ABD-Çin Rekabetinin Derin Arka Planı

En başından beri bu bölgedeki siyasi sorunları değerlendirirken, bunların İsrail’in ya da İsrail üzerinden ABD’nin ortaya çıkardığı problemlerin olduğunu belirten Öz, “İşin arka planında esasen bir ABD-Çin mücadelesi var. ABD, Çin’in Orta Doğu, Asya ve Afrika’daki etkisini sınırlamak, ticaret yolları ve enerji hatları üzerindeki ilerlemesini durdurmak için çeşitli hamleler yapıyor. Bu bölgedeki birçok gelişme de bu büyük mücadelenin bir parçası” ifadelerini kullandı.

Biden'dan Trump'a Geçiş: Maskelerin Düşüşü

Biden döneminde ABD’nin, bu amacını daha örtülü ve diplomatik yollarla yürüttüğünü ancak Trump’la birlikte bu perdenin kalktığını söyleyen Öz, “Trump, alışıldık diplomatik dili kullanmadan, doğrudan ve sert açıklamalarla hareket ediyor. Neredeyse her gün yaptığı ve zaman zaman birbiriyle çelişen açıklamalar, bu mücadelenin açık bir yansıması. Bu tutum, klasik devlet politikası anlayışından farklıdır. Ancak bu sayede ABD’nin gerçek niyetini artık çok daha net görebiliyoruz” şeklinde konuştu.

"Yeniden Büyük Amerika" Sloganı ve Gerçekler

Amerika Birleşik Devletleri’nin 36 trilyon doları aşan çok ciddi bir borcunun olduğundan bahseden Öz, “Bugün her doğan Amerikalı büyük bir borç yüküyle dünyaya geliyor. Buna rağmen "Yeniden Büyük Amerika" hayaliyle yeni bir hamleye girişmiş durumdalar. Bu söylem bile aslında Amerika’nın artık o kadar da büyük olmadığını, eski gücünü kaybettiğini itiraf eder nitelikte” şeklinde ifade etti.

Küresel Müdahalelerin Sürdürülemezliği

Zayıflayan ekonomisi ve Çin karşısında gerileyen konumu nedeniyle ABD’nin küresel müdahaleleri, yani bir zamanlar “dünya jandarması” rolüyle yaptığı hamlelerin, artık sürdürülebilir olmaktan çıktığını söyleyen Öz, “Trump’la birlikte ABD, daha çok kendi içine dönen bir pozisyon aldı. Bu, emperyal hedeflerinden tamamen vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Ancak artık daha uzak bölgelerdeki hedeflerinden, ekonomik maliyetleri nedeniyle geri çekiliyor” ifadelerini kullandı.

Müdahale Yerine Vekalet Savaşları

Tarih boyunca bir savaşa girerken maliyet hesabının yapıldığını yani ‘Bu savaş bize ne kazandıracak ya da ne kaybettirecek?’ sorularını sorup hareket edildiğinden bahseden Öz, “Eskiden bu “ganimet” olarak adlandırılıyordu; bugün ise bu hesap ticari bir zeminde yapılıyor. Eğer bu müdahaleler ekonomik olarak bir kazanç sağlamıyorsa, devletler doğrudan savaşa girmek yerine vekalet savaşlarını tercih ediyor. Yani artık doğrudan müdahale yerine, o bölgedeki mezhepsel, etnik ya da siyasi ayrılıkları körükleyerek, çatışma potansiyeli olan grupları silahlandırıp sahaya sürüyorlar. Bu şekilde hem maliyet azaltılıyor hem de hedefe dolaylı yoldan ulaşılmaya çalışılıyor” şeklinde konuştu.

“Vekil Güçler Bile Beslenemiyor”

Amerika’nın artık sadece kendi ordusu üzerinden çıkarlarını yürütmekte bile ciddi sıkıntılar yaşandığını ve dahası vekil güçlerini besleyemeyecek bir noktaya gelmiş durumda olduğunu vurgulayan Öz, “Nitekim PYD’ye verdiği desteği kestiğini biliyoruz; maaşlar ve lojistik destek gibi konularda geri adım attı. Bütün bunlar, Amerika’nın ciddi anlamda zayıfladığını gösteriyor. Hatta kendileri de bunu dolaylı yoldan itiraf ediyorlar” ifadelerini kullandı.

