Son 60 yıldan beri devam eden karşılıksız ABD aşkı devam ediyor. Kusursuz bir Haydut Devlet olan ABD, kendisine şirin görünmeye çalışan bizim gibi devletleri devamlı surette tokatlamaya devam ediyor.
Son 60 yıldan beri devam eden karşılıksız ABD aşkı devam ediyor. Kusursuz bir Haydut Devlet olan ABD, kendisine şirin görünmeye çalışan bizim gibi devletleri devamlı surette tokatlamaya devam ediyor.
Bunun en son örneğini Başkan Biden'in yaptığı 'Ermeni Soykırımı' açıklamasında ve ABD'nin CAATSA adını verdiği haksız tutumlarında da görmüş olduk. ABD'deki Kongrenin basılması gibi feci olaylar artık bu gidişata son verilme vaktinin geldiğini gösteriyor.
2 Ağustos 2017'de resmen yürürlüğe giren CAATSA yasası, daha önce ABD'nin ulusal güvenliğine "tehdit" olarak değerlendirdiği düşman (muhasım) ülkelere uygulanmıştı. İran, Rusya ve Kuzey Kore'ye karşı yaptırımlardan sonra şimdi resmi bir şekilde Türkiye düşman ülke statüsüne alınmış oldu. Şimdi kalkıp hiçbir şey olmamış gibi düşman ülke statüsünü kabul etmiş olmak onurlu bir ülkeye yakışmaz.
Bu durum Türkiye açısından bir kriz gibi görünse de aslında iyi değerlendirildiğinde yıllardır arayıp da bulamadığımız bir fırsattır. İlişkilerimizi yeniden gözden geçirme şansı vermektedir. Fakat bu durumu hariciyede çalışan diplomatlarımızın ve savunma konusunda yönetici durumunda olan bürokratların görmesi, anlaması ve idrak etmesi maalesef çok zordur. Çünkü bu devlet görevlilerinin büyük çoğunluğu hamiyet ve manevi duygulardan yoksun kişilerden meydana gelmiştir. Almış oldukları eğitim ve kendilerini o makamlara getiren kişilere karşı borç duygusu buna engeldir.
Ülkemizin en ciddi sorunlarından birisi olan hamiyetli, manevi yönü güçlü ve ülke menfaatlerini şahsi menfaatlerinden üstün tutan memurların az olmasıdır. Daima kendisini oraya getirenlere karşı borçlu hisseder. Halbuki Allah huzurunda hesap vereceğini düşünen biri zavallı insanlara boyun eğer mi?
Görevini yapmak yerine kendisine o makamı verenlere minnet borcu olanların acı örneklerini yıllardır gördük. Halen de görmeye devam ediyoruz. Çok kısa ve yaşadığım bir örneği vererek bu durumu izah etmeye çalışayım.
28 Şubat 1997 döneminde sırf eşi başörtülü diye on bine yakın asker ordudan tasfiye edildi. Bunun yerine ABD'ye menfaat ilişkileri ile bağlı, maneviyattan yoksun, eşinin dini değerlerine karşı son derece duyarsız askerler terfi ettirilerek general amiral yapıldı. FETÖ'nün gerçekleştirdiği 15 Temmuz 2019 askeri darbesi bunun sadece bir örneğidir. İşin acı tarafı 360 civarında olan general-amiral arasından 140 tane ABD beslemesi Feto'cu general ve amiral çıkmıştır. Kalan diğerleri ise darbeci gelenekten gelen ve bunlardan doğru dürüst ders almamış devrimci general ve amirallerdir.
15 Temmuz 2016 Askeri darbesi yeterince uyarı yapmamıştır. Ne yazık ki meydana gelen olayları analiz etmek ve tekrarlanmaması için önlemler alınması gerekiyordu. FETÖ'nün laciverti diyebileceğimiz dini ve manevi değerlere karşı duyarsız binlerce subay terfi ettirilmiş ve FETÖ'den boşalan makamlara yerleştirilmiştir.
Şu sıralar ABD'nin yeni seçilmiş Başkanı Biden'in açıkça dile getirdiği gibi 'Ermeni Soykırımı' açıklaması ve seçilmiş Cumhurbaşkanı'mızı aynen Mısır Devlet Başkanı Mursi gibi tasfiye etmek için açıkça demeçler kabul edilmesi mümkün olmayan sözlerdir.
Bu acı duruma karşılık olarak hükümetimiz zaman içerisinde ve gerektiği zaman cevap verileceğini söylemiştir. Fakat bu durum zaman içerisinde unutulmaya ve üzeri örtülmeye mahkum gibi görünmektedir. Örnek olarak söylemek gerekirse FETÖ ve darbeci generaller hakkında hiçbir adım atılmamış her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranılmıştır.
