Aziz dostlar!... Bugünkü köşe yazımızda sizlere hem tarih ve hem de günümüz penceresinden bakarak sesleneceğiz ve yazacağız. Anlayacağınız, bir “tarih –günümüz bileşkesi” oluşturacağız.
Aziz dostlar!... Bugünkü köşe yazımızda sizlere hem tarih ve hem de günümüz penceresinden bakarak sesleneceğiz ve yazacağız. Anlayacağınız, bir 'tarih –günümüz bileşkesi' oluşturacağız.
8 Mart 2012'de Aklınız Neredeydi?
Şu günlerde ülke gündemimize ağırlığını vuran, daha doğrusu 'başımıza uzaydan taş düşüren' İstanbul Sözleşmesi 'Ucubesi' nden bahsetmek istiyoruz. Bu 'Ucube' toplumumuzu pat diye ortadan ikiye böldü. Sanki 'iç harp' çıkacak sandık. 'Kıyamet', adına 'Gece Yarısı Operasyonu' da denilen Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 20 martı 21 marta bağlayan gece yarısında 'İstanbul Sözleşmesini İptal Ettim' kararnamesi ile kopmuş, 21 Mart 2021'de gazeteler bunun haberini, 'Bir Kalemde Gitti' ve 'Oh Kurtulduk!' vb. benzeri manşetleriyle vermişlerdi. 'Bir Kalemde Gitti' diye sızlanan gazete, İstanbul Sözleşmesi'nin devamından yana, 'Oh Kurtulduk!' diyen gazete ise, kaldırılmasından yana bayram eden gazete idi.
Adı, 'Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bununla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi' olan ve bizim topraklarımızın tohumu ve mahsulü olmayan, adı üzerinde, 'Avrupa Konseyi Sözleşmesi' denilen, 34 maddelik Avrupa'dan ithal bu kanun tasarısı, 8 Mart 2012'de kanunlaşması için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelmiş, 'iktidara yandaş' denilen bir tv. kanalının 23 Mart 2021 tarihli 'Gün Başlıyor' benzeri programında, adı gecen kanunu 'UCUBE KANUN' olarak nitelendirerek, Mebusların 34 maddeyi hiç okumadan 1-2 konuşmacının onu övücü etkisinde kalarak 15 dakika içinde olumlu oylayıp (Nasıl bir Meclis ise, böyle 'absürt' bir iş yapılır mı?) ertesi gün Resmi Gazete' de yayınlandığı üzerinde duruluyor, aleyhinde olarak, 'Türk aile düzenini yıkmaya matuf kanun' nitelendirmesi ile bu kanuna 'UCUBE KANUN' adını veriyordu. Anlayacağınız, adı geçen kanun tasarısı Meclis Genel Kurulu'ndan üzerinde ciddi görüşmeler yapılmaksızın 'Bir Kalemde Çıkmış Kanun' idi. Dolayısıyla, yıllar sonda da 'hatasına gördük' gerekçesi ile 'Bir Kalemde Gitti' işi, işin esasına bakılırsa normaldi.
Başınıza İstanbul Sözleşmesi Kadar Taş Düşsün mü?
'Başınıza taş düşsün' olayı da nereden çıktı diyeceksiniz? Şuradan çıktı: Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan, muhalefet partilerinin kendisini yıpratıp iktidardan düşürmekten olarak damadı Berat Albayrak' a yönelik muhalefet partilerinin sebep olduğu 'Damat Sendromları' karşısında, en sonunda patlamış, onlara etkili bir cevap vermek için TBMM AK Parti Grup toplantısında 'Başınıza Damat kadar taş düşsün' demişti. İşte bu bana örnek oldu ve 8 Mart 2012 gününden beri İstanbul Sözleşmesi etrafından hem taraftarları ve hem de muhaliflerinin oluşturduğu 'aklın baştan gittiği' yapılanmasıyla ortaya çıkan 'İstanbul Sözleşmesi Sendromları' karşısında, bu sefer ben de iyice 'sinirlenerek' buna, hem taraftarı ve hem de aleyhtarları için 'Başınıza İstanbul Sözleşmesi kadar taş düşsün mü?' demekten kendimi alamadım doğrusu.
Bu taşın, bir kere ve öncelikle , 'uzay' dan gelecek olan bu taş, 8 Mart 2012'de TBMM'de Meclis kavaslarına okutulmadan ve muhtevasından haberdar olunmadan, yalnızca el kaldırıp el indirmekle kabulünü sağlayan Milletvekillerimizin 'başına düşmeli midir?' değerlendirmesini sizlerin yorum ve görüşlerine bırakıyorum. Üstelik de 'Siyasal İslamcı, Müslüman, Muhafazakar kimlikli geçinen' denilen AK Partili milletvekillerinin oylarıyla Meclis'ten geçmesi çok daha düşündürücü ve manidardır. Daha sonra ise, 'yanıldık, aldatıldık' dövünme ve sızlanmaları da boşuna olmuştur.
