633’te (1235) Aşağı Mısır’daki Markus’ta doğdu. 644 (1246) veya 653’te (1255) doğduğuna dair rivayetler de vardır. Ömrünün çoğunu aynı bölgedeki Desûk (Düsûk, Disûk) kasabasında geçirdiğinden Desûkī nisbesiyle ve Ebü’l-Ayneyn unvanıyla tanındı.

633'te (1235) Aşağı Mısır'daki Markus'ta doğdu. 644 (1246) veya 653'te (1255) doğduğuna dair rivayetler de vardır. Ömrünün çoğunu aynı bölgedeki Desûk (Düsûk, Disûk) kasabasında geçirdiğinden Desûkī nisbesiyle ve Ebü'l-Ayneyn unvanıyla tanındı. Babası Ebü'l-Mecd Abdülazîz, Rifaî şeyhlerinden Ebü'l-Feth Ebü'l-Ganaim el-Vasıtî'nin damadı ve halifesiydi.

Pek çok velî gibi onun şeceresi de Hz. Hüseyin'e bağlandığı için seyyid kabul edilmektedir. İbrahim ed-Desûkī öğrenimine Desûk'ta başladı; Kur'an'ı ezberledi; Şafiî fıkhı okudu. Sonra babasından Rifaiyye hırkasını giydi. Daha sonra Sühreverdî şeyhlerinden Necmeddin İsfahanî'ye intisap etti. Şazeliyye tarikatına da sülûk eden Desûkī 'nin ayrıca Ebû Medyen el-Mağribî'ye ulaşan bir silsilesi daha vardır. Bütün bunlar onun Rifaiyye, Sühreverdiye, Şazeliyye gibi tarikatları yakından tanıdığını ve bunlardan nasip aldığını gösterir.

Mutasavvıflar tarafından dört büyük kutubdan biri olarak kabul edilen Desûkī (diğer üçü Abdülkādir-i Geylanî, Ahmed er-Rifaî, Ahmed el-Bedevî'dir) yirmi yıl kadar halvethanesinde mücahede ve tefekkürle meşgul oldu. Babasının cenaze namazını kılmak için çıktığı bu halvethaneye tekrar dönmek istediyse de dostlarının ricası üzerine bundan vazgeçti. Hayatta iken etrafında toplanan müridleri, kendisinin kırk üç yaşında vefatından sonra halifesi ve kardeşi Şeyh Mûsa'ya tabi olup onun tasavvuf anlayışını devam ettirmişler ve bir tarikat haline getirmişlerdir. Desûkī vefat ettiğinde halvethanesine gömülmüştür.

Sağlığında bu halvethanenin yanında inşasına başlanan cami el-Camiu'l-İbrahîmî veya Ma'hedü Desûk diye bilinir. Sultan Kayıtbay tarafından onarılan ve daha sonra bazı değişiklikler geçiren cami bugünkü şeklini 1885'te Hidiv Tevfik zamanında almıştır. Desûkī bir yönüyle şeriata çok bağlı, diğer yönüyle son derece esrarengiz bir sûfîdir. Müridlerin şeyhlerine çok bağlı olmaları, şeyhlerin de mürîdlerine evlatları gibi muamele etmeleri gerektiğini belirtir. Helal yemeye, hak hukuk gözetmeye ve şeriatın hükümlerine sıkı bir şekilde bağlı kalmaya büyük önem verir. Şeriatla hakikatin, zahirle batının bağdaştırılmasını ister. Hakikati tasvir ve ifade olarak değil zevk ve yaşama olarak anlar.

Desûkī'nin esrarengiz yönü ayrı bir önem taşır. Kendisinden bahseden bütün kaynaklar onun Süryani, İbranî ve eski Mısır dillerini bildiğini, hayvanların ve kuşların lisanından anladığını kaydederler. Şa'ranî, Desûkī'nin bildiğini ileri sürdüğü dille söylenmiş bazı metinler nakleder ki bunların ne anlama geldiği bilinmemektedir. Bu metinleri açıklamak için yapılan zoraki yorumlar ise gerçek olmaktan uzaktır. Aynı ifadelere Desûkī'nin hizblerinde de rastlanır.

Desûkī'nin halvethanesinde inzivaya çekildiği yıllarda bazı eserler telif ettiği rivayet edilir. Ancak vefat ettiği zaman ondan geriye sadece birkaç hizb (bk. Âmir en-Neccar, s. 311-314) ile el-Cevahir (eserin adı kaynaklarda el-Cevhere veya el-Ḥaḳāʾiḳ şeklinde de geçer) adlı eseri kalmıştı. Şa'ranî bu eserden bazı alıntılar yapar (bk. Ṭabaḳāt, I, 165-183). Bundan başka tasavvufî düşüncelerini konu alan bazı şiirleri de vardır (a.g.e., I, 157).[1]

[1] TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ/DESUKİ MADDESİ