Ağaçlar sessizlik içinde meyve verir. Tuzak sessiz kurulur. Hile sessiz yapılır. Halk tabiriyle sinsiliktir bunun da adı. Tavuk bazen yumurtladıktan sonra korktuğu zamandaki gibi gıdaklar, kıyamet koparır; horoz da karanlığın sessizliğini öterek bozar.

Ağaçlar sessizlik içinde meyve verir. Tuzak sessiz kurulur. Hile sessiz yapılır. Halk tabiriyle sinsiliktir bunun da adı. Tavuk bazen yumurtladıktan sonra korktuğu zamandaki gibi gıdaklar, kıyamet koparır; horoz da karanlığın sessizliğini öterek bozar. Verimsizliğin sembolu ağustos böceği gece sessizdir de gün ışığında sinir bozucu çığlıklar atar durur. Çalışkanlığın sembolü karıncalar vırıl vırıl yiyecek taşırlar sessizlik içinde yuvalarına oysa. İnsan doğarken yırtınırcasına ağlar. Virüs ve bakteriler de sessizliklerine ilaveten bir de görünmezdirler. Hasta edip dururlar başka canlıları ama nedense kimi canlılara bir kötülük yapmaz, onlarla müşterek yaşarlar. Koronavirüs hayvanda zararsız, bize illet! Can can dolaşıyor ve hasta etmeden öte öldürüyor da. Allah'ımın kurduğu dengede mutlaka bir sebeb-i hikmeti var bu olan bitenlerin. Lakin bilmek gerekir ki sessizliği okuyabilmek gürültü kadar kolay değildir. Hatta halk gürültü için sıfat kullanır: Kuru gürültü!

Bugün 15 Temmuz ihanetinin 4.lanet yılı. Hain niyet, yarım asırdır sessizlik içinde gizlenmemiş miydi? Türkçe Olimpiyatları ve benzerleri gibi gürültülü faaliyetlerdeki sessizliği okuyabildik mi? Bunlarla sürekli ülkemiz için altın yumurtluyoruz gıdaklaması yapmıyorlar mıydı tavuğun yaptığı gibi. Kimleri aldatmadılar ki? Son aldatılan lider, şükür ki cesaretle kükredi de millet gücünü harekete geçirdi. Her şey apaçık çıktı ortaya. Destan üstüne destan yazıldı. Ancak o kükreyen halkta bir sessizlik, bir küskünlük seziyorum şimdi. Eski dostlar şarkısının hüznü dolmuş sanki gönüllere.

Hey gidi günler! Binlerce aday adayı ben niye aday olamadım demiyor, oy istemek için sahaya iniyordu. 2002 öncesi siyasî çekişmelerin izleri silinmiş gitmişti. Milletçe iriydik, diriydik, hep birlikte Türkiye'ydik. Hiç akla gelir miydi birbirine güvenle makam ikram edenler, doğru çizgiyi çekiştire çekiştire zikzaklı edecek? Allah'ım koru bu milletin evlatlarını iktidar hırsının esaretinden. Her canlının en dayanılmaz acısıdır evlat acısı. Ancak tarih yazıyor ki iktidar hırsı fitneyle körüklenerek Sultan Süleyman'a boğdurtmuştur evladını bile, baba baba diye inim inim inleterek. Milletimin siyasetçi evlatlarını nefs-i hain emrine düşürme Allah'ım; İnsaf, vicdan ihsan eyle gönüllerine; akledebilme gücü ver hepsine!

Gül'ü, Babacan'ı Davutoğlu'nu hep eleştirdim fitneye kapılıp koptular diye. Böylesine can dostluğu makam hırsı mıydı yok eden? Yıllarca kürsülerde ahkam kesen, çok yabancı dil bildiği için küresel değerlendirme gücü de olan meslektaşım, müşterek bir dostumuz nedeniyle de dürüst bildiğim Davutoğlu'na ise hiç yakıştıramamıştım. Habertürk kanalında birçok açıklama yaptı. Hepsini geçtim de şu sözü çok çarpıcı oldu maalesef! Diyor ki 'Ben ayrılmadım, farklı düşündüğüm için ihraç edildim; ilkelerim var, sadece makamda kalayım diye fikren inanmadığım her şeye eyvallah diyebilir miydim?'