Bu konuda acı bir hatıramı arz ediyorum. Sonrasında da ABD'ye karşı almamız gereken önlemlere geçeriz.
28 Şubat 1997 Darbesinin ele alındığı bir panelde konuşmacılardan Metin Külünk isimli milletvekiline şu soruyu sormuştum. Dedim ki: 'Ordudan dini ve manevi değerlerine bağlı olduğu için emekli edilmiş 10 bin civarında asker var. Bunların içinden hiç olmaz ise ilaç için birkaç tane insanı istihdam edemez misiniz? Hem bunlar inançlarından taviz vermeyen ordunun en onurlu insanlarıdır. Niçin silahlı kuvvetler içinde bu kişilere görev vermiyorsunuz'
Cevabında ise samimiyetten uzak tam bir profesyonel siyasetçi üslubunda cevap verdi. Dedi ki: ' Çünkü bu ordudan atılmış askerler generallik gibi yüksek görevler istiyorlar'.
Böyle bir sözün doğru olamayacağını kendisi de gayet iyi biliyordu. Fakat sıkışınca köşeye sıkışan şark kurnazlığı içindeki siyasetçilere yakışan bir biçimde cevap veriyordu. Bu nedenle 'bırakın generalliği haksız yere ordudan atıldığı halde tazminat dahi alamadıklarını, bu sözün çirkin bir yalan olduğunu' yüzüne karşı söyledim.
Gerçekten de benim gibi Yüksek Askeri Şura kararı ile emekli edilenlere zaten hakları olan sosyal güvenlik primleri verilmiş; kararname mağduru binlerce asker arkadaşıma bırakın tazminatı zırnık dahi verilmemiştir. Burada vebal büyüktür. Sanırım bunların karşılığı dünyada değil de ruzi mahşerde alınacaktır. Zira hükümet bu büyük ayıp karşısında kılını dahi kıpırdatmamaktadır. Fakat ABD'de eğitim görmüş ve Batı'ya karşı aşırı derecede hayran kendi öz benliğine karşı duyarsız kişilerin önü açıktır. Bunlar sanki 15 Temmuz 2016 darbesi hiç olmamış gibi küstah tavırlarına devam etmektedirler. Allah ıslah eylesin…
Bu acı ve insanı çileden çıkaracak derecede büyük ayıbı bir kenara bırakıp ABD'nin muhasım kabul ettiği ülkelere uyguladığı yaptırımlara dönelim.
ABD Dışişleri Bakanlığından konuyla ilgili açıklama yapan üst düzey bir yetkili, Türkiye'ye yönelik yaptırımların, "ABD'nin ürün ve teknolojileri için ihracat lisansı ve yetkilerinin verilmesinin yasaklandığını" kaydetmişti. Ayrıca herhangi bir uluslararası finansal kuruluşun Türkiye'nin savunma sanayine 10 milyon doları aşan kredi ve borç vermesinin kısıtlandığını ve bazı üst düzey yetkililerinin ABD'ye girişinin de yasaklandığını ifade etmişti.
İşte bu durum Türkiye'nin yıllardır arayıp da bulamadığı eşsiz bir fırsatı ayağımıza kadar getirmiştir. ABD ile köprüleri atmasak dahi bu güne kadar aleyhimizde uygulanan birçok anlaşma maddesini çöpe atma fırsatı doğmuştur.
1970'li yıllarda ABD ambargosu nedeni ile ABD üslerini kapatmış ve sonucunda milli bir savunma sanayi geliştirme fırsatını yakalamıştık. Bugün ürettiğimiz dünyanın en gelişmiş korvet ve fırkateynleri işte bu ambargonun getirdiği savunma endüstrisi kurma çabaları sonucunda elde edilmiştir.
Sonrasında güdümlü mermi ve insansız hava araçlarında açıkça ambargo konulmuş fakat bu küstahça tavır tam tersi bir etkiye sebep olmuştu. Şimdi dünyanın en gelişmiş araçlarını ve mermilerini üretme kabiliyetine sahip olduk. Üstelik bunu satarak büyük gelirler elde edebiliyoruz. Ambargonun nasıl fırsata dönüştüğünü başka bir örnekle izah edeyim.
Donanmada görev yaparken Türkiye'nin üretmiş olduğu ve Refakat Filotillasının sancak gemileri olan Berk ve Peyk uzun yıllar donanmada hizmet etmişti. Halbuki bu muhriplere ne kadar olumsuz söz söylenmişti. ABD beslemesi bazı kişiler milli otomobilimiz Devrim'e karşı yürütülen propaganda benzeri sözler ile bu gemiler için alay ediyorlardı. Dizaynından tutun üzerindeki silahlara kadar demedik terbiyesizliği bırakmamışlardı.
