“Yakalayın, vurun gazeteciliği...”

Kendime yeni bir iş buldum. Bundan böyle kılık kıyafet kanununa aykırı olarak dolaşanları kolundan tuttuğum gibi karakola götüreceğim. Evlerini polise göstereceğim. Otomobilde görürsem plakalarını alıp bildireceğim. Yapılan işlemi savcılığa kadar takip edeceğim. Yok yok savcılıkta da takip edeceğim. Hırsız yakalatmak iyi de, bu kanun tanımayanları yakalamak mı kötü!”

Yukarıdaki (gazete kupürünü de koyduğumuz) alıntı, eski Hürriyet, bugün HaberTürk yazarı ve bu edebsiz sözleri için hálâ adam gibi özür dilememiş Fatih Altaylı’ya ait. (Sonradan gûya pişman olmuşmuş...)

İyi hatırlıyorum, foto muhabiri de alarak; Fatih’te cüppeli, takkeli, çarşaflı avına çıkmış, yakaladıklarını (!) 28 Şubatçılara jurnallemişti.

***

Bu mahlûkatın yaptığı gazetecilik için ünlü sosyolog Prof. Richard A. Falk «gotcha journalism» (yakalayın, vurun gazeteciliği) tanımını yapmıştı...

“Türkiye’deki gazeteciler geçmişte objektif duruş ile ülkenin politik hayatına aktif katılım arasındaki çizgiyi çok sık ihlâl ettiler...” diyen Falk, çaplı ve saygın bir ilim adamıdır...

Bizim gibi “bu hıyarlar gazeteciliğin içine ettiler” diyecek değildi ya. Berây-ı nezaket, “ihlal ettiler” diyor...

İdeolojik kindarlığın, vesayetçiliğin sıkça hükümferma olduğu Türkiye gibi ülkelerde, gazetecilik ile arrivism (ikbal avcılığı) birbirine karışır. Hattâ dâva adamlığı activistliğe (eylemciliğe) dönüşür..

28 Şubat’ın, tansiyonumu yükselten medya aktörlerinden bu herif, bir radyo kanalında, başörtüsü yüzünden üniversiteye alınmayan kızlarımıza, arsızca “FAHİŞE, KEVAŞE” gibi aşağılık laflar dahi edebilmişti...

Bunların nasıl bukalemun gibi renkten renge büründüğünü herkes biliyor. O halde kim fahişe, kim kevaşe (ḳavvāde, mübtezel) onu da âlem biliyor...

28 Şubat yazı dizimizde de bahsettik ama “et tekrar ü ahsen velev kâne yüzseksen” demişler. 28 Şubat resmî ideloji muhafızları, Müslümanlar ne vakit yüksek oy alıp iktidar sath-ı mailine girse, makûs talihimiz değişmeye başlasa; sara nöbetine tutulmuş gibi “irtica” yaygaralarına başlar...

Yalan yok, bazı günler, “Afrin yerine bunlara girilse çok daha iyi olurdu” diye düşünüyorum...

Dış düşman mühim de, iç düşman (kale içindeki gâvur çaşıtları) mühim değil mi? (Çaşıt: ajan, casus)

***

Bir “kamusal alan” lafı var o günlerden miras. Bendeniz hiç kullanmadım, kullanmam da.. Namert sözüdür, elastiktir her yere çekilebilir cünkü...

Başörtülü bir kadın veya takkeli sakallı biri fatura yatırırken bile, kamusal alan ihlâli diye ihbar edilebiliyordu...

Hürriyet’in (rüzgar değişince) attığı, Sözcü mözcü gibi mahfillere düşmüş tetikçi, pek lâik ve çağdaş yazarları, toptan, F.A gibi vatandaşlık görevi (!) yapıyorlardı o kamusal alanlarda...

Abdülhâkim Arvasî (kuddise sırruh) hazretleri “hududunu aşan her şey zıddına inkılâb eder” buyurmuşlardı.

Bugünkü durum budur. Korku duvarı aşıldı...

Ahmet Keser muhtemelen bu yüzden öyle konuştu.

HARBİDEN: Bu nedenle fakir, Ahmet’leri kınadığım falan yok... Sadece “YAKALAYIN, VURUN GAZETECİLİĞİ” bizim işimiz değil diyorum! Yoksa kızlarımıza fahişe diyenlere sinli kaflı küfürler bile az... 06.03.2018