Ülkemiz, kozmopolite kavramının dahi biçare kaldığı bir çeşitlilik göstermekte. Üstelik bu karışım salt entite üzerinden değil, aynı zaman da Din, siyasi ve ideolojik olarak da son derece karışık, karmaşık ve çeşitlilik göstermektedir.
Hal böyle olunca aynı sayıda Din, ideoloji ve siyasi görüş sahibi kişilerin aynı alanı işgal ediyor olması ve istense dahi birbirinden uzak olamama gibi kaotik bir ortama sahne olmaktadır.
Oysa bütün bu çok çeşitli karışım ve farklılıklar doğası gereği bir gerginlik oluşturma potansiyeli taşıyor olsalar bile mutlaka kaos ve çatışma yaratacak bir durum değilken saygısızlık, yobazlık, demokratik ve hukuki yoksulluk, dikte ve çeşitli baskılar, bahsini yaptığımız mevcut karmaşa ötesini kendiliğinden getirmektedir.
Hiç kimsenin bir başka görüş, düşünce ve inanca tahammül edip saygı göstermemesi dolayısıyla sahtekâr sevgiler, yapmacık ilişkiler, münafık tipler ve ciddiyetsiz yaklaşımlar birbirini takip etmeye başlıyor.
Farklı düşünen ve farklı inanan bir kişi, kendisi için geçerli olan düşüncesini konuşmak ve ifade etmekten yana dışlanma, ötekileştirilme, toplumsal baskıya maruz kalma ve en nihayetinde yargılanıp cezaya mahkûm bırakılmamak adına olmadığı gibi görünmek zorunda kalmaktadır.
Oysa İnsan özgür bir varlıktır ve özgürlüğü onun hem ontolojik ve hem de Anayasal hakkı olmasına rağmen bağnazlık, totaliter yaklaşım, bir takım güçleri ellerinden bulundurmuş olmanın verdiği küstahlık sebebiyle sindirilmekte ve bütün hakları bir anda sakız gibi çiğnenmektedir.
Bir kişi, bir mezhep, bir siyasi yapı ve ya bir başka oluşum, ülke de bulunan her ferdin ya da oluşumların tıpkı kendisinin baktığı yere bakmasını, kendisinin gördüğü şeyin aynısını görmesini ve kendisinin yüklediği değerin de aynısını yüklemeyi her şartta dikte ettirmektedir.
Hele de dikte eden güruhun ellerin de bir takım yaptırımsal güç, imkân ve olanaklar var ise eğer, yandı gülüm keten helva…
Tablonun bu ve böyle olduğu bir yerde İnsan oluşunuzun, özgür oluşunuzun, bir takım haklarınızın oluşunun gerçekte hiçbir anlamı, önemi ve değeri kalmamıştır. Ya onlar gibi düşünecek, onlar gibi inanacak, onların gördüğünü görmekle beraber onların gösterdiği teslimiyeti ve yine onlara göstermedikçe yaşam hakkınıza bile kast edilecektir.
Ürettiğiniz bilginin gücü, gerçekliği, verimliliği ve kapsadığı alanın ne denli büyük olduğu bu kesim ve bu yobaz bakış açısına sahip radikaller için hiçbir ehemmiyeti yoktur. Şayet onların istediğine iman edip teslim olmadığınız an aforoz edilmeye ve yığınlarca odun üzerinde ve eğlenceler eşliğinde yakılmaya kadar gideceksiniz demektir.
Farklı bir ses, farklı bir düşünce ve farklı bir inancı dillendirmek gibi bir şansınız olmadığı gibi bir hakkınız da yoktur. O toplumun egemenleri, bir şekilde gücü eline geçirmiş ilkeller inanma, ibadet etme, yazma ve konuşma bağlamında neyi münasip görmüş ve hangi şekilde ve kime inanacağınıza kadar dikte etme hakkını da kendisin de görmektedir.