Fakat bu gemiler ile başlayan milli savaş gemisi üretimi günümüzde akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. Almanlar ile beraber yürütülen MEKO fırkateyn projesinden sonra dünyanın en gelişmiş fırkateynlerini üretme kabiliyeti kazanmış durumdayız. Halen uçak gemisi de dahil olmak üzere milli gemilerimiz,denizaltılarımız üretiliyor hatta Pakistan ve Ukrayna'ya ihraç edilerek önemli bir aşamayı geçmiş durumdadır.
Demek ki ABD'nin müttefik ülke aleyhine açıkça 'muhasım ülke' sıfatını kullanarak uyguladığı bu ve benzeri edepsizlikleri eskiden yaptığımız gibi fırsata çevirebiliriz. Nitekim defalarca isteyip de vermedikleri hava savunma silahları yerine Hisar isimli güdümlü mermi sistemleri ile cevap verdik. Dünyanın muharebe sahasında üstünlüğü kanıtlanmış Silahlı İnsansız Hava Araçları (SİHA) lar sayesinde zaferler elde ettik. Hatta dünya savunma stratejilerini kökten değiştirecek adımları atma konusundaki ilk adımlar ülkemizden geldi.
Peki, bundan sonra ne yapmalıyız?
Soruya cevap vermeden önce 'neyi yapmamalıyız' konusunu dile getireyim. Öncelikle diğer yanağımızı 'yeniden tokat yemek' için uzatmamalıyız. Açıkça Türkiye'yi muhasım yani düşman ülke konumuna sokup cezalandıran ABD'ye 'edepsizliğine devam edebilirsin' şeklindeki bir yaklaşımdan uzak durmalıyız. Halihazırda üzülerek söylemeliyim ki ABD ile hala eski onursuz ve ülkemizin menfaatlerini ayaklar altına alan ilişkiler sürdürülmeye devam ediyor.
Bu konuda Milliyetçi Cephe Hükümetlerinin başarı ile uyguladığı politikaları uygulamamız gerekiyor. Malumunuz 1970'li yıllarda ABD üsleri kapatılmış bu üsler Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutasına verilmişti.
Şimdi de benzeri tedbirler alınabilir. ABD'nin düşmanca tutumuna karşılık olarak başta İncirlik olmak üzere ABD'nin gizli ve açık bütün üsleri kapatılarak tamamen silahlı kuvvetlerimzin kontrolüne verilebilir. Bu işlem yapılırken ABD'nin anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği ve özellikle Türkiye'ye karşı düşmanca tutum gösterdiği açıkça belli edilmelidir.
Bu arada F-35 üretimi ile ilgili olak ticari anlaşmalardan dolayı zarara uğrayan savunma şirketlerimizin zararlarını karşılamak üzere yine anlaşmalardan doğan hukuki süreç işletilmek zorundadır. ABD'nin parasını verdiğimiz halde el koyup iade etmediği F-35 uçaklarına karşılık hukuki süreç sonuçlanana kadar ABD'nin mallarına ve silahlarına el koyulması gerekiyor.
Vaktiyle İngiltere'ye parasını ödediğimiz halde vermediği 2 savaş gemisine karşılık savaş ilan etmiştik. Eğer ülke olarak onurumuzu korumak istiyor isek bu yapılan iğrenç tutumu haykırmak zorundayız.
NATO'da ise yapacak çok sayıda eylem ve iş vardır. Öncelikli olarak NATO'dan çıkmak çok yersiz bir hareket olacaktır. Bunun yerine ABD'nin ülkemize karşı uyguladığı hasmane ve düşmanca tutum nedeniyle birçok ortak tatbikat ve çalışmaya kilit vurulmalıdır. Ta ki Türkiye'nin haklarını koruyup gözetecek bir duruma gelinceye kadar. NATO'nun çalışmaları 'veto' silahı kullanılarak engellenmeli ve bunu ABD'nin hasmane tutumu nedeniyle yapmak zorunda kaldığımızı geniş mahfillerde açıklamalıyız.
Aslında onurlu ve milli menfaatlerini korumasını bilen bir ülke için ABD'nin muhasım ülkelere uyguladığı bu cezalandırma, ülkemize fırsatlardan öte lider ülke yolunu açmıştır. Fakat bunu ancak hamiyetli ve ülke menfaatlerini her türlü çıkardan üstün tutan insanlara ihtiyaç vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi 'Dünya beşten büyüktür' diyebilecek cesaretli insanlara ihtiyaç vardır.
Elbette bu işleri ABD beslemesi aydım, bürokrat ve akademisyenlerle yapmak mümkün değildir, vesselam…