Aslında Türk Dış Politikası diye bir başlık açıp irdeleyip olumlu ve olumsuz bir takım saptamalar yapılacaksa iç politika, adalet ve elbette ki ekonomik göstergelerin dahil edilerek yapılması sonuçları bakımından hem son derece doğru ve hem de elzemdir.
Aslında Türk Dış Politikası diye bir başlık açıp irdeleyip olumlu ve olumsuz bir takım saptamalar yapılacaksa iç politika, adalet ve elbette ki ekonomik göstergelerin dahil edilerek yapılması sonuçları bakımından hem son derece doğru ve hem de elzemdir.
Zira bir ülke, dış politikasını sahip olduğu ekonomik güç ve buna paralel askeri yapılanması, iç işleri ve adalet politikalarının olumlu ve güvenilirlik açısından önemli bir yerde bulunmasıyla daha etkin, daha kararlı, daha inandırıcı ve hükmedici bir güdü ve cüsseyle sahaya sürecektir.
Ayakları böylesine sağlam bir dış politik gerek bölgesel ve gerekse küresel ölçekte hatırı sayılır bir ses ve yaptırım gücünü bünyesinde barındırıyor olacaktır. Bu yaptırım gücü askeri ve ekonomisinin güçlü olması ve yanı sıra iç politikasında ki adil uygulamaları ile çok daha anlam kazanacaktır.
Ve yine bu yaptırım gücü elini hem hukuki ve hem de gayrihukuki uygulamalar karşısında direnç katacak, bölgesinde ve küresel ölçekte alınacak kararların kendisinin de müdahil olmasına düşünce ve kanaatlerinin alınmasına anlamlı bir katkı yapacaktır.
Bütün bu veriler ışığında hem Ege ve hem de Doğu Akdeniz'de ki en tabii ve hukuki haklarımızı savunamıyor oluşumuz ve aynı zamanda yanımızda ciddi bir blok bulamayışımız yukarıda bahsini yaptığımız ekonomik, askeri, siyasi ve elbette hukuki alanlarda ki uygulamalarımızın vahametini ortaya koymaktadır.
Bir dış politika ''Şer odakları, hak-batıl, tarihi geçmiş, hilal-haç'' gibi demode ve hiçbir geçerliliği olmayan, salt sloganik bir büyü barındırmasının dışında zerre kadar reel politik içermeyen bu seyir, ülke ve millet olarak geldiğimiz çıkmazın üzerini örtmeye muktedir değildir.
İç politika ve milliyetçi tabanın ütopik duygularına cila atmanın dışında hiçbir getirisi olmayan bu kavramalarla devlet yönetmek günü kurtarmaya çalışan müflis tüccar mantığıdır ki, sonra ki yıllarda ülke ve milletin sırtına saracağı yıkıntıların da başlıca müsebbibidir.
Oysa koca 20 yıllık süreç ve son derece muktedir bir iktidarın ülkeyi getireceği nokta burası olmamalıydı. Bizde ki kasabaya denk düşen Katar ile kurulmuş ''iyi'' ilişkiyle teselli bulmak müflis tüccarın dahi yapacağı işler arasında değildir.
Doğusu ve batısı ile kuzeyi ve güneyi ile hatta daha açık yazacak olursak hem İslam ve hem de Hristiyan dünyası ile kurulmuş berbat ötesi ilişki, bundan sonra yapacağımız hamlelerimizin ham, etkisiz, ciddiyetsiz, samimiyetsiz ve elbette ki koca bir blöften öteye geçemeyecektir.
Suriye ve Esed, Mısır ve Sisi politikamızın üzerine darbe ve demokrasi sosu serpiştirmiş olmamız El-Beşir ilişkisinde ki aymazlık, açmazlık, çelişki ve ayıplarımızın üzerini örtmek bir kenara tüm saygınlığımzın ve ciddiyetimizin katili durumundadır.
Hak-batıl, şer odakları, hilal-haç kavgası gibi komik ve ütopik kavramlara ihale edilmiş iç ve dış politika, AB'ye katılım ve uyum yasaları üzerinde canhıraş mücadeleler veren bir iktidarın kendisi, iddiaları ve uygulamaları arasında ki derin çelişkinin tezahürü durumundadır.
Ciddi bir devlet, dünya ve bölgesel olayları doğru, akılcı ve reel politik disiplini içerisinde okumak, ele almak ve uygulamanın anlam ve önemini kavramış ve dolayısıyla atacağı tüm adım ve uygulamalarını da keza bu ciddiyet içerisinde sahaya sürmelidir.
İç politikada tribünlere oynayan ve radikal uçların beklentilerine cevap veren popülist uygulama ve söylemler ciddi, kararlı ve devlet yönetme ciddiyetini kavrayamamış ehliyet ve liyakat yoksunu kişilerin tevessül edeceği bir politik davranıştır.
Böyle bir davranışın 20 yıl sonra ülke ve milleti nereye getirdiği malum olmakla birlikte bir 20 yıl sonrasını kestirmek asla bir kehanet değildir.
Ey millet!
Yatacak, uyuyacak ve gelinen noktaya bigane kalacak tek dakikanız dahi kalmamıştır.