RAMAZAN bizi birazda taklit cehenneminden azat olmamız için gelir. Ancak bunun olabilmesi için bizim yol analizi yapabilmemiz ve kanıta dayalı sonuçlara ulaşmış olmamız gereklidir. Bu ise zahmetlidir. Konfor bozucudur. Zihnen hafakanlara sürükleyebilir insanı. Yıllardır bildiği ezberleri bir yana bırakıp taklitten vazgeçmek güç olduğu kadar can acıtıcıdır da…
Ama yine de taklit cehenneminde yanarak bir ömrü heba etmekten elbette evladır.
…
MÜBAREK ay bizi düşünmeye davet eder. Derin tefekküre sevk eder. Bu ise malum olduğu üzere ancak veriye dayalı olarak yapılabilir. Boş beleş düşünmek tefekkür değildir. Taklittir. İnsanın kendisi olmadığı bir kimliği boynuna asması gibidir. Ama o kimlikte yazan isim kendisine ait değildir. Diğer bilgiler de öyledir. Taklit, başkasının kimliğini giyinip o şekilde yaşamak demektir. Şu an yaptığımızda esasen bundan çok farklı değildir. Biraz samimiyet, azıcık gayret tespit için kafidir.
…
DELİLE dayanmadan kabul edilen görüşler, taklit görüşlerdir. Delile yaslanmayan eylemler aynı şekilde yine taklittir. Başka bir kimseye özenmektir. Ona öykünmektir. Bir başkası gibi davranmak onun gibi yaşamaya çalışmaktır. Yani kendisi olmamak, olamamaktır.
Oysa Rabbimiz her birimizi orijinal bir özellikte yaratmıştır. Farklı yeteneklerimiz vardır. Başkasına öykünüp onlar gibi yaşamayı alışkanlık hâline getirdiğimizde tüm ömrümüz “Taklit kimlikle” yaşanmış olur ki acınası bir durumdur. Ramazan bize kendimizi bulmayı hatırlatır duyan bir kulağımız varsa…
…
MUKALLİT bir hayat, sahibini tatmin etmediği gibi ilişkide bulunduğu kişilere de hayır getirmez. Kendisiyle değil başka biriyle muhatap olmuş olmayı kim ister ve bundan nasıl bir doyuma ulaşabilir ki… İşte bu ve pek çok başka sebeple bu konuyu yeniden düşünce masasına taşımalıyız.
…
HERKESİN bir “İsmi Has”ı vardır ve bunu açığa çıkarmakla yükümlüdür. Hayat ancak bu şekilde kolaylaşır ve yaşanılır olur. Meslekler bu yatkınlıklar sebebiyle ortaya çıkar ve kişiler başkalarını taklit ederek değil kendisine verilen kabiliyetleri aşikâr ederek üretime geçer. Böylece hayat kolaylaşır ve bir nevi yardımlaşmaya döner.
…
TAKLİT insanı körleştirir. Körü körüne bir duyguya, fikre veya kişiye saplanır ve hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan fanatiklik seviyesinde kopyalar. Böylece tek tip bir hayat ortaya çıkar ki, çok renksizdir.
Bir gülün orijinali başkadır taklidi olmak üzere yapılan resmi ise ne kadar ona benzerse benzesin başkadır. Hatta fotoğraf bile aynı değildir. Sadece çekildiği anı simgeler. Oysa fotoğrafı çekilen çiçek yaşamaya, büyümeye, rengini arttırmaya ve kokusunu salmaya devam etmektedir. Taklidinde ise bunların hiçbiri yoktur.
…
TAKLİT etmeyi önceleyen kişi kendisini öğrenme ve anlanma eyleminden emekli eden kişidir. Anlam yolcusu olmaktan çıkmıştır. Yaptığı işi geliştirmek, yorumlamak, form vermek gibi bir derdi yoktur. Yarım yamalak bildiği neyse ona kapaklanmıştır. Bir nevi taklide mahkumiyettir.
…
İLİM farzını terk etmek taklitçilikle neticelenir. Taklit eden kişiye mukallit denir. Onun tüm emeli taklit ettiği kişiyi aynıyla kopyalamaktan başka bir şey değildir. Düşünmek lükstür. İlim tahsil etmek zordur. Bu düşünce mukallit kişiyi adı tembellik olan yalancı bir konfora sürüklediğinden hiç oradan çıkmak istemez. Meseleyi hatırlatanlara ise düşmanlık besler ve fırsat bulursa saldırıya geçer.
…
KUR’AN-I KERİM ilmin bizatihi kendisidir. Asıldır. Hakikattir. Haktır. Nur ve şifadır. Aynı zamanda şereftir. Talip olunduğu zaman hidayet vesilesidir. Dolayısıyla biz müminleri ilme teşvik edicidir.
İnanmışlar olarak vahye sadakatle talebe olunmaya niyet etmek mukallitlikten çıkış kapısıdır. İstenen de budur zaten. Mümin ilim tahsiline başladığında elbette eksikleri hâlen olacaktır. Zaten ana ülkü onların giderilmesidir. Bu sebeple yüce kitabımız bizleri “Ehl-i Zikre” yani kitabın uzmanlarına sual sormak üzere yönlendirmektedir. Yanlış anlaşılan husus burada gizlenmiştir. Sormak taklit cehenneminde yaşamak için değil bu ateşten çıkış içindir.
…
YÜCE KİTABIMIZ yine taklit cehenneminden çıkışımız için on altı âyette akl-ı selim sahiplerine “Ulu’l Elbab” kavramı ile vurgu yapmaktadır. Basiret sahiplerine sormamız için yönlendirmektedir. Bu şekilde akleden bir kalbe sahip olarak taklit cehenneminden çıkarak hayatı anlamamız ve buna göre bir yaşam sürmemiz işaret edilmektedir. Sözlüklerde “Elbâb” kelimesi “Lübb”ün çoğulu olarak verilir. Katışıksız öz demektir. Bir şeyin cevherini yani hakikatini anlatır. Derin kavrayış ve muhakeme ancak böyle elde edilir. Bu ise taklit cehenneminden çıkmayı netice verir.
…
ŞUNU unutmamak lazımdır ki, taklit cehenneminde yananlar “Üsve-i Hasene” yani güzel örnek olan Fahr-i Kâinat Efendimizin yolunda yürümeyenlerdir. Oysa O’nun izini sürmeye mecburuz.
Taklit cehennemi ateşini hakikatte hiç O’nunla bağlantısı olmadığı halde kendisini Efendimizin halifesi, gölgesi, tecellisi, zuhuru gibi sunup buna inandıranların peşinden yürümekten alır. Sahih olmayan sahteler, özden uzak taklitlerin ustasıdır ve çok inandırıcıdırlar. Bize düşen içi kof olan, taklidin taklidini yapmak değil Efendimizin sünnetine şuurla uymak yakışır. O ise, taklit değil tahkiktir. Tekrar değil tesistir. Ezber değil anlam derinliğidir. Sûreti imandan kurtulup aslına erişmektir.
Ramazan ayı bize mıntıka temizliği yaptırır ve ciddi bir yol analizi ile taklit cehenneminden çıkartarak Resulü Zişan Efendimizin aydınlık izini sürmeye yöneltir. Yeter ki, biz talip olalım.
Ya Selam!