Nur Batu'nun "15 Mart: İslamofobi ile Mücadele Günü" başlıklı yazısı...

Bir şehir meydanında bir adam, kimliğini söylemekten çekinir. Bir akademisyen, inancı nedeniyle dışlanır. Bir caminin duvarına karalanmış nefret dolu sözler, toplumdaki derin önyargının sessiz bir çığlığıdır. İslamofobi, yalnızca bireysel nefret söylemlerinden ibaret değil; yasaların satır aralarına, ekranlara ve gündelik hayata sinmiş, sistematik bir ayrımcılığın adı haline gelmiş durumda.

Batı dünyasında İslam karşıtlığı artık bireysel önyargılardan sıyrılıp kurumsallaşmış bir nefret politikasına dönüştü. Avrupa’da ve Amerika’da Müslümanlar, dini kimlikleri nedeniyle sosyal ve ekonomik ayrımcılığa uğruyor, iş yerlerinde ve eğitim hayatlarında görünmez duvarlarla karşılaşıyor. Fransa’da Müslümanlara yönelik özgürlük kısıtlamaları, Hindistan’da Müslüman mahallelerine yapılan saldırılar ve Çin’de Uygur Müslümanlarına yönelik sistematik baskılar, bu ayrımcılığın en somut örnekleri.

Ancak İslamofobi sadece Batı’ya özgü bir mesele değil. Türkiye’de de farklı biçimlerde kendini gösteriyor. Dindar bireyler zaman zaman toplumsal alanda önyargıyla karşılaşabiliyor, inanç temelli kimlikler belirli çevrelerde küçümsenebiliyor. Medyada, akademide ve iş dünyasında inanç sahibi insanların karşı karşıya kaldığı görünmez bariyerler, İslamofobinin yerel versiyonları olarak karşımıza çıkıyor. 

Peki, bu nefret dalgası kendiliğinden mi doğdu? Elbette hayır. İslamofobi, tarih boyunca üretilmiş, işlenmiş ve topluma enjekte edilmiş bir anlayış. Orta Çağ’daki Haçlı Seferlerinden, 19. yüzyıldaki sömürgeciliğe, oradan 11 Eylül sonrası medya propagandalarına kadar İslam, Batı dünyasında sürekli “tehdit” olarak lanse edildi. Hollywood filmlerindeki terörist karakterleri, haber bültenlerinde “Müslüman” kelimesinin “şüpheli” ya da “radikal” sıfatlarıyla birlikte anılması, bu algının sürekli diri tutulmasını sağladı.

Bugün, Batı’da yükselen ırkçılık yalnızca göçmenleri ya da Afrikalıları hedef almıyor; İslam düşmanlığı da bunun ayrılmaz bir parçası. “Beyaz üstünlüğü” ideolojisini benimseyen aşırı sağ gruplar, İslam’ı ve Müslümanları Avrupa’nın ve Amerika’nın geleceğine yönelik bir tehdit olarak gösteriyor. Böylece, İslamofobi bireysel bir önyargı olmaktan çıkıp politik bir araca dönüşüyor.

Ancak bu hikâyenin tek bir yönü yok. Müslümanlar da her geçen gün daha bilinçli, daha güçlü bir şekilde bu nefret dalgasına karşı duruyor. Aktivistlerin, hukukçuların, akademisyenlerin ve sıradan insanların çabaları sayesinde İslamofobiye karşı mücadele büyüyor. 15 Mart, sadece bir farkındalık günü değil; bu mücadeleyi daha da ileriye taşımamız için bir çağrı.

Nefreti besleyenler kazanmamalı. Adalet ve eşitlik, sadece bazılarına değil, herkese ait olmalı.

Bir gazeteci olarak önce medyada İslamofobinin varlığının son bulmasını isterim.

Haber Bültenlerinde İslamofobi

Ana akım Batı medyası, özellikle Müslümanları şiddet ve terörle özdeşleştiren haber dili kullanıyor. Örneğin:

• Terör saldırılarında çifte standart: Bir saldırıyı Müslüman biri gerçekleştirirse “İslamcı terörist” olarak etiketlenirken, saldırgan beyaz veya Batılı bir Hristiyan ise “yalnız kurt” ya da “akıl hastası” olarak tanımlanıyor.

• Sistematik korku dili: Avrupa ve ABD medyasında, “İslamlaşma tehdidi”, “Müslüman göçmenler Avrupa’yı ele geçiriyor” gibi başlıklarla korku politikaları üretiliyor.

Bu çerçevede, İbrahim Kalın’ın da vurguladığı gibi, “Müslümanlar sürekli potansiyel tehdit olarak gösteriliyor ve bu algı, siyasi ve toplumsal ayrımcılığı derinleştiriyor.”

Hollywood ve Eğlence Sektöründe İslamofobi

Hollywood, İslam ve Müslümanları genellikle olumsuz karakterlerle resmediyor. Özellikle:

• Müslümanlar ya teröristtir ya da ilkel ve vahşidir: Filmler, Arap ya da Müslüman karakterleri ya cihatçı terörist ya da kadın düşmanı baskıcı figürler olarak gösteriyor.

• Medenileştirilmesi gereken toplumlar: Batılı kahramanların Ortadoğu’daki masum insanları kurtardığı filmler, Müslümanları edilgen ve geri kalmış göstermeye devam ediyor.

• Alternatif temsil eksikliği: Müslüman bilim insanları, sanatçılar veya kahramanlar çok nadir gösteriliyor.

Medyada İslamofobi, büyük ölçüde Batı’nın siyasi ve kültürel hegemonyasının bir parçası olarak işleniyor. Ancak alternatif medya organları, Müslüman aktivistler ve akademisyenler, bu algıyı kırmak için mücadele ediyor. Bu nedenle, İslamofobiye karşı mücadelede, medyanın bilinçli manipülasyonlarını fark etmek ve hakikati cesurca savunmak büyük önem taşıyor. Bir Müslüman kadın, gazeteci ve entelektüel bir aktivist olarak; kalemimle, sesimle ve duruşumla bu meselenin takipçisi olmaya devam edeceğim. Önyargının karşısında gerçeği, nefretin karşısında adaleti savunarak, İslamofobiye karşı bilinç inşa etmek için var gücümle mücadele edeceğim. Çünkü hakikatin ışığı, karanlıkta bile yolunu bulur.

Ve biz ışığın yanında durmaya devam edeceğiz.

Allah yerlerin ve göklerin nurudur.  (Nur s/ 35.)

Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saff s/ 8.)

Vesselam…

Kaynak: Haber Merkezi