Dünya

Afrika Dünyanın geleceği olabilir mi?

Birçok stratejist arasında yaygın bir söylem var. Bu söyeleme göre Afrika, zengin kaynakları ve demografik patlaması göz önüne alındığında, dünyanın geleceği olabilir. Peki, Afrika gerçekten de kendi geleceğini inşa edebilir mi? Bu sorunun cevabını Faslı bir yazar ve akademisyen olan Hasan Avrid Aljazeera'da yaptığı analizde bulmaya çalışıyor.

Abone Ol

"Afrika bir paradoks yaşıyor: Zengin bir kıta, ancak ülkeleri fakir. Coğrafi olarak dünyanın merkezinde yer alıyor; Asya ve Amerika kıtaları arasında bulunuyor, kuzeyinde ise Avrupa var. Ancak dünyanın gidişatı üzerinde etkili değil," diyor Hasan Avrid.

Avrid analizinde Afrika'nın tarih boyunca hep bir "konu" olduğunu ve aktif bir aktör olamdığını belirtiyor ve hiçbir zaman tek bir sesle konuşmayıp ortak bir vizyon taşımadığına vurgu yapıyor.  Arvid, Afrika'nın Kolonyal geçmişi ve keyfi sınır çizimlerinin, Afrika'yı bölüp ve toplumları parçaladığına işaret ediyor. 

Afrika'da bağımsızlık sonrasında bile ekonomik, finansal, politik ve kültürel bağımlılığın devam ettiğine vurgu yapan Yazar Avrid, "Soğuk Savaş döneminde iki rakip kamp arasında bölünmesi, Afrika'yı daha da zayıflattı ve bazı ülkeleri yanlış ve maliyetli seçimlere itti" diyor.

Faslı yazar ve akademisyen Advid analizini şu sözlerler sürdürüyor: 

Fransız tarım mühendisi René Dumont'un "Afrika Kötü Bir Başlangıç Yaptı" adlı kitabındaki sözlerini hatırlıyorum. O dönemde Afrika'ya dair bu tür bir algı hakimdi ve kıta, uluslararası ilişkiler sahnesinde önemli bir rol oynamıyordu.

Afrika ve gelecek perspektifleri konusunu seçmek, karmaşık bir dünyada oldukça yerinde bir karar. Moritanya'nın seçilmesi de doğruydu, çünkü bu ülke Kuzey Afrika ile Sahra Altı Afrika arasında bir köprü görevi görüyor.

Ayrıca, Arap, Berberi ve Siyahi unsurların başarılı bir karışımı olan Moritanya, etnik ve dilsel çatışmalarla bölünmüş ülkeler için bir ilham kaynağı olabilir. Bu nedenle katılımcılar sadece bir yerde değil, aynı zamanda bir fikri somutlaştıran bir ülkede bir araya geldi.

Afrika, bağımsızlık sonrası ve Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra olmak üzere iki kez daha "konu" haline geldi. İkinci dönemde, bazı Afrika ülkeleri kısa ömürlü demokratik deneyimler yaşadı, ancak bunlar Fildişi Sahili ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti (eski adıyla Zaire) gibi ülkelerde istikrarsızlığa yol açtı. Ruanda ve Somali'deki korkunç iç savaşlar ve Sahel bölgesindeki radikal eğilimlerin yükselişi, Afrika'ya dair ilgiyi temelde güvenlik sorunlarına odakladı. Batılı yaklaşımlar ve Afrika'nın doğal kaynaklarının sömürülmesi ön plana çıktı.

Belki de üçüncü bir dönem kapıda. Dünyadaki stratejik değişiklikler, aktörlerin değişmesi ve uluslararası ilişkilerdeki kuralların yeniden yazılmasıyla birlikte, Afrika kendi kaderinin efendisi olabilir ve kaynaklarını kendi lehine kullanabilir. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden ikinci dönemi eleştirel bir şekilde okumak gerekiyor. Bu dönem ne tamamen karanlık ne de tamamen aydınlık.

Bazı Afrika ülkeleri ve entegre olmuş topluluklar başarı hikayeleri yazdı. Afrika'nın dünya ile ticaret hacmi arttı ve çeşitlendi. Ancak, çoğunlukla ülkeler içinde veya komşu ülkeler arasında yüksek veya orta düzeyde gerilimler devam ediyor.

Afrika, ikinci dönemde cep telefonu ve internet sayesinde küreselleşmeye dahil oldu ve benzeri görülmemiş bir demografik patlama yaşadı. Fransız stratejist Pascal Boniface'in "Afrika'nın çekiciliği" dediği şey ortaya çıktı ve büyük güçler Afrika'nın kaynakları için rekabet etmeye başladı. Ancak tüm bu unsurlar, Afrika'yı bir dünya gücü haline getirmeye yetmedi. Afrika, kaynaklarını kendi lehine veya toplumlarının lehine kullanmak yerine, aracılar veya oligarşik elitler için kullanmaya devam sürdürdü.

Batı'nın Afrika'ya bakışı hala yaralı. Afrika, Batı'nın iki temel perspektifinden görülüyor: güvenlik ve göç. Rusya ve Çin gibi ülkeler ise Afrika'nın kaynaklarına el koymak ve Batılı güçlere meydan okumak için bu kıtaya ilgi gösteriyor.

Sahel bölgesinde faaliyet gösteren aşırı grupların güvenlik ve istikrarı tehdit ettiği bir gerçek. Ancak bu grupların doğasını anlamak için dikkatli bir okuma yapmak gerekiyor. Bu gruplar genellikle yerel meseleler için cihatçı hareketler adına hareket ediyor. Ya yerel kabilevi veya dilsel özellikler temelinde bir tür tanınma arıyorlar ya da topraklarında bulunan kaynaklardan faydalanmaya çalışıyorlar.

Ayrıca, organize suç, uyuşturucu, insan ticareti veya kara para aklama gibi faaliyetlerle hareket eden gruplar da var. Bu gruplar, siyasi referanslarını aşırı uçlardan alarak kendilerini kamufle ediyor. Durum, "küresel cihat" gibi geniş bir başlık altında açıklanamayacak kadar karmaşık.

Afrika'daki Fransa karşıtı hareketler devam ediyor Afrika'daki Fransa karşıtı hareketler devam ediyor

Bu nedenle, modern devlet kavramını belirli sınırlar ve mutlak egemenlik temelinde kuran Vestfalya modelinden veya savaşı politikanın devamı olarak gören Alman stratejist Carl von Clausewitz'in modelinden uzaklaşmak gerekiyor. Afrika'daki çatışma biçimlerinin karmaşıklığı, bu modellerin ötesine geçiyor. Alman sosyolog Max Weber'in devleti organize şiddetin tekeli olarak gören referansı da Afrika'nın özelliklerini göz ardı ediyor. Oysa gücün kaynağı veya yüzü sadece şiddet değil, kalpleri etkilemek de olabilir.

Weberci referans, Afrika'nın özelliklerini ve kabile liderleri gibi etkili figürlerin rolünü görmezden geliyor. Başka bir deyişle, Afrika'ya Batılı bir mercekten bakmak, Fransa'nın Sahel'deki Serval ve Barkhane operasyonlarında da görüldüğü gibi, başarısızlığa mahkumdur.

Afrika, kendi özgünlüğünden ilham alan yeni bir bakış açısı geliştirmeli. Sınırlar, bölgesel birlikler içinde bir başlangıç noktası olmalı, son değil. Dini ve kabilevi unsurların manevi gücü dikkate alınmalı ve kaynakların adil dağıtımı sağlanmalı. Karar alma süreçleri sadece merkezi otoritenin tekelinde olmamalı.

Batılı ülkelerin Afrika'ya baktığı ikinci mercek ise göç meselesi. Afrika, benzeri görülmemiş bir demografik patlama yaşıyor ve önümüzdeki 25 yıl içinde dünya nüfusunun dörtte biri Afrikalı olacak. Bu demografik büyüme, entegre projelerle bir ekonomik kaldıraç olabilir. Ancak stratejik bir vizyon ortaya çıkmazsa, bu durum sadece Afrika için değil, tüm dünya için bir tehdit haline gelebilir.

Bu nedenle, Nouakchott'taki konferansta katılımcılar, Çin'in desteklediği İpek Yolu'na benzer bir proje önerdi. Bu proje, Afrika'nın izolasyonunu kara yolu, demiryolu, dijital fiber ve gaz boru hatlarıyla kırmayı hedefliyor. Proje, Sahra'yı geçen ve Kuzey Afrika'yı Sahra Altı Afrika'ya bağlayan tarihi ticaret yollarından ilham alıyor. Tarihçi Burkinabè Joseph Ki-Zerbo'nun dediği gibi, Afrika'nın kuzeyi ve güneyi tek bir kapının iki kanadıdır.

Türkiye, Afrika ilişkilerini güçlendirmek için Cibuti’de buluşacak Türkiye, Afrika ilişkilerini güçlendirmek için Cibuti’de buluşacak

Bu kapıyı açmanın tek yolu kültürdür. Ekonomi, her kapıyı açan bir anahtar değildir. Kültürel boyut, sömürge yapısını ve mirasını aşan bir kültürel bağımsızlık içerir. Sınırlar, Vestfalya yaklaşımındaki gibi çitler olmamalı.

Kültürel boyut, Arap-Afrika işbirliğini veya ortaklığını güçlendirmeyi içerir. Merhum Ali Mazrui'nin sürekli savunduğu gibi, bu işbirliği, Afrika'nın kuzeyi ile güneyi arasındaki kölelikle ilgili önyargıları çürütmek için gereklidir.

Victor Hugo'nun dediği gibi, zamanı gelmiş bir fikirden daha devrimci bir şey yoktur. Uzmanların hemfikir olduğu bir şey varsa, o da insanlığın geleceğinin Afrika'da olduğudur. Ancak Afrika'nın kendi geleceği haline nasıl geleceği konusunda farklı görüşler var.

Bu makalede yer alan görüşler, İstiklal Gazetesi'nin görüşünü yansıtmayabilir.