Bazı kavramlar bir biri ile çok iç içe olmasına rağmen sanki bir birinden çok uzakmış gibi durur.
Bazı kavramlar bir biri ile çok iç içe olmasına rağmen sanki bir birinden çok uzakmış gibi durur. İslamcılık kavramı bir fikir hareketini ifade ediyorken, bu fikir hareketinin Allah ile olan duygusal bağlılık yönünü arka planda tutuyor. Dünyayı şekillendirmeye çalışan komünizm, sosyalizm, solculuk, sağcılık ve liberalizm gibi fikir hareketleri insanın Allah ile olan ilişkilerini düzenlemez. Bu ilişkileri önemsiz, bireysel olarak görür hatta bazıları hiç olmaması gerekir diye hüküm verirler. Oysaki İslamcılık düşüncesinin özü, dünyayı düzenleyerek, Allah yaklaşmak için daha iyi bir dünya ortamını sağlamaktır; dünya bir tarla ise orada daha güzel bir bitki yetiştirmek için, o tarladaki ayrık otlarının temizlemek, tarlayı gübrelemek, tarlayı sulamak, tarlayı çapalayarak uğraşmaktır. Hiç işlenmemiş tarlada da bitki yetişir ama işlenmiş tarlada daha gür bitkiler yetişir. İşte İslamcılık, dünya tarlasını işleyerek daha erdemli, daha imanlı insanlık ağacı yetiştirme çabasıdır.
Şöyle bir hayal kuralım, bütün insanlar Müslüman oldu, bütün insanların başına adil bir Müslüman halife geçti ve dünya tek bir devlet haline döndü. Devleti: dünya, milleti: insan, dini: İslam ve mezhebi: ehlisünnet olan bir ümmet topluluğu kurulsa; bu topluluk mensubu insanları ne yapacaklar? Siz böyle bir toplumun üyesi olsanız ne yapacaksınız? Bu dünya devletinin, tüm tüketimini karşılayacak ürünler, Hz. Meryem’e olduğu gibi cennetten her istedikleri zaman gelse; toplumun yöneticileri de seçilmiş peygamberler ya da melekler olsa ve dolayısıyla hiçbir yolsuzluk ve adaletsizlik olmasa hatta adaletsizlik var söylemi dahi olmasa; o zaman o dünya devletinin vatandaşı olan insanlar ne yapacaklar? İş yok, çalışmayacaklar, adalet var siyasetle uğraşmaya gerek yok, boş, boş oturacaklar mı işsizlikten canları mı sıkılacak? Aslında yukarıda hayalini verdiğim düzen kıyamete kadar hiçbir zaman kurulmayacaktır. İslami kaynaklarımızda buna yaklaşan bir düzenden bahsedilir. Hz. Mehdinin gelmesi, Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi ve İslam’ın hakim olduğu bir İslam düzenin kurulması ehli sünnet kaynaklarında mevcuttur.
Yukarıda anlattığım hayal devlet, hiçbir adaletsizliğin olmadığı
ideal bir dünya tasavvurudur. Amaç gerçekleştirilen dünya düzenin
ne kadar iyi olduğunu ölçmektir. İdeal dünya düzenine, kurulan
İslami dünya düzeni ne kadar yaklaşır ise o kadar iyidir. Ne kadar
uzaklaşmışsa o kadar kötüdür. İdeal bir standart, bir ölçü aleti
yani bir kumpas, bir mihenk taşı, gerçekleştirilme
İşte islamın hakim olduğu böyle bir dünyada, insanlar ne yapar? Çok basit, ilim öğrenir, özellikle kuran ilimlerini öğrenir, Peygamberin gösterdiği ibadet şekillerinin tamamını en üst seviyede yapmaya çalışır yani ibadetlerin farzlarını ve sünnetlerinin ayrıntılarına kadar yapar, üstün bir ahlaka sahip olur. Nerede, bir ilim ve zikir meclisi varsa katılır. Yani çeşitli ibadetlerin ve ilmin peşine düşerek sürekli ALLAH’ı hatırlar yani hatırında daima ALLAH’ı tutar. Bütün ibadetler, zikirler, ilimlerin öğrenilmesi ALLAH’ı hatırda tutmak içindir. İşte ALLAH’ı bu şekilde hatırda tutmaya Rağbet etmek denir. Rağbet etmek, ALLAH’ı hatırda tutmaktır. Rağbet etmek, sonuçtur, sebep değildir. İnsanlar rağbet ettiği için ilim tahsil etmez veya rağbet ettiği için ibadet etmez. İlim tahsil ettiği ve ibadet ettiği için rağbet eder yani hatırda tutar. O neden rağbet etmek sebep değil sonuçtur.
Gel gelelim İslamcı kardeşlerimizin bir kısmı bu gibi sonuçları hayal etmez, sanır ki amaç sadece İslami dünya düzeni kurmaktır. Siyasetle ilgilenir ve siyasi faaliyetleri ve siyasi fikirlerin öğrenilmesini çok önemser ona vakit ayırır; zikir için, kuran okuma için bir araya gelmeyi önemsemezler. İslamcı grupların bir kısmı, insanları rağbet etmeye yöneltmek için ortam kurmak için uğraşırlar ama rağbet faaliyetlerinde bulunmak için insanları bir araya getirmeye çok çalışmazlar. Araçlar için çok faaliyet yapılırken nihai çıktı olan insanların rağbet etmesi için faaliyet yoktur. O zaman araçlar amaç haline geliyor demektir.
Neyse… İnsanların ALLAH’a en çok rağbet etme faaliyeti yaptıkları zaman ramazan ayıdır, ramazan ayının da son on günüdür. Yılın bütün günleri Allah’a rağbet etmek için faaliyetlerde bulanmak için gayret etmesi gerekir doğrudur. Ama insan sürekli aynı gayrette yani aynı rağbet etme gayretinde olması mümkün değildir. O nedenle, çalışma hayatında mola vermek vardır, tahsil hayatında teneffüs vardır. İnsanların sürekli aynı azim ve kararlılıkta, aynı düzenlilikte ve süreklilikte bir iş ile meşgul olması mümkün değildir. Mola veya teneffüs insan fıtratının bir sonucudur. İşte ramazanda yılın en yüksek rağbet etme gayretini göstermek için üç aylarda ufak, ufak antrenman yapmaktır. Üç ayların dışındaki rağbet faaliyetlerini, üç aylarda artırarak sezona veya sömestre gireriz. Üç aylardaki rağbet gayretimiz, ramazan aynın son on günüde zirveye ulaşır. Sonra bayrama ulaşırız. O zaman bayramda oruç yok, eğlence var. Bu bayram, rağbet etme faaliyetleri ile yorulanların bayramıdır. Sonra düşeriz yollara, gideriz kabe’ye yani ALLAH’ın evine ve deriz ki,”lebbeyk allahümme lebbeyk” yani buyur Allah’ım, emrine geldim, hizmetine geldim. Daha sonra daha uzun süre bayram yaparız. Kurban keseriz, fakirlerle beraber ziyafet yaparız. Fakirlerinde bayram yapmadığı bir toplum da bayram yapılmış olmaz.
Regaib kandili sadece cemaatlerin idrak ettiği bir kandil olmamalıdır. Bütün Müslüman sosyal grupların idrak ettiği bir kandil olmalıdır. Unutmayalım biz Müslümanların nihai hedefİ Allah’a rağbet etmektir.
Rağbetin sonucunda ne olacak peki? Bu da başka yazının konusu olsun. Hepimizin regaib kandili mubarek olsun, manevi bereketli olsun. Amin