Türkiye'nin yakın tarihinde, demokrasinin en çetin sınavlarından biri olarak anılan 28 Şubat 1997, "postmodern darbe" olarak hafızalara kazındı. Bu süreç, sadece siyasi arenada değil, toplumun her kesimine hızlıca sirayet ederek, derin izler bıraktı. Postmodern olması ise alışılagelmiş geleneksel askeri darbelerden farklı olmasıydı. Yani medya, yargı, sivil toplum kuruluşları ve sermaye çevreleri gibi bir kuşatmayla, o dönemki hükümete baskı yaparak düşürdüler.
Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, bu süreci anlatırken; “Demokrasiye balans ayarı verdik.” diyerek, demokrasinin kırılan zincirini tekrar takarak sağlamlaştırıyordu. Böylece askeri müdahale olmadan suya sabuna değmeden eller temizleniyordu. 1996 yılında Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) tarafından kurulan koalisyon hükümeti, Necmettin Erbakan'ın başbakanlığı ve Tansu Çiller'in başbakan yardımcılığıyla göreve başladı.
Necmettin Erbakan, zaten İslamcı söylemleriyle bilinen bir partinin lideriydi. Fakat Erbakan’ın Başbakanlık konutunda tarikat liderlerini davet ederek iftar vermesi, Sincan’da düzenlenen ‘Kudüs Gecesi’ etkinliğide laik çevrelerde tehdit olarak algılandı. İran benzeri bir rejim mi kurulmak isteniyor? sorusunu akıllara getirdi. İmam hatip liselerinin desteklenmesi. Kamu kurum ve üniversite gibi yerlerde başörtüsü serbestliği de olunca, üstüne tuz biber olarak; ‘irtica yükseliyor’ endişesini arttırdı. Bu hareketler adeta laiklik için birer tehditti.
28 Şubat’ta toplanan MGK toplantısında ‘irticai faaliyetlere’ karşı bir dizi önlem alındı. Baskılar, istifaları getirdi derken Necmettin Erbakan da istifa etti. Diğer adıyla, "askeri vesayetin sivil hükümete müdahalesi" denildi. Elbette faturası, her zamanki gibi halka kesildi. Dini hassasiyetleri olan insanlar manipülasyonun binbir çeşidini görmüş oldu. Özellikle tesettürlü kadınlar, iş ve eğitim hayatında engellerle karşılaştı.
Belki de en önemli kısmı olan sürecinin sorumluları hakkında 2012 – 2018 arası soruşturma; kimisini mahkumiyete, mahkumiyet müebbete, müebbet ev hapsine, ev hapsi sağlık sorunlarıyla tahliyeye dönüştürdü. Kimisi de itibar kaybederek gözden kayboldu.
O zamandan aklımda kalan, sesleri duyunca balkona koşuşum ve komşuyla göz göze gelişimdir. Elinde tava ile kepçe, yüzünde pis bir gülümseme, gözlerinde ateş. Ne Necmettin Erbakan’ın parmağını göze sokarcasına yaptığı hareketler, ne de milletin daha dünden razıymış gibi, hadi bizde kutuplaşalım demesi. Mantoyu bile sırta takmadan, koşa koşa eylemlere gitmesi. Çırpınan insanlardan ise geriye, giden gençlik ve yıkılan hayal kırıntıları kaldı.