Devleti yönetmek; yoksulu daha da yoksullaştırmak, zengini daha zenginleştirmek değildir. Devleti yönetmek; vatandaşları benden olanlar, benden olmayanlar diyerek ayırmak, kendisinden olmayanları illet, zillet olarak nitelendirmek değildir.
Ne diyordu 2002-2008 yılları arasında görev yapan AKP'li Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, 'Babalar gibi satacağız! Ne banka bırakacağız, ne fabrika, ne de işletme. Liman da bırakmayacağız! Hepsini satacağız! Stratejik bölgeymiş falan hiç önemli değil. Önemli olan müşteri bulmak… Parayı veren düdüğü çalar! Pamuk eller cebe. Yerli yabancı herkes gelsin!'. Sonra sattılar. Bu ülke vatandaşlarının 80 yıl boyunca dişinden tırnağından artırarak ödediği vergilerle yaptırılan devlet kurumlarını, sanayi tesislerini, fabrikaları, işletmeleri, limanları kısaca devletin elinde ne varsa sattılar. Hem de yok pahasına. Nasıl yok pahasına diye soranlarınız olacak.
Örnek: Giresun SEKA Aksu Kağıt Fabrikası… Devletin kar eden kuruluşları arasındaydı, Milda adlı şirkete 5 milyon TL'ye satıldı sonra yalnızca arazisi 68 milyon TL'ye Giresun İl Özel İdaresi tarafından satın alındı. Milda'nın, fabrikadaki makineleri de 11 milyon TL'ye hurdacıya sattığı da söylendi. İlk kağıt fabrikası, 1934 yılında İzmit'te kurulmuştu. Yıllar içerisinde fabrika sayıları artmıştı. Sonra hükümet, Afyonkarahisar, Muğla Dalaman, Balıkesir, Bolu, Zonguldak Çaycuma, Kastamonu, Aydın Karacasu, Ordu Akkuş kağıt fabrikaları da özelleştirilerek sattı. Bir SEKA değildi özelleştirilip satılan; TÜRK TELEKOM, TÜPRAŞ, PETKİM, SÜMERBANK, OYAKBANK, TEKEL, Ereğli Demir Çelik, İskenderun Limanı, Sabiha Gökçen Havaalanı, Oymapınar Barajı, Araç Muayene İstasyonları liste o kadar uzun ki yazsam sayfalar dolar. Ancak en uzun olan, vatandaşın cebine uzanan elin uzunluğu…
Ardından yer altı kaynaklarımıza sıra geldi. Öyle ya Türkiye, maden zenginliği bakımından dünyanın 28'inci, maden çeşitliliği bakımından 10'uncu ülkesiydi. Demir, bakır, boksit, manganez, krom, volfram, kükürt, cıva, fosfat, antimon, uranyum, altın, asbest, zımpara taşı, çinko, kurşun, taş kömürü, mermer, tuz, lületaşı, oltutaşı ve dünya rezervinin %72'sine sahip bor madeni… Peki, kimindi bu madenler? Bu topraklar üzerinde yaşayan 83 milyon insanın. Bu milletin vergileriyle kurulan işletme ve fabrikalara uzanan eller, madenlere de uzandı. Son 20 yılda 21 defa değiştirilen maden yasasıyla madenlerimiz de satıldı.
Yetti mi? Yetmedi. Son beş yılda 18 milyon 451 bin 99 metrekare tarım arazisi ile arsa; başta Araplar olmak üzere yabancılara satıldı. Bu rakamı ben vermiyorum; mevcut iktidarın Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kürüm veriyor. 13 Mayıs 2022 tarih ve 31834 sayılı Resmi gazetede yayınlanan yönetmelikle Türk vatandaşlığı için istenilen gayrimenkul değeri 400 bin dolar oldu. Yani adam gelecek 400 bin dolara gayrimenkul alacak 'bonos' olarak da TC vatandaşlığı...
Para gelsin de nasıl gelirse gelsin. Peki, bu satışlardan elde edilen paralar, ya vatandaştan dolaylı dolaysız vergilerle alınan paralar… Sahi bu paralar nereye gitti? Yol, köprü, şehir hastanesi, havalimanı demeyin sakın! Onlar, geleceğimiz ipotekleştirilerek belli müteahhitlere yaptırıldı ki parasının büyük bir kısmı yine vatandaşın cebinden ödeniyor, ödenecek. Efendim savunma sanayi… Güldürmeyin adamı Allah aşkına! Savunma sanayi dendi mi aklıma Siirtli iş insanı Ethem Sancak geliyor, BMC geliyor, Katar geliyor, Tank Palet Fabrikası geliyor, Talip Öztürk geliyor, Fuat Tosyalı geliyor. Sonra nerede üretilen 'Altay tankı' diyorum kendi kendime…
Hasılı; yok pahasına satılan kurumlar, sanayi tesisleri, fabrikalar, işletmeler, limanlar, madenler hep vatandaşın cebini vurdu. İçi boşaltılmış hazine ile yine vatandaş çarpıldı. Dış borç 451 milyar dolar, vatandaşın sırtında kambur...
Devleti yönetmek; yoksulu daha da yoksullaştırmak, zengini daha zenginleştirmek değildir. Devleti yönetmek; vatandaşları benden olanlar, benden olmayanlar diyerek ayırmak, kendisinden olmayanları illet, zillet olarak nitelendirmek değildir. Devleti yönetmek; ekonomik ayrımcılığı meşrulaştırmak yoksuldan alarak zengini daha da varlıklı yapmak değildir. Devleti yönetmek; DPT'yi lağvederek, milli iradenin tecelli ettiği TBMM'sini, giderlerini denetleyen Sayıştay'ı devre dışı bırakarak kendi bildiğini okumak, israfın doruklarında har vurup harman savurmak değildir. Ehil ellerde yönetilen bir devlette bir mafya lideri savcıları göreve davet etmez, edemez. Devleti yönetmek; devleti siyasetin emrinde hareket eden kurum haline getirmek değildir. Devleti yönetmek; başta anayasa ve yasalara saygılı olmaktır. Devleti yönetmek; vatandaşlarını varlık içerisinde yaşatmak için gayret göstermektir. Yeter artık, devlet böyle yönetilmez!