Üstadım Mehmed Şevket Eygi...
Canımın içi, yavrularımın hocası üstadım... Allah size gani gani
rahmet eylesin... Mekânın Cennet, ahiret komşun “hayatını izinde
geçirdiğin, yolunu dâvasını anlattığın” Resûlullah (sallallahü
aleyhi ve sellem) olsun.
Hakkını bize helâl etmiş ol inşá’allah...
* * *
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin (sanıyorum) kasıtlı olarak Fatih
Câmii önüne belediye otobüslerini göndermemesi yüzünden cenaze
namazından sonra kabristana gidemedim...
Oysa üstadın kabrine de gitmek, hattâ “babamda yaptığım gibi”
kabrin içine girmek ve zátıâlilerin ná’şını bizzat alıp
yerleştirmek istemiştim..
Nasib değilmiş netice olarak... Lâkin hakikaten çok üzüldüm, kaç
gündür bu yüzden hakkında yazmayı istediğim yazıyı yazmaya gücüm
yoktu...
Dün (Pazartesi) sabah namazından sonra Merkez Efendi haziresindeki
kabrini âilecek ziyaret ettik, ruh-u azizlerine Yásînler okuduk,
Fatihalar ile; Allah’ın ona gani rahmet, bizlere sabır ihsan etmesi
için duâlar ettik...
Selâm vererek kabrin yanına yaklaştık, yine selâm vererek ve
“üstadım hakkını helâl et, lutfen hakkını helâl et” diyerek
ayrıldık.
* * *
O benim üstadımdı. Oğlumun hocasıydı.
Benden başka kaç kişinin ona “üstadım” demeye hakkı vardır bilemem.
Lâkin benim buna hakkım var. Zira...
1) Türkiye’de benden başka hiç kimsede onun tüm yazıları yok!..
90’lı yıllardan bu yana tüm yazıları arşivimde mevcut. Yazılarını
defalarca okuyup word.doc olarak arşivlemiş ve üstadımı da
bilgilendirmiştim...
2) Merhum babam bana üstadı sevdiren insandır. Hatırlamıyorum tabi,
çocuktuk.. Ya Bugün veya başka bir gazetesinden okur veya anlatırdı
yazılarını ve sonra da kendi üslûbu ile “işte erkek oğlu erkek,
hakiki dâva adamı yazar bu adamdır..” derdi..
Eygi üstadımdan bir yaş büyüktü babam. Çocukluk günlerimde gıyaben
sevmiş ve sonra kendi çocuklarıma da “babam gibi”
sevdirmiştim...
Ortanca oğlum hocamızın yanına çokça gitti, iftar yemekleri, evinde
veya dışarıdaki çay sohbetleri, birlikte sahafları, antikacıları
gezmek derken artık talebesi olmuştu.. Ve her ne tavsiye etmişse
yapmaya çalışıyor, yine de “hakkıyla yapamadım” diye de utanıyor,
üzülüyordu... Vefat ettiği akşam benden acı haberi alınca hıçkıra
hıçkıra saatlerce ağladı...
(Biz âilecek ağladık, sevenlerinin tamamı ağladı, hattâ onunla aynı
paralelde bir inanç sahibi olmayanlar bile ağladı. “Selâmün aleyküm
ağabey” başlıklı dokunaklı bir yazı kaleme alındı... Lâkin necis
tabiatlı kimileri de münasip yerlerine kahverengi boya sürüp,
eğlenmişler... Yedikleri haltları da sosyal medyada, gazetelerinde
izhar etmişler, hattâ yetinmeyip malûm iftiraları
tekrarlamışlardı... Allah belâlarını versin...)
3) Üstadın yayınladığı kitapları okuduk, imza günlerinde
zátıâlilerine imzalattık... İnternetten sonraki (İ.S 1999) tüm
yazılarını da okuyup bilgisayarıma kaydediyordum...
Zátıâlileri bunu bildikleri için yazılarının kitaplaştırılmasında
yardımcı olacak doçent kardeşime fakirin mail adresini vermiş,
yazıların tamamını bendenizden temin edebileceğini söylemişler.
Ziplenmiş olarak tamamını göndermiştim. İnşá’allah yakında
kütüphanelerimizin baş köşesinde yer alacak o değerli eser basılır,
yayınlanır.
Üstad için yazmaya devam edeceğim. Umarım okurlarımız üstada olan
derunî, samimi sevgi ve bağlılığım sebebiyle, yazılarımızı
okuduktan sonra bendeniz için Allah’tan mağfiret diler, merhum
MEHMED ŞEVKET EYGİ ağabey için de her defasında yeniden Fatihalar
gönderirler...