaylası, Kop Dağı Geçidi, Karagöl Milli Parkı kesinlikle gezip görmenizi tavsiye edeceğim; doğal güzellik, tarihi ve kültürel yerler arasında.
Saymakla bitmeyen güzellikleri yer alan Karadeniz’e uğramayı ihmal etmeyin, lahana sarmasını, kuymağını, mısır ekmeğini, Akçaabat köftesini yemeden, lahana çorbasını içmeden dönmeyin…