Ürpermek yetmez, zelzelenin şakası yok!..
Kur’ân’da sûre var “Zilzâl” sûresi (99. Sûre)... Zelzele fevkalâde önemli ki Kur’ân’da bile zikredilmiş...
Depremin (zelzelenin) şakası olmaz!...
(1, 2, 3, 4, 5. âyetler): “Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır...”
Depremin, sarsıntının dehşeti yürekleri kaplar... Acaba o sarsıntının (kıyamet zelzelesi dışında) anlatacağı haberler yok mudur? Mutlaka vardır. Olmasa bu kadar tafsilatlı olarak Kur’ân’da yer almazdı...
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhum sûrenin tefsirinde, “Arzın eskalini, ya'ni ağırlıklarını çıkarmasında iki rivayet vardır. Birisi; ölüleri kabirlerinden fırlatıp çıkarmasıdır ki, âyetinin mazmunudur (âyetin mesajı, ince mánâsı). Bu ise ba's (öldükten sonra dirilmek) demek olacağından nefhai sâniyeye işaret olur. Birisi de içindeki defînelerin, hazînelerin, ma'denlerin meydana çıkarılmasıdır ki bunun da nefhai ulâda, ya'ni ilk zelzelede olması zâhirdir..”
Zavallı insan... Define ararsın Allah’ı arayacağına... O gün o zelzele ile dünyanın bütün defineleri dışarı çıkacak ama sen onları görecek halde bile olamayacaksın... Nefsinin derdine düşecek, dehşet içinde bağıracaksın:
− Ne oluyor buna?
Ne olacak, yer sana bütün haberlerini anlatıyor...
− Dünya boştu, neden ona hak ettiğinden çok değer verdin, neden kısa bir ömür için ebedi olan hayatı feda ettin? Al işte o tamah ettiğin zenginlikler, o arayıp durduğun altınlar, elmaslar ve saire... Al bakalım bunlar seni kurtarabilecek mi?
**
Büyük deprem (zelzele-i kebair) olan kıyametten önce de depremler oluyor. 20 sene önce 17 Ağustos günü nasıl da küçük kıyamet denilecek bir dehşeti yaşamıştık... Yer sarsılıyor, içindekini dışarı kusuyor, dışındakini içine çekiyor, adeta yutuyordu... Dev binalar yıkılıyor, feryat figan içinde dehşetli ölümler oluyordu... Onbin civarında insan ölmüştü...
O dehşetli 17 Ağustos Gölcük depremi ile İstanbul’da da binlerce insan can veriyor, Avcılar gibi bazı semtler adeta haritadan siliniyordu...
Depremin birkaç gün sonrasında gezmiştim de seyrederken bile kanım donmuştu... Ya Rab... O nasıl bir dehşetli yıkımmış... Koca bina bisküvit gibi kırılmış, bir başkası yana yatmış paramparça olmuştu...Aradan üç gün geçmiş ama hálâ sokaklarda bağıranlar, ağlayarak dolaşanlar vardı...
Allah bir daha böyle büyük belâlar vermesin...
Ürperiyoruz anarken ama ürpermek yetmez... Allah insanoğluna akıl vermiş. Bir fare o zelzelede enkaz altında kalıp ölür ve onun bir tedbir alması da mümkün değildir... Bir orman yangınında nice hayvanat telef olur onların da yapacağı bir şey yoktu... Lâkin insan öylemi ya?
İnsanın sorumluluğu var... İnsan akıl sahibi olarak yaratılmış... Tedbir alacak... Tedbir almadan tevekkül caiz değil insana...
Tedbir birkaç türlü olur, olmalıdır:
1) Yıkımların şiddetini azaltmak için sağlam binalar yapmak, 2) Deprem bölgesinden hicret etmek 3) Bunları yapmadan önce Allah’a sığınıp bolca tövbe etmek, Allah’ın gazabından yine O’nun (c.c) rahmetine iltica etmek...
Uzmanlar “en fazla 6-7 sene içinde İstanbul’da büyük şiddette (Rigchter ölçeğine göre 7 veya biraz üstü) bir zelzele bekleniyor” diyorlar...Tedbir aldık mı? Almadıysak bizim o farelerden ne farkımız var?
Zelzelenin şakası yok. En büyük tedbir duâdır, güzel ahlâk sahibi olmaktır, hak yememektir, kul hakkından kaçınmaktır. Bir klakson çalmak suretiyle olsun kul hakkına tecavüz etmemektir. Allah esirgesin son pişmanlık fayda vermez, vermiyor....