1923 ve 1950 yılları arasında, başta Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya gibi Balkan ülkelerinden olmak üzere yaklaşık 850.000 kişi Türkiye'ye göç etmiştir.

1923 ve 1950 yılları arasında, başta Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya gibi Balkan ülkelerinden olmak üzere yaklaşık 850.000 kişi Türkiye'ye göç etmiştir.

Bu göç hareketleri, yeni kurulan Türk ulus devletindeki nüfusu ellerinden geldiğince homojenleştirmektedir. Yasal düzenlemeler de bu homojenleşmenin ülkede etkili olmasına izin vermektedir. Böylece sosyal planlama önlemleri ile Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer etnik ve dini kökene sahip Türk olmayan, Müslüman olmayan vatandaşları Türk ve Müslüman kimliğine asimile edilecektir. Türkleştirme politikaları olarak bilinen bu yukarıdan müdahaleler çerçevesinde 1930'larda bir takım farklı idari ve hukuki düzenlemeler yapılmıştır. En temel olanı 1934 tarihli İskan Kanunu'dur. Bir yandan Türk kökenli göçmen veya mültecilerin ve Türk kültürüne bağlı olanların göçünü kolaylaştırmayı amaçlarken, diğer yandan bu tanıma uymayan göçmen veya mültecilerin göçünü engellemektedir. Kanun ayrıca, Türkiye'de yaşayan Türk asıllı olmayan veya anadili Türkçe olmayanlar gibi yaşam tarzları Türk kültürüne bağlılığını başka bir şekilde ifade etmeyen vatandaşların yerleştirilebilmesinin nasıl sağlanacağını da gösterir.

Hukuk, Türk milli devletinin yaratılmasında büyük bir öneme sahiptir. 2006 yılına kadar tüm uygulamaları ile geçerliliğini korumaktadır. Daha sonra 2006 yılında Avrupa Birliği'ne uyum sürecinin bir parçası olarak yenilenmiş olması, Türkiye'de göç ve yerleşimin Türk asıllı veya Türkiye'ye bağlı kişiler için hangi göç ve yerleşimin kolaylaştırılması gerektiği anlayışının hiçbir şekilde değişmediğini göstermektedir. Bu, 2000'li yılların başında belirli bir etnik kimliğe göre ulus devleti yaratma ve koruma girişimlerinin nasıl devam ettiğinin bir örneğidir.

1950-1980 yılları arasında Cumhuriyetin ilk dönemini takiben ulus-devletin oluşumu yerel bir boyut kazanmıştır. Büyük kırsal göç kentleşmeye yol açar. Gayrimüslimlerin yurtdışına göçü ve Türk ve Müslümanların göçü ile nüfusun homojenleşmesi daha da artmaktadır. Modern Türkiye tarihinde ilk kez Türkler ve Müslümanlar da göç ediyor. Binlerce Türk vatandaşı, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere işçi göçmeni olarak ayrılmaktadır.

Sosyal-bilimsel bir bakış açısıyla, kentsel nüfustaki belirgin artış, 1920'lerde yerel düzeyde başlatılan modernist projenin konsolidasyonunun başladığının en açık ifadesidir. Bu büyüme, esasen 1950'lerden bu yana gerçekleşen yoğun iç göçün bir sonucudur. 1927'de Türkiye'de her 100 kişiden 16'sı şehirlerde yaşıyordu. 1950'de bile sadece on dokuz kişi var. 1950'lere kadar Türk nüfusunun çoğunluğu kırsal kesimde yaşıyordu. Coğrafi hareketlilikleri ve ikamet yerlerini değiştirme yetenekleri son derece sınırlıdır. Bu toplumsal özellik 1950'den sonra hızla değişti. 1960'da her dört kişiden biri, 1970'de her üç kişiden biri, 1980'de neredeyse her iki kişiden biri şehirlerde yaşıyordu.

Gayrimüslim nüfusun Türkiye'den göçü 1950 ile 1980 yılları arasında hızlanmıştır. Dönemin başında bu sayı 225.000 civarında iken, sonunda toplam nüfus 150.000'in altına düşmüştür. Gayrimüslim nüfustaki bu hızlı düşüşün nedeni göçtür. Bunun nedenleri her şeyden önce 6 ve 7 Eylül 1955'te Kıbrıs krizi bahanesiyle tüm gayrimüslim nüfusa, özellikle de Rumlara yönelik şiddet olaylarıdır. Ayrıca 1964 yılında Kıbrıs sorunu nedeniyle İstanbul Rumlarının zorunlu göçü, 1974'te Kuzey Kıbrıs'ın Türk işgalinden sonra Yunan ve azınlık düşmanlığının artması ve son olarak İsrail Devleti'nin kurulması ve ardından Türk Yahudi nüfusunun hızlı bir göçü söz konusu. Gayrimüslim nüfusun o dönemde göç etmesi, Türkiye'nin devletlerarası ilişkilerinde herhangi bir sorun çıkması durumunda günah keçisi olarak kullanıldığı izlenimini vermektedir.

Başta Bulgaristan ve Yugoslavya olmak üzere, Balkanlar'dan sürekli Türk ve Müslüman göçmen akını, önceki dönemde olduğu gibi 1950 ile 1980 arasındaki dönemde 800.000'i aşan bir düzeye ulaşmıştır.