Avrupa Birliği Bu Kanunun Çıkmasını Niçin Öncelikle Türkiye'ye Havale Etmişti?
Adı geçen 'UCUBE KANUN' un Avrupa Birliği tarafından öncelikle ve hem de adına 'Türkiye'den bir isim' olarak 'İstanbul' isminin verilip 'İstanbul Sözleşmesi' uluslararası isminin verilmesi, acaba bir 'tesadüf eseri' mi idi? Uzatmayalım!... Hayır!... Peki, bu tarihte neye benziyordu? Şuna benziyordu: 1920'li yılların ortalarında idi. Osmanlı Devleti, iç ve dış 'algı operasyonları' ile 'tarihin devletler mezarlığı' na gömülmüş, yerine yeni bir devlet kurulmuş, 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet ilan edilmişti. Alışılmış gelenekten olarak o yıllarda da yıllık 'Dünya Güzellik Yarışması' düzenleniyordu. Bizden de tarihimizde ilk defa olarak buna bir 'güzelimiz' katılacaktı. Anlayacağınız, Türk ailesi geleneğinden olan ve aile yuvası evde 'aile mahremiyeti' olarak kalması gereken bir kadınımızın vücudunu dünya kamuoyu önünde apaçık sergileyerek 'Dünya'nın en güzel vücutlu kadın olmak veya olmamak' a yönelik birinciliğini ve ödülünü almaya talip olacaktık. Finalinde 'birincilik' ve ödülünü bizim 'güzel kızımız' aldı. 'Bunu aldık' diye İstanbul, Ankara ve İzmir basınımız bayram etti, bürokrasimiz de şahane nutuklar attı. Yarışmaya ülkemiz adına katılan kızımız Neriman Halis, 'Dünya Güzeli Kraliçe' seçilmişti. Seçilmişti ama, Dünya ve Türk kamuoyunda hak edip etmediği tartışmaları günlerce, yıllarca sürdü ve hatta günümüzde de varlığını sürdürüyor. Buna itiraz olarak işlenen ana tema şudur: 'Hiç de güzel olmayan ve üstelikte az çok kamburu bulunan bir kız nasıl olur da dünyanın birinci güzeli –kainat güzeli seçilebilir, işin içinde bir 'bit yeniği' olmasın?' Evet!... Bu yazılanlar doğru idi. Peki, bu 'bit yeniği' neydi? Şuydu: 'Türklerin aile düzeninin esası, anaerkil olmaktır. Onların bütün gücü ve üstünlükleri de bu özelliklerinden ileri gelmektedir. Türkleri yok etmek için öncelikle bu aile düzenlerinin yıkılması lazımdır.' Evet!... Bu Türk Milletini yok etmek ve tarihten silmek için kurgulanan bir 'Uluslararası Gizli Planlar' a müstenit ve dayanmakta idi.
Türk Aile ve Sosyal Düzenini Yıkmaya Yönelik 'Uluslararası Gizli Belgeler'
Öncelikle, Osmanlı Devleti döneminde yaşanan örneklerinden olarak bunlar şunlardır:
BELGE I
'Türkleri, madden ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler, çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet gururludurlar, haysiyet ve şereflerine pek düşkündürler. Bu özellikleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, örf ve adetlerinin kuvvetli ve sağlam olmasından, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygusundan gelmektedir…
Türklerde öncelikle, itaat duygusunu kırmak, manevi bağlarını kesmek, dini sağlamlıklarını bozmak gerekir.
Bunun da en kısa yolu, milli gelenekleri ve maneviyatlarına uymayan yabancı fikirlere ve hareketlere onları alıştırmaktır….
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri, kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve zahiren kuvvetler önünde zafere götürecek asıl kuvvetleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.
Bu sebeple, Osmanlı Devletini ortadan kaldırmak için yalnızca ve tek başına olarak harp meydanlarındaki zaferler yeterli değildir. Hatta bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet, şeref ve gururlarını tahrik edeceğinden hakikatleri deşifre etmelerine sebep olabilir.
Yapılacak olan, Türklere bir şeyler hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı tamamlamaktır.' (Cemal Kutay, Patrik Grigoryos'un Çar I. Aleksandr' a Tavsiyesi, Tarih Konuşuyor Mecmuası, C. I, Sayı I, Şubat 1964, s. 69 -70. Tarihçi Yazar Kutay, Çar'a yazılan bu mektubun aslını –bizim özetle vermiş olduğumuz halde-, 1870'li yılların ilk yarısında İstanbul'da Rusya'nın Büyükelçiliğini yapan General İgnatiyef'in hatıralarından naklen almıştır.)