100 kişi bile izlediyse o konuşmayı bütün millet duyacaktır. Denilebilecektir ki Fatsa dev-yolcuları için ülkücü valiye defolup gitmelidir sözüyle ünlü Ertuğrul Günay, denge adına iki dönem kültür bakanı oluyordu, böylesine kapsayıcıydık da şimdi ne oldu? Geçmişte vesayete tepkiliydik. Şimdi farklı fikirleri vesayet altına alma noktasına mı geldik? Öğrencilerime millî birliğin önemini benimsetmek için canlandırttığım şöyle bir masal sunumum vardı: Ormandaki ağaç, küçücük balta sizi nasıl yıkıyor sorusuna sapı bizden ya cevabını veriyordu. Tam da buna örnek değil mi? Şeyh Edebali öğüdü bütünleşme gücümüzü mü kaybettik de bölünüyoruz? Düşünün can dostlar, düşünün millet aşkına! Kime kalmış bu dünya?

Uzmanlık alanı Doğu Hristiyanlık Tarihi, Doğu Kiliseler Hukuku da olan Prof.Dr. Mehmet Çelik, tüm dünyada itibarımızın arttığı bir zamanda Ayasofya gündeminin vakti değil görüşünü iletti. Hoca şöyle diyor: Avrupa camilerinin bir kısmı kiliseden bozma. Bunların bir kısmı parasız tahsis edilmiş, bir kısmı da cüzi fiyatlarla müslümanlara satılmış. Bunların hepsi ters tepebilir. Ancak madem karar verilmiştir, şükür namazı kılalım.

Siyasî irade bilim insanının raporuna değil, mahkeme kararına uydu. Zaman aşımı kuralı ihlal edildi, mahkemeler iktidar vesayetinde yaygarası koparılacağı da düşünmedi. Niye? Yıllardır görüldü ki ne jest yaparsak yapalım dışlanıyoruz. Güç göstererek kazandığımız bugünkü itibarımız, bir yanlışı düzeltip devlet müslüman halkının talebini yerine getiriyor, hiçbir vesayeti kabüllenemez, bağımsız mesajı vermeyi gerektirir. Ortaya konan bu liderlik iradesi milletçe de benimsenmiştir.

Bu gündem bitmeli artık. Ancak böyle olmuyor maalesef! Bir emekli öğretmen takipçim, sosyal medyada dolaşan video göndermiş: Vatandaş telefonla Almanya'ya Ayasofya ibadete açıldı müjdesi veriyor tiyatro diliyle. Geçim derdini ve bazı medya organlarında sürekli eleştiri konusu icraatları soran gurbetçi arkadaşına yok diyor, Ayasofya ibadete açıldı abi, yetmez mi, daha ne olsun? Bu yerginin yıkıcı etkisi kaçınılmaz!

Bir de imar barışı icraatı var ki tepki ve dedikodu kaynağı. Tuzağa düşürüldük diyen mi ararsın, deprem riskli ve çevre kirletici binalar meşrulaştırıldı diyen mi; devlet istediğini abat, istemediğini bedbaht ediyor diyen mi, hazineyi doldurmak için her yol mübah diyen mi? Denetim baştan yapılıp eğitim de verilesiydi, yanlış oldu. Acilen yapı kayıt belgesi iptal edilenlerin tarihe bakmadan belirlenen harçla deprem risk ve çevre kirliliği denetimleri yapılmalı, uygun olanlar tapulanmalı. Tüm binalara da ya deprem riski yıkım karar ya da sağlamlık belgesi verilmeli. Ceza değil, eğitim ve ikna!

Sessiz çoğunluk ağaç misali her yönden esen yel önünde dalgalanıyor. Sessizlik içinde nasıl ve ne kadar meyve verecek? Salgının da tetiklediği işsizlik ve geçim derdindeki halkın sessizliğini okuyabilmek zor. Allah'ım aydınlarımıza saygı duyulası Prof. Dr. Mehmet Çelik gibi çok yönlü düşünebilme gücü ihsan etsin! Sinsi bukalemunlarla düşman tuzağına düşmeyelim!