En bilimsel, en gerçekçi en edepli, en ahlaklı, en yapıcı ve en münasip lisan ile dahi kendinizi ifade etmeye, kendi inanç ve düşünce dünyanızı ortaya koymaya hakkınız dahi bulunmamaktadır. Zira hemen diziniz ve gözleriniz önünde bitmeye ve sizi her türlü tehdit ile karşı karşıya getirmeye ve nihayetin de aslanlar önüne atmaya hazır komuta bekleyen ciddi bir kitlenin varlığı ile karşı karşıyayız.
Bağnazlık ve dikte bir hastalık olmasına ve insanlığın bu hastalığa sayısız canları kurban etmiş olmasına rağmen, asırlara dayanan tecrübe ve hiç pahasına verilmiş sayısız kurbanlar dahi ders almamız için yeterli olmamıştır. Oysa güç, dönüşüm gösteren bir olgudur ve keser döner sap döner gün gelir hesap döner ilkesi de bizlere almamız gereken dersi vermekten yana da zayıf kalmıştır.
Dünün mazlumu; özgürlüğünün, inanç, değer, ifade ve yaşamak gibi en elzem haklarının gasp edildiğini söyleyen kitle, gücü eline geçirdiği anda başkalaşmaktan, mazlum olmanın, hak gaspının ne denli büyük bir insanlık suçu olduğunu hiç yaşamamış gibi ciddi bir zalim kesilebilmektedir.
Dünün zalimleri ise, zulm ettikleri insanları ve zamanları anımsamak bir kenara, kendi haklarının gasp edildikleri yönünde feveran edip duracak kadar münafık kesilip demokrasi, insan hakları savunucusu ve erdem pazarlamacısı kesilmekte ve aynı toplumun unutma hastalığı, bu nifakın itlaf edilmesi gerektiğini gündemine bile almamaktadır.
Herhangi bir kişi hakkı, hakikati, insan olmaktan kaynaklı bir takım değerleri anımsatmaya kalkıyor olmasın ki, karşıt zümre aynı zamana denk düşen idam sehpasını da kurmamış olsun.
Oysa bütün bu zorbalar ve zorbalıklar bilmelidirler ki, yaptıkları dayatmalar sebebiyle kitlesel bir kalabalığı yanlarında bulundurmuş olmaları, niteliksel ve ahlaki bir olguya denk gelmemektedir ve tarih, zorbaların ve zorbalıkların çöp dağlarıdır.
Hiç kimse, mutlak doğru ve mutlak hakikat benim ve benimkisidir edepsizliğinde bulunmamalı ve hiç kimseyi kurtarıcı, hoca, lider ya da bir başka ambalaja sarıp hiç kimseye dayatmamalıdır. Zaten böylesi bir dayatma hiç kimsenin hakkı olmadığı gibi haddi de değildir.
Eğer huzur içinde, barış içinde ve yarınlarınlar da güven içerisinde yaşamak istiyorsak, bugün ki gücün kalıcı olmadığının bilincinde olarak güçsüzlerin yanında olmak, onların da haklarına, inanç ve düşüncelerine saygılı olmak zorundayız.
Sizin gibi düşünmek, sizin gibi inanmak ve değer yargılarımı da sizinle paralel kurmak zorunda değilim.
Özgür bir birey olarak benim de kendime ait düşüncelerimin, bilgilerimin, inançlarımın olduğunu kabul edin ve kendi değerlerinizi aynen ve olduğu gibi benim de kabul etmemi dikte etmekten vazgeçin.
Kimi, nereye koyacağımı, kime, nasıl bir değer yükleyeceğimi, kimi kabul, kimi reddedeceğimi, neye inanıp neye inanmayacağımın kararı da sadece ama sadece bana aittir.
Artık samimiyetsiz, ikiyüzlü, ciddiyetsiz yığınlar ve dolayısıyla münafıklar oluşturma girişimlerine fert ve toplum olarak bir son vermeli her birimiz yek diğerine bütünsel bir saygı göstermeliyiz.
Kim olursa olsun ve Kimden gelirse gelsin, dikte bir insanlık suçudur…