BELGE II
'Türkleri ezeli bir düşman olarak Rumlara tanıtmak… Türk Milletini ahlak, milliyet, din ve gelenekleri bakımından çürütmek, Bunun için de : … Türkleri zinaya, diğer ahlaksızlıklara teşvik etmek. Bilhassa asil Türk aileleri arasına genç, güzel Rum kız ve kadınlarını hizmetçi, cariye olarak verip bu aile ocaklarını yıkmak, milli dil ve duyguları bozmak…
Türk gençlerine apaş (hayta) – külhanbeyi (kabadayı) ruhu aşılayıp Türk gençlerini çürütmek. Gençler arasında kabadayılık ruhunu yayarak sevgi, saygı bağlılıklarını kırmak. Onları birbirini düşürmek. Milli terbiyeyi yok etmek.
Argoya benzer bir küfür dilini Türkler arasında yayarak milli dil ve duyguları bozmak. Türkleri dini bakımdan sarsmak…
Kadılar, devlet idaresi bürokratlarını rüşvet, ziyafet, hatta kadın ikramları ile Eterya'nın ( 1814'de, günümüzdeki PKK terör örgütü benzeri 'Bağımsız Birleşik Büyük Yunanistan' ı kurmak amacıyla kurulan Yunan –Rum Terör örgütü Etnik –i Eterya) emrine alınmalıdır. Ancak bu işler tamamen Akademi'den (İkonomos Mektebi'nden) yetişmiş ajanların talimatı ve Akademi'nin tayin edeceği şahıslarla, bunların vereceği direktiflere göre tatbik edilecektir.' (Gıyasettin Yetkin- M.N. Yüksel, Türk Düşmanı Kanlı Papazlar, Balkanoğlu Matbaası, Ankara, 1964, s. 12 – 14. 1775'de Ege denizinde Ayvalık karşısındaki Cunta adasında Papaz Jonh Oconomos -tarihimizde 'İkonomos' olarak anılır- tarafından kurulan ve yalnızca Osmanlı tebaası-daha o zamanlar Bağımsız Yunanistan kurulmamıştı. 1830'da kurulacaktır-Rum çocuklarının eğitim gördükleri 'İkonomos Mektebi' nin tarih derslerinde okutulan 'Ders Ünitesi' nden alınmıştır.)
BELGE III
1-Genç nesilleri ahlaka aykırı telkinlerle bozmalı.
2-Aile hayatını yıkmalı….
4-Sanatı zayıflatmalı, edebiyatı müstehcen ( ahlak ve genel adaba aykırı, açık saçık ) ve şehevi (cinsel tahrik) bir hale sokmalı.
5-Mukaddesata hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilane ve karalayıcı olaylar uydurmalı.
6-Hudutsuz ve sınırsız bir lüks, baş döndürücü modalar icat etmeli, çılgınca harcamayı teşvik etmeli.
7-Kalabalıkların vakitleri, eğlence ve oyunlarla oyalanmalı, herkes düşünmekten alıkonulmalı.
8-Yıkıcı nazariyelerle fikirler zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar yaratılmalı, sosyal sınıflar arasına kin ve intikam duyguları sokulmalı…
12-Yüksek tabakanın manevi kuvvetini her çareye başvurarak kırmalı...
14-Saçma nazariyeler ortaya atarak, halkı uygulanması mümkün olmayan fikirlerle dolambaçlı yollara sevk etmeli.
15-Hayat pahalılığını körüklemeli, ücretleri artırmalı.
16-Uluslararası meseleler yaratarak, milletlerarasına kin ve nefret tohumları ekilmeli.
17-Milletlerin geleceklerini, tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine vermeli….
20-Siyasa, iktisadi buhranlar yaratarak, servetleri mahvetmeli,
21-Mali işleri bozmalı, iktisadi krizleri çoğaltmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını belirli ellerde toplamalı, büyük servetleri felce uğratmalı….' (Emekli Albay Hüsamettin Ertürk, İki Devrini Perde Arkası, Pınar Yayınevi, İstanbul, 1964, s. 45 – 46. Osmanlı istihbarat teşkilatı 'Teşkilat-ı Mahsusa' 'nın ele geçirdiği, Filistin'de bir 'Yahudi Devleti' kurmayı esas alan Siyonizm'in 22 maddelik – yazımıza lazım olanları aldık- 'Gizli Plan' ı. Planlanan yıkımların ortamında, 'Yahudi Devleti' nin kurulabileceği düşünülerek böyle bir plan hazırlanmış ve Osmanlı Devleti döneminde bizim üzerimizde de harfiyen uygulanarak Onun yıkılışında bu uygulamaların rolleri de büyük olmuştur. Bu uygulamalar, Türkiye Cumhuriyeti dönemine de sarkmış ve 'Günümüzde bile, 'Büyük İsrail' i kurmak için uygulamaya devam edilmektedir' görüşlerine yer verilmiştir.)
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU