TÜRKİYE’DE TARIM VE HAYVANCILIK SORUNU-4
Hepimizin bildiği gibi, 1970 ve 1980’li yıllarda, benim çocukluğumda ilkokul ve ortaokullarda Milli Eğitim ders kitaplarında (Sosyal Bilgiler) tarımda kendi kendine yeten dünyada 7 ülkeden biri olduğumuz yazardı ve bu bilgi bizlere hep öğretile geldi. Ama artık değil! Gelinen noktada tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten bir ülke değiliz artık. Bu alanda son derece dışa bağlı, bağımlı ve ithalatçı bir ülkeyiz. Sebze tohumlarını, hayvan yemini, buğdayı, kırmızı mercimeği, bademi, cevizi, nohutu, fasulyeyi, canlı hayvanı, kesilmiş karkas eti…… ithal ediyoruz. İklim ve coğrafi şartlar bakımından son derece uygun, toprakları verimli, dünyanın nadide coğrafyalarından biri olan Anadolu’muzda çok çeşitli bitki, tarım ürünü, sebze ve meyve üretme imkanı olmasına, geniş otlak ve yaylaklarda küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık yapma olanağı bulunmasına rağmen bu olanakların değerlendirildiğini söylemek, maalesef mümkün değildir. Bir Antep fıstığının fiyatının piyasada 40, Siirt fıstığının fiyatı 50, fındığın 50, kuru üzüm, kuru incir, kabuklu badem ve kabuklu ceviz fiyatları 20-25, sızma zeytin yağının fiyatının 25, kuşbaşı etin 50, kıymanın 45, Erzincan tulum peynirinin 35TL. olması …. güzelim ülkemizde insanın kanına ve onuruna dokunuyor. Üstelik bu ürünler de üreticiden 3-5-7 TL. ye alınıyor. Tüm bu saydığım ve sayamadığım daha nice tarım ve hayvancılık ürünlerinin yaklaşık olarak 8-10 TL. ye üreticiden alınması, 15-17 TL. ye de tüketiciye ulaşması gerekmektedir. Türkiye’nin ihtiyacı karşılandıktan sonra da, ihtiyaç fazlası ürünler Devlet sistematiği ve yönlendirmesi ile destekleme kamu ve özel alımlarla dünyaya ihraç edilmelidir. Asya, Çin, Hindistan, Ortadoğu, Afrika, Latin Amerika vb. kısaca dünyanın her yerine bu ürünler ve bu ürünlere dayalı tarım ve hayvancılık işletmelerinde üretilen, hafif sanayii, mamül ürünleri satılmalıdır.
Üretim yetersizliği ve ithalat durumundan üretici ve tüketici de kazanmıyor. Aracılar, rantçılar, stokçular, ithalatçılar, ithalat yaptığımız yabancı ülkeler kazanıyor. Çünkü ceviz, badem Çin’den, Arjantin’den, kırmızı mercimek Arjantin’den, buğday Rusya’dan, canlı hayvanlar Anguslar Avustralya’dan, karkas et Sırbistan’dan geliyor. Bütün bunlar gözbebeğimiz Anadolu’muzda bizim insanımız tarafından üretilemez mi? Üretilir, hem de çok iyi kalitede üretilir. Bizim insanımız kazanır, insanımızın yüzü güler, ülkemizde işsizlik olmaz, hem üretici hem de tüketici kazanır.
Bunun yanı sıra ekonomik olarak karşılıklı ve mutlak üstünlüğe sahip olduğumuz, Anadolu’da insanımız tarafından üretilen, hafif sanayi, tarım ve hayvancılık işletmelerine ham madde ve girdi olabilecek ürünlerin üretimi, 2000’li yılların başından itibaren küresel ekonomik düzen, Dünya Ticaret Örgütünün dayatmaları sonucunda Devlet tarafından sınırlandırılmakta, üretim kotası belirlenmektedir. Tüm bu yanlış ve akıl almaz tarım politikaları üretimin azalmasına, göçe, işsizliğin ve tarımsal ithalatın artmasına, yol açmıştır. Çaya, fındığa, mısıra, zeytin alanlarına ve üretimine, tütüne, şeker pancarına, pamuğa, tahıla, baklagillere, patatese kota koyulması, üretiminin kısıtlanması, destekleme alımı yapılmaması; tarım ve zirai üretimin planlı, yoğun ve sistematik olarak desteklenmemesi üretimin azalmasına, fiyatların aşırı yükselmesine neden olmaktadır.
Katma değeri yüksek teknoloji, sanayi, ağır sanayi, bilişim ürünleri vb. üretmekle eş zamanlı olarak gelecek tarım, hayvancılık, gıda, su kaynaklarının korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesindedir. Eğer tarım, hayvancılık, gıda ve su olmazsa insanlığın geleceği karanlıktır, bu işin sonunda açlık, teslimiyet ve bağımlılık vardır.
26/11/2017
Zeki ÖZDEMİR / ANKARA
Araştırmacı-Yazar