MÜ’MİNLERİ doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde bölen, onları
birbirine düşman gruplara ayıran, onlar arasında olması gereken
sevgiyi, tesanüdü, vifakı, uhuvveti darbeleyen, Ümmet birliği
şuurunu körleştiren her şahıs ve her grup zararlıdır ve
haindir.
Her mü’min Ümmet birliğini özlemeli, istemeli, gerçekleşmesi için
çalışmalıdır.
Bütün mü’minler, bütün islamî gruplar Ümmet birliği şemsiyesi
altında toplanmalıdır.
Birlik, beraberlik, tek bir Ümmet olmak, tek bir İmama biat ve
itaat etmek İslamın temel emirlerinden, değerlerindendir.
1924’te Hilafet kaldırılmış, son Halife yurt dışına sürülmüş,
1944’te Paris’te vefat etmiştir.
1922’de İstanbul’u terk etmek zorunda kalan Sultan Vahidüddin Han,
1926’da İtalya’nın San Remo şehrinde vefat edinceye kadar Halife
unvanını korumuştur.
Hilafetsiz ve Halifesiz İslam dünyası bin bir çeşit zillet, esaret,
rezalet ve rüsvaylık içinde sürünmektedir.
Nüfusu on milyonu geçmeyen İsrail askerleri Kudüs’te Mescid-i
Aksa’ya postallarıyla girerken, bir buçuk milyarlık İslam dünyası
hiçbir şey yapamıyor.
Halifesiz ve hilafetsiz İslam dünyası Tağutların zulmü altında
eziliyor.
Hilafet konusunda vazifelerini yapmayan ulema, fukaha, meşayih,
ziyalı Müslümanlar sorumludur ve büyük vebal altındadır.
Hilafete ve Halifeye sahip olmak, Müslümanların temel hakkıdır.
Katoliklerin Roma Papası oluyor da, Müslümanların niçin Halifesi
olmasın?
Sefarad ve Aşkenaz Yahudilerin Başhahamları var da, Müslümanların
niçin Halifesi yok?
Anglikanların Canterbury Başpiskoposu var da, Müslümanların niçin
İmam-ı Kebiri yok?
Masonların Üstad-ı Âzamları… Tibet Budistlerinin Dalay Laması… Her
dinin, her mezhebin, her cemaatin, her kurumun başı var da
Müslümanların niçin olmasın?
Her Müslümanda Ümmet ve Hilafet şuuru, isteği, niyeti
bulunmalıdır.
Tek bir Ümmet oluşturmayan ve başlarında bir İmam-ı Kebir
bulunmayan İslam alemi zilletten zillete, esaretten esarete
yalpalayıp duracaktır.
Her şeyin bir vakt-i merhunu vardır… Elbette ve âmenna… Lakin biz
Müslümanlar mutlaka Ümmet birliğini istemeli, özlemeliyiz.
Resul-i Kibriya Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Yaşadığı
devirdeki İmam’a biat etmeden ölen kimse, sanki cahiliyet ölümüyle
ölmüş olur” buyurmaktadır.
Bugün memleketimizde oldukça geniş bir din, inanç, fikir hürriyeti
bulunmaktadır. Bu hürriyeti iğtinam ederek=ganimet olarak alıp
kullanarak Ümmet birliği ve İmam-ı Kebir şuuru için
çalışmalıyız.
İslam düşmanları bizi parçalamak, birbirinden kopuk bin gruba
ayırmak için var güçleriyle çalışırken, bizim birlik ve İmamet için
çalışmamamız elbette hıyanet ve büyük gaflet olur.
Ümmet birliği yok, bir sürü cemaat tarikat hizip fırka var… Bunun
adına tefrika denir.
Din alimleri, fakihler, ziyalı Müslümanlar ileride Mahkeme-i
Kübrada Ümmet, ittihad, uhuvvet, mü’minlerin birbirlerini sevmesi,
İmamet, toptan Allah’ın ipine yapışmak, tefrikadan uzak durmak,
cihad fi sebilillah konusunda hesaba çekilebileceklerini
düşünmelidir.
(İkinci Yazı)
Âdil İnsaflı Yapıcı Muhalefet
DEMOKRATİK sistem muhalefetsiz olmaz. Elbette muhalefet yapılacak
ama bu muhalefetin başında bir sıfat bulunacak… ÂDİL MUHALEFET…
Âdil olmayan, zalim olan bir muhalefet ülkeyi de, devleti de
yıkar.
Bu memlekette birtakım holigan Kemalistlerin, çağdaşların,
laiklerin âdilâne ve insaflı muhalefet yaptığını söyleyebilir
miyiz?
Âdil olmayan muhalefet tek taraflıdır, yıkıcıdır. Devlete, halka,
vatana zarar verir.
Siyasî muhalefetin sivil darbe planları yapmaya veya bunları
körükleyip desteklemeye hakkı yoktur.
Muhalefetin memlekette totaliter diktatörlük var iddiaları
gerçeklere uymuyor.
Mahkemeye müracaat edecek, hakaret davası açacak, bu davayı kayb
edecek. Siz tarihte böyle bir diktatör gördünüz mü?
Bendeniz bu sözleri iktidarın yağcısı olduğum için mi söylüyorum?
Hayır!..
İktidarın hiç hâtası yok mu?.. Hiç olmaz olur mu?
Bu memlekette âdil, insaflı, yapıcı bir muhalefet olmazsa işimiz
çok zordur.
Tenkitlerinin, muhalefetlerinin dozajını daha da arttırsınlar,
şiddetli konuşsunlar, lakin âdil ve insaflı olsunlar.
Sivil darbe teşebbüslerini övmesinler, desteklemesinler.
Deli dana muhalefeti yapmasınlar.
Kemalist laik muhalifler çelişkiler içinde yüzüyor.
1923’te kurulan İslam Cumhuriyetini boğan tek parti rejiminin
hasretini çekiyorlar.
O rejim Müslüman halkın temel haklarını ve hürriyetlerini
çiğnemiştir.
İstiklal Mahkemeleri kurarak muhalifleri idam ettirmiştir.
Köklü değişikliklerin hiçbirini halka sormamıştır.
Ermenilerden ve Rumlardan kalan malları ve mülkleri âdil olmayan
bir şekilde dağıtmıştır.
1945’e kadar tek parti faşizmi hakim olmuştur.
Halk açlık, kıtlık, hastalık, yolsuzluk, susuzluk içinde
süründürülmüştür.
O devirde bütün ülkede lise ayarında sadece kırk küsur okul
vardı.
Ezan-ı Muhammedî okumak bile yasaktı.
Din hürriyeti ayaklar altına alınmıştı.
İşte günümüzün holigan muhalifleri o kara günlerin hasretini
çekiyor.
Böyle bir muhalefetten bu ülkeye, bu halka, bu devlete ne hayır
gelir?
(Doğru dürüst, âdilâne, vatanseverce olumlu muhalefet yapanlar bu
tenkitlerimin dışındadır. Onları tenzih ederim.)