Modern Irak, 1920'de Osmanlı Cumhuriyeti’nin, Birinci Dünya Savaşında yenilmesiyle beraber, İngilizlerin; Musul, Bağdat ve Basra üzerinden yeni bir politik oluşumu olarak değiştirmeleri sonucu ile Fırat-Dicle Havzasını kontrolü altına alan, ayrıca yakın bölge devleti tarafından yönetilmeyen yeni bir oluşum olduğunu söylemek mümkündür.
Modern Irak, 1920'de Osmanlı Cumhuriyeti'nin, Birinci Dünya Savaşında yenilmesiyle beraber, İngilizlerin; Musul, Bağdat ve Basra üzerinden yeni bir politik oluşumu olarak değiştirmeleri sonucu ile Fırat-Dicle Havzasını kontrolü altına alan, ayrıca yakın bölge devleti tarafından yönetilmeyen yeni bir oluşum olduğunu söylemek mümkündür.
Ülkemiz, o dönemden itibaren Irak'a yönelik bazen bölgesel ittifaklar kurmak, zaman zaman karşı karşıya gelmek adıyla inişli çıkışlı seyir izleyen politikalar sürdürmüştür. BilhassaIrak politikasında, 1990 sonrası Kuzey Irak birincil sırayı teşkil etmiştir.
2003 yılında, Irak'ın işgali sonrasında, Kuzey Irak; ülkemizin en önemli politikası haline gelmiş olup;21 Mart 2003 yılında başlayan savaşı takip eden günlerde, Kuzey cephesini oluşturmak maksadıyla Amerikan Birleşik Devletlerinin, Kuzey Irak'ta bulunan Kürt topluluklarını silahlandırması, bu unsurları bölgeye indirdiği ABD kuvvetleriyle beraber Irak rejimine ve ayrıca silahlı gücüne karşı savaşa sokması, uzun vadede Türkiye aleyhinde gelişmelere zemin hazırlamıştır. Bu bakımından ülkemiz bunu endişeyle izlemiştir.
Kuzey Irak'ta ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye'nin, Kuzey Irak'ta kuvvet bulundurma, kuvvet sevk etme kararlılığı karşısında gerek ABD gerekse İngiltere, AB yetkilileri, Türkiye'yi Kuzey Irak'a kuvvet sevk etmemesi adına uyardı. Böylelikle Türkiye bölgede inisiyatifini kaybetmiştir.
Ülkemizin Kuzey Irak'ta, son dönemde izlediği politika genel anlamda başarılı olmakla beraber, aynı zamanda negatif politika sınırını da aşamamıştır. Yani bölge odaklı politikalar geliştirerek, statükoyu Irak'ın egemenliğini tekrar tesisi tarzında politikalar izlemek yerine, statükonun Kürt devletine doğru çevrilmesini engelleyici politikalar oluşturulmuştur.Böylelikle Mart 2003 tezkeresini takip eden süreçte, Arapların hem sokaklarında hem saraylarında konumunu güçlendiren ülkemiz adına bölgede kalıcı ve etkili bir ülke olma yolunda ilk test Irak politikasıdır. Lakin Türkiye'nin jeopolitik, tarihi, kültürel, sivil derinlikleri dikkate alınırsa; böyle bir kararın alınacağını söylemek güçtür.
İç ve dış politika arasındaki duvarın kalktığı, her ikisinin birbirini etkilediği, daha üst plandaki uluslararası toplum ile yapısal bir etkileşimin sürekli mevcut olduğu bir dönemde yaşamaktayız. Ülkemizin sivil derinliği, kendini ekonomik aktivite olarak Irak'ta göstermektedir. Bu durumun bir devlet politikası olarak desteklendiği söylemini yetkili ağızlardan duymaktayız.
Ülkemiz, Kuzey Irak politikası çerçevesinde yaşadığı zorluklara rağmen, bölge bazında büyük önem taşıyan ülke konumundadır.
Geçmişten beri hem kendisinin hem de bölgesi, huzuru adına barış, istikrar ülkesi olmaya çalışmıştır. Fakat tüm çabalarına karşın, jeo-stratejik konumundan dolayı çevresinde yaşanan sorun ve çatışmalardan olumsuz yönde etkilenmektedir. Güvenlik algısı hususundaIrak, özelde ise Kuzey Irak bölgesi pek çok bakımdan önem taşımaktadır.
Özellikle Birinci Dünya Savaşından müteakip Irak, ülkemiz adına deyim yerindeyse "çözülemeyen bir sorun" haline gelmiştir.
TBMM'nin, 1 Mart 2003 tarihinde aldığı ABD güçlerinin, Irak'a operasyon yapmak adına ülkemizin topraklarını kullanma isteğini reddeden tezkere kapsamında, ABD-Türkiye arasında varılan meclis onayına sunulan anlaşmanın, genel hatlarıyla operasyonun,ülkemiz üzerinden yürütülmesini, Kuzey Irak bölgesindeki varlığının pekişmesini öngörüyordu. Meclisin ayrıcalık aldığı operasyona katılmama kararı, Kuzey Irak'ta, ülkemiz ile Kürt gruplar arasındaki dengeyi dramatik bir şekilde etkilemiştir.
Bu tarihten itibarenKürt Peşmergeler, ABD'nin Irak'taki müttefiki olarak hareket etmişlerdir.
Kürt siyasi grupları, Saddam sonrası resimde önemli avantajlar kazanmışlardır. Irak, bir federasyon olarak tanınmamıştır. Dohuk, Erbil ve Süleymaniye bölgelerini kapsayan bir federe Kürt bölgesi ortaya çıkmıştır. ABD'nin tavrına paralel tavrı Irak olarak hükümetin de gözlemlemek mümkündür. Bu, Irak politikasında ABD'nin belirleyici olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.
Irak'ta yapılan seçimlerin ardından, oluşturulan Irak hükümetinin ülkemiz ile kurduğu ilk temaslarda, gündeme getirdiği bölücü terör örgütü konusuna, Irak hükümet yetkililerinin karşılığı genelde olumlu olmakla beraber henüz söz konusu hükümetin bu konuda somut adımlar atma iradesinin olmadığı göze çarpmaktadır. Buna örnek olarak Irak Dışişleri Bakanı HoşyarZebari, "Yeni Irak hükümetinin hiçbir yabancı silahlı militanın, ordunun ya da terörist örgütün Irak topraklarında faaliyet göstermesine müsamaha göstermeyeceğini" belirterek, Irak hükümetinin, bölücü terör örgütü konusunda ülkemiz gibi düşündüğünü ortaya koymuştur. Fakat Irak Dış işleri Bakanı, "Sorun Irak hükümetinin yetkinliği, Irak ordusu ile güvenlik güçlerinin uygulama gücünde. Onlara gitmelerini söylemek ya da yasaklamak yeni Irak hükümeti için aslında çok kolay, fakat bunu sağlayacak koşullara sahip değilseniz nasıl olacak? Bölücü terör örgütükonusu için üçlü bir komisyon kurduk. Irak olarak kendi masamızda çok iş olduğundan, ABD güçleri de bütün mesailerini direnişçilerle mücadeleye verdiğinden, taraflar henüz bölücü terör örgütütehdidi konusunda nasıl bir koordinasyona gidilebileceğini belirleyemedi" şeklinde konuşarak, halihazırdaki Irak hükümetinin ülkemiz adına hayati öneme sahip bölücü terör örgütüterörü konusunda ülkemizin beklentilerini karşılayabilecek yeterlilikte olmadığının da altını çizmiştir.
1 Mart 2003'te reddedilen Irak'a TSK'nın gönderilmesine izin veren tezkere, 7 Ekim 2003'te Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiğinde, Iraklılar bundan şikayetçi olmazken bölücü terör örgütüve diğer bazı Kürtçü örgütler bundan rahatsızlık durmuşlardır. Bunlar, IKDP (Irak Kürdistan Demokrat Partisi) ve IKYP (Irak Kürdistan Yurtsevenler Birliği Partisi)'dir. Bölücü terör örgütü, IKDP ve IKYP, Türk askerlerinin Irak'a girmesine karşı çıktılar. Zira Türk askeri demek, "Kürdistan Devleti"nin kurulamaması demekti. Tezkere üzerine bölücü terör örgütüeylemlerine ağırlık verdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin, Kuzey Irak'taki kamyonlarına ve Bağdat'taki Türk Büyükelçiliğine saldırılar düzenledi.
ABD ve Kürtler, bölücü terör örgütünü kullanarak, ülkemizin terörle mücadele konusuyla meşgul olmasını, Irak'ta etkisizleştirilmesini sağlamaya çalışmıştır.Ancak ABD'nin, Irak'tan çekileceğini bildirmesi üzerine Iraklı Kürtler arasında "ABD bize ihanet mi ediyor?" sorusu gündeme getirdi. Bu doğrultuda bir kısım Kürt sitelerinde de bu konu tartışılmaya başlandı.
Kürt internet sitelerinden birinde kaleme alınan bir makalede, ABD'nin bölgede etkinliğini kurmaya başladığı dönemden (1950'li yıllar) beri Kürtlere karşı hiçbir zamandostane davranmadığı, Kürtlerin ABD ve İsrail çıkarları adına Türkiye, İran, Irak ve Suriye'ye karşı bu ülke tarafından kullanıldıkları ifade edilmektedir. Oysa Irak'ta peşmergeler, Amerikalılar ile birlikte Irak ordusuna karşı yerel eylemlerde yer almaktaydılar. Hatta Amerikalılar için de Kürtler Bağdat'ta geçici hükümetin kurulmasında, anayasanın hazırlığında genel dayanak olmuşlardı.Netice itibariyle Celal Talabani Irak'ın başbakanı olmuştu. Bunun yanı sıra yapılan anlaşmaya yönelik Irak Kürdistanı'nın başkanı Mesud Barzani olmuştu. Lakin bu ne Kürt sorununun çözüldüğü ne de Kürt faktörünün ABD'ye güvenli dayanak olduğu anlamına gelmektedir.
Barzaniler hala Kürt bölgesinin dağlık bölgesini kontrol altında tutarken, Talabani ovaları elinde tutmaktadır.Kuzey Irak yeni bir yapılanmanın eşiğindedir. Tarihi derinlik, ülkemize bu yapılanma sürecinde sorumluluk yüklemektedir.
Birinci Dünya Savasından sonra etnik, din ve mezhep unsurlarına göre parçalanan bölgenin bu kez ABD tarafından yeniden alt birimlere ayrılmaması için ülkemizin tarihi misyonunu kullanması gerekmektedir. Ayrıca ülkemizin bölgeye komsu olması, tarihsel ve kültürel bağlarının olması sebepleriyle en önemlisi, kendi çıkarı adına gerekli tedbirleri alması gerekir.
Öncelikle, bölgede ABD'nin etkinliğini azaltarak, istikrarın sağlanması ve demokratik üniter, tamamen halkın serbest olarak seçeceği ile tüm azınlıkların eşit olarak temsil edildiği bir hükümetin kurulması gerekir.
İkinci olarak, Kuzey Irak'ta özerk Kürt devletinin, bölgede istikrar yerine, uzun yıllar sürecek bir kaosa neden olacağının; AB, BM, NATO vb. uluslararası alanlarda açıkça ve neticeleri ile ortaya konulması gerekir.
Üçüncü olarak, Kuzey Irak'ta yaşayan Türkmenlerin haklarının, tüm uluslararası platformlarda açıkça dile getirilerek, Türkmen nüfus üzerinde uygulanan zorunlu göç ve soykırımı engelleyecek tedbirlerin alınması gerekir.
Tüm bu önlemleri alırken ülkemiz tek başına hareket etmemelidir. Zira ülkemizin Irak'a sınır ötesi operasyonunun hukuki zemini oldukça zayıftır. Hatta kimi uluslararası hukuk uzmanlarına göre hareket noktası itibariyle bazen 'İsrail'kinin' dahi gerisine düşebilmektedir. Zira İsrail'e sınır ötesinden füzeler atılmaktadır. Oysa Türkiye'ye sınır ötesinden bir tek kurşun dahi atılmamaktadır. Sınır karakollarında yaşanan küçük çaplı olaylar bir yana bırakılacak olursa bölücü terör örgütü, Kuzey Irak'ı, Türkiye'ye silahlı saldırı adına kullanmamaktadır. Bunun yerine Kuzey Irak daha çok eğitim, saklanma, güçlenme, gelir ve diğer amaçlar adına kullanılmaktadır. Bu anlamda silahlı kamplar bir yana bırakılacak olursa, pek çok AB başkentine benzemektedir. Bu sebeple ülkemiz, bölgeye dönük operasyonlarını bu dönemde ABD ve Iraklı Kürtler ile anlaşarak rahatlıkla yapabilir. Ancak bunu fazlaca kamuoyuna çıkarak yapmamalıdır. Aksi takdirde uluslararası alanda oldukça zor duruma düşebilir. Bu tespitimize karşılık İsrail ve ABD'nin tek taraflı yaklaşımı hatırlatılabilir. Bu doğrultuda diyeceğimiz "eğer ABD kadar güçlü iseniz, tepkilere aldırmayacaksanız, buyurun her şeyi yapın" olacaktır.