2030 Senaryoları ve Süper Güç Değişimi

Öz, eğer bu gidişat devam ederse, 2030’lu yıllarda Amerika’nın büyük ekonomik krizler yaşayabileceği, Çin’in ise süper güç olarak öne geçeceği bir dünyadan söz edildiğine dikkat çekerek “Böyle bir tabloda, Amerika’nın süper güç konumundan ikinci, hatta üçüncü veya dördüncü sıraya gerileyebileceği senaryolar tartışılıyor” dedi.

Trump’ın Agresif Ekonomi Politikası

Trump’ın ise bu tablo karşısında agresif bir ekonomi politikası izlediğini söyleyen Öz, “Vergiler üzerinden yürüttüğü bu ekonomik savaşla, yurt dışına kaçan üretim unsurlarını ve fabrikaları yeniden Amerika’ya çekmeye çalışıyor. Ancak bu agresif yaklaşım, ciddi tahribatlara yol açıyor. Bu durum, Amerika’yı daha da zor bir sürece sokabilir” şeklinde konuştu.

Tarih Tekerrür Ediyor mu?

Öz, “Tarihten biliyoruz ki, büyük devletlerin ve imparatorlukların yıkılışında yöneticilerin öngörüsüzlüğü ve yanlış kararları önemli rol oynamıştır. Bugün yaşananlar da benzer bir öngörüsüzlüğün sonucu olabilir. Eğer bu süreç doğru planlanmadıysa ve agresif politikalar kontrolsüz şekilde sürdürülüyorsa, sonuçları çok ağır olabilir” diye ifade etti.

Ekonomide Alarm Zilleri

Borsalarda yaşanan çalkantıların ve Amerika'nın 36 trilyon dolarlık borcunu toparlama çabasının, “ekonomiyi daha da zora soktuğunu” belirten Öz, “Hatta bazı kaynaklara göre, küresel sistemde 6 trilyon dolara ulaşan potansiyel risklerden söz ediliyor. Dolayısıyla neyin kazanılıp neyin kaybedildiğini yakın zamanda daha net göreceğiz” şeklinde konuştu.

Yüzyıllık Güç Dengesinin Çöküşü

Tüm bu olayların sonucunda “Amerika’nın son 100–150 yılda kurduğu uluslararası güç dengesi ciddi şekilde sarsılıyor. Bu sadece ekonomik değil, siyasi ve diplomatik ilişkiler açısından da son derece tehlikeli bir tablo ortaya koyuyor” diyen Öz, Trump’ın ve mevcut yönetimin öngörüsüz politikalarının, Amerika’yı büyük bir felakete sürükleyebileceğini ifade etti. Öz, “Elbette zaman gösterecek, ama görünen o ki bu sürecin arkasında ciddi bir ekonomik savaş ve Çin korkusu yatıyor. Bu mücadelenin nasıl evrileceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz” diye ekledi.

 Çin'in Elindeki Kozlar ve Zayıf Yönleri

Şu anda sürecin Amerika’nın aleyhine işlediğini söylemek mümkün olduğunu ancak Çin’in bu durumu avantaja çevirip çevirmeyeceğini zamanın göstereceğini söyleyen Öz, “Kara İmparatorluk” olarak anılan Çin’in reflekslerinde ciddi sıkıntılar ve handikaplar var. Çünkü Çin, tarihsel olarak kendi bölgesi dışındaki farklı milletleri ya da etnik yapıları yönetme veya onlarla etkili ilişkiler kurma konusunda deneyimsiz bir ülke” ifadelerini kullandı.

Ayrıca Öz, komünist yapının etkisiyle, özel girişimcilik ve sektörel çeşitlilik açısından da sınırlamalarının bulunduğunu ve  bugün bazı alanlarda devlet destekli karma yapılar görülse de, Çin’nin hâlâ merkeziyetçi ve devlet kontrollü bir ekonomik anlayışla hareket ettiğini belirtti.

Britanya ile Kıyas: Çin’in Avantaj Eksiği

Öz, Çin’in avantaj eksiğini şöyle açıkladı:

 “Britanya İmparatorluğu döneminde dünya ticaretine yön veren güç, özel teşebbüslerdi. Fabrika sahipleri, ticaret şirketleri dünyaya açılmış ve ekonomik hâkimiyet kurmuşlardı. Elbette arka planda devlet desteği vardı ama asıl sahada olanlar özel şirketlerdi. Çin’in ise böyle bir refleksi henüz gelişmiş değil; bu da ciddi bir handikap olarak karşılarında duruyor”

Rekabetin Dengeleri

Amerika ile Çin arasındaki rekabette her iki tarafın da zayıf yönlerinin olduğunu söyleyen Öz, “Ancak mevcut tabloda Çin’in daha avantajlı konumda olduğunu söylemek mümkündür” şeklinde ifade etti.

Ticaret Savaşı’nın Ötesine Geçen Bir Kırılma mı?

Bu durumun, aslında küresel düzeyde bir kırılmaya işaret ediyor olabileceğinden bahseden Öz, “Eğer Amerika Birleşik Devletleri bu süreçten yenik çıkarsa, bunun jeopolitik, teopolitik ya da ekonomik-politik sonuçları olacak. Bu da dünyanın yeniden bir kurulum aşamasına girdiğini gösterir. Yeni güç dengeleri ve yeni aktörler ortaya çıkacaktır” şeklinde konuştu.

Yeni Hegemonya Tehlikesi: Çin Baskısı

Burada dikkat edilmesi gereken başka bir noktanın da olduğunu belirten Öz, “Amerika’nın etkisinden kurtulmanın sevincini yaşayan bölgeler, Çin’in baskısına karşı da kendilerini korumak zorunda. Bu noktada, İmmanuel Wallerstein’in şu sözünü hatırlamak gerekiyor: ‘Amerika Birleşik Devletleri yıkılırsa ne olur? Hiçbir şey olmaz, yüzlerce alternatif doğar.’” ifadelerini kullandı.
Öz, bu perspektiften bakıldığında, Amerika'nın zayıfladığı bir dünyada yeni alternatiflerin ortaya çıkmasının ve çok kutuplu bir düzenin inşa edilmesinin artık bir zorunluluk haline geldiğini ekledi.

 Türkiye’nin Stratejik Rolü ve Yeni Pozisyonu

Öz, “Türkiye açısından da bu süreç önemli bir fırsat sunuyor. Amerika’nın etkisinin azaldığı bir zeminde, biz kendi bölgesel gücümüzü artırmalı, oyun kurucu bir pozisyona geçmeliyiz. Bu bağlamda Çin’in yükselişini ve oluşturacağı yeni tabloyu dikkatle analiz ederek stratejik pozisyonlarımızı belirlememiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Gerçekten Özgür ve Çok Kutuplu Bir Dünya Mümkün mü?

Öz, çok kutuplu bir dünyada yerimizi almamız gerektiğini; bir hegemondan kurtulup diğerinin etkisi altına girmememiz gerektiğini vurguladı. Beş daimi üyenin kilitlediği ve kriz üreten bir sistem yerine, daha adil, daha kapsayıcı, toplumların katılımına açık ve karşılıklı saygının olduğu bir dünya düzeninin kurulması gerektiğini vurgulayan Öz, “En büyük temennimiz, bu yeni gelişmelerin ardından dünyanın uzun süredir başaramadığı bu dönüşümü gerçekleştirebilmesidir” şeklinde konuştu.

Türkiye'nin Suriye'deki Pozisyonu ve İsrail'in Korkuları

Suriye’deki yeni tablo üzerinden Trump’ın övgü dolu sözlerinin olduğunu ancak, Türkiye olarak övgüyü de, yergiyi de dengeli bir şekilde karşılamak durumunda olunması gerektiğini savunan Öz, “Bizim için önemli olan kendi politikalarımız ve inandıklarımızdır. Sayın Cumhurbaşkanımıza bu soruyu yönelttiğimde, ayaklarını yerden kesmediğini görmek beni mutlu etti. "Daha konuşmadık" diyerek geçiştirdi. Yani, ayakları yerden kesilmiş bir Cumhurbaşkanımız olmadığını görmek sevindirici. Zira Sayın Cumhurbaşkanımız, Trump ile aralarında farklı bir ilişki olsa da, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı olduğu gerçeğini de hesaba katıyordur. Amerika'nın temel politikalarından vazgeçmediğini, özellikle İsrail politikalarının hala devam ettiğini biliyor olmalı. Yeni yapılan açıklamalar zaten bunun göstergesi” şeklinde ifade etti.

“Türkiye’nin gücünü hafife aldılar”

Suriye’deki varlığımızın, eğitim üsleri ve askerî üsler kurma çabalarımızın İsrail’i çok rahatsız ettiğini söyleyen Öz, “Zaten Suriye devriminin başladığı gün, iki yapıdan çok korktuğumu söylemiştim: İsrail ve PKK. Çünkü bu iki yapı, Suriye’deki yeni dengede en çok zarar görecek ve korkacak olanlar. İsrail bu korkusunu gizlemiyor, açıkça ifade ediyor. Lübnan’daki Şii İran etkisinin kırılmasının ardından, İzgul Han’ın lider kadrosu hedef alınarak bu etki zayıflatıldı” şeklinde konuştu. Ancak İsrail’in, Suriye’de on üç yıl sonra bir devrim yaşanacağını ve Türkiye’nin bu denklemde farklı bir pozisyon alacağını öngöremediğini belirten Öz, “İran’ın Suriye ve Lübnan’daki etkisi kırılmış olsa da, karşısında Türkiye gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldılar. Türkiye’nin gücünü hafife aldılar. Türkiye, NATO üyesi ve dünyanın en güçlü ordularından birine sahiptir. Bugün savunma sanayimizde yerlilik oranı %85’in üzerinde. Karşılarında ciddi bir tehdit olduğunun farkındalar” ifadelerini kullandı.

“Trump’tan fırça yemiş gibi görünüyorlar”

Öz, “Bu durumu Amerika olmadan başaramayacaklarını biliyorlar. Şimdiye kadar da böyleydi, ancak durum giderek daha belirginleşiyor. İsrail’in büyük korkuları var ve bu korkularla Amerika’ya başvuruyorlar. Ama Trump’tan da istedikleri cevabı alamadıkları anlaşılıyor. Trump’tan fırça yemiş gibi görünüyorlar. Korkmaya devam etmeliler, çünkü haklı bir korkuları var. Eğer zulümlerini durdurmazlarsa, Gazze’ye karşı tavırlarını değiştirmezlerse, orada insanlık koridorları açıp hayat hakkı tanımazlarsa, bu korku yerinde olacaktır” dedi.

“İsrail’in tüm hareketlerinin motivasyonu teopolitiktir”

İsrail’in söylemlerinde samimi olmadığını savunan Öz, sadece çıkarları gerektirdiği için karşılarındaki gücün korkusuyla bazı şeyleri terörize ediyor gibi ya da azaltıyor gibi görünmelerinin Türkiye’yi ikna etmemesi gerektiğini vurguladı. “İsrail’in tüm hareketlerinin motivasyonu teopolitiktir” diyen Öz son olarak, “Kendi inançlarına, kitaplarına ve dini referanslarına dayalı bir katliam yürütüyorlar. Bu çerçevede, o inançlardan vazgeçmedikleri sürece hedeflerinin değişmesi mümkün değildir. Dolayısıyla samimiyetsizlik her zaman devam edecektir. Türkiye’de biz de artık bunun böyle olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, onlara karşı güçlü kalmalı ve gücümüzü gösterdiğimizde, en azından onları terörize edebilecek veya engelleyebilecek bir zeminde tutmalıyız. Aksi takdirde, onların merhametine ve samimiyetine güvenilmemeli. Bebek katili olarak ortaya çıktıkları bir zeminde, bunu çok net anlayabiliriz” diyerek sözlerini noktaladı.

Muhabir: Beyzanur Akar