Resmi tarih çerçevesinde bir yanlış yapıldı. Tarih, Osmanlı, Padişah düşmanlığı yapıldı. Türlü iftiralar, kumpaslar, karalamalar, itibar suikastleri ile Abdülhamit Han ve Vahdettin kötülendi. Padişah Vahidettin vatan haini ilan edildi ya da gösterildi.
Resmi tarih çerçevesinde bir yanlış yapıldı. Tarih, Osmanlı, Padişah düşmanlığı yapıldı. Türlü iftiralar, kumpaslar, karalamalar, itibar suikastleri ile Abdülhamit Han ve Vahdettin kötülendi. Padişah Vahidettin vatan haini ilan edildi ya da gösterildi.
Halbuki gerçek böyle değildi. Resmi tarihte de bizzat belirtildiği gibi gizlice Mustafa Kemal, kurtuluş savaşını başlatması için Boğazdaki toplarını Saraya çevirmiş İngiliz savaş gemilerinin baskı ve tehdidi altındaki Padişah Vahidettin tarafından, resmi emirle, Samsundaki toplumsal kargaşa ve çatışmalar gerekçe gösterilerek 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla incelemelerde bulunmak amacıyla gönderilmişti. Samsundaki çatışmalar ve görevlendirme işin görünen kısmı idi.
30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Andlaşmasından sonra İngiