YOKLUK yıllarımızdı.

Yamalı kolları olan ceketleri çocukluğumuzda büyüklerimizin giydiğine şahitlik ettim.

Aynı şekilde pantolonların dizlerine de yama vurulurdu. Yine o dönemlerde annem çoraplarımızın yırtılan ön ve topuk kısımlarına yamalar yapardı. Kimse de bunları giymekten yüksünmezdi.

Çünkü genel durum buydu.

Sabahtan akşama kadar tarlada ekin biçen, harmanda düven dönen, bostanda çapa yapan büyüklerimizin günlük aşınmış ceketlerinin dışında bir cemiyete gireceği zaman eli yüzü düzgün bir ceketi umumiyetle bulunmazdı.

Yardımlaşmanın sırrına ermiş olan o günün büyükleri imece usulüyle tarlada ve tandırda yardımlaştıkları gibi önemli bir iş için kasabaya inecekleri vakit veya bir düğüne, cenazeye katılma zaruretleri doğduğunda komşusunun kapısını çalar ödünç ceket isterlerdi.

Kaç kez dedemden veya babamdan bu yönde taleplerde bulunulduğunu hatırlıyorum.

MADDİ varlıklarından ötürü üstünlük taslamayı akıllarından bile geçirmeyen o dönemin mütevazı insanları maddi yokluklarından dolayı da aşağılık kompleksine kapılmazlardı.

Kimse başka birinden bu sebeplerle üstün olmadığı gibi düşükte değildi.

Öncelikleri emekti, haysiyetti. Komşularını korumak ve kollamaktı. Bölüşmeyi, üleşmeyi bilirlerdi.

Ocağa konan tencereye komşuya gönderilecek olan kısım da bir rutin olarak ilave edilirdi.

Hele bir yaşlı, çocukları yanında olmayan dul bir anne varsa bu herkesin önceliğiydi.

Onlara göre hayat yardımlaşmaktı.

HAYATIN öte yakasına göçmüş bir büyüğün komşulara takdim edilecek en mühim mirası ceketiydi.

On dördüncü asırdan beri bilinen, öncelikle köylüler tarafından giyilen ceket daha sonraları iş elbisesi olarak dizlere yakın uzunluktaki şekliyle kullanıldı. On dokuzuncu asırdan sonra ise sosyolojik ve siyasi dönüşümler geçirdi.

Şimdi tüm ünlü markalar neredeyse moda olarak yamalı ceketler üretiyor ve rağbet görüyor.

SONRALARI kadınların kullanımına da giren ceket önceleri erkekler tarafından yoğun olarak giyilirdi.

Yokluk ve yoksulluk zamanlarımızın her şeyiydi ceket.

Dolayısıyla burun kıvırıp geçemeyiz.

İnsanları zor zamanlarında yalnız bırakmayan ceket soğuktan koruduğu gibi tenhada insana yastık olma görevini de üstlenirdi katlanıldığında.

Sadece güneşten değil yağmurdan da ceket korurdu sahiplerini.

CEKET, ceket olmaktan öteydi.

Kibele grubunun söylediği “Bir ceket isterem kolu dar ola” türküsünü dinlerseniz eğer ifade etmeye çalıştığımız hususların ötesinde statü simgesi ve mutluluk sebebi de olduğu görülecektir.

Kemal Sunal’ın bir filminde seslendirdiği ‘De Get Bayburt’ türküsünde geçen “O cekettir güzel eder adamı / Ergen kızlar alsın benim gadamı” dizelerini de hatırlamalı tabi.

Damatlık açısından önemine bakıldığı zaman bunu daha iyi kavrarız. Ayrıca makam ve mevki açısından da söyledikleri vardır ama simgesel anlamı bununla sınırlı değildir.

CEKET eski zamanların en mühim varlığı olmasına rağmen buna tam ters biçimde dünya nimetlerine yüz vermemenin, onlara gönül kaptırmamamın, isteyene istediğini verip kişinin kendisini bundan vareste tutmasını da işaret ederdi.

“Ceketini alıp çıkmak” kavramını bu mülahaza ile isterseniz bir daha değerlendirin.

Bir çırak minnettarlığını ifade etmek sadedinde “Ustam ceketini alıp çıktı” dediğinde nesi varsa hepsini bana bıraktı demiş olurdu.

CEKET sadece dikilmiş bir bez parçası değildir.

Bir metafordur, simgedir aynı zamanda.

Şiirlerde, şarkılarda, türkülerde, hikayelerde, romanlarda yoğun biçimde yer bulması boşuna değildir.

Akşamın ayazında ceketini çıkarıp üşümekte olan sevgilisinin omuzuna atan adamın merhametini ve aidiyet duygusunu ifade eder.

Ve bu hareket izahlara kolay sığacak bir tutum değildir.

BİR zamanlar kuş uçmaz kervan geçmez bir yere birkaç sandık atıp bakkallık yapan, sebze meyve satan bir kişiye Suadiye tren istasyonu açılınca rastlayanlar bu tenha yerde kim ne alacak düşüncesiyle şaşkın adam olarak gördükleri Kul Ahmet şimdi ‘Şaşkınbakkal” olarak anılan bu semte ismini vermişti.

Barış Manço rahmetli Moda’dan önce oturduğu Şaşkınbakkal semtinde bakkal Ahmet’in ölen bir yoksulun üzerine ceketini çıkarıp örtmesi hadisesini dillerimize ve gönüllerimize “Kul Ahmet’in Ceketi” şarkısıyla kazımıştı.

Demem o ki, değerli dostlar, bir ceket sadece bir ceket değildir.

Ve…

Bizler o ceketin ödünç olarak istenebildiği ve tereddütsüz verildiği bir ecdadın torunlarıyız.

Ya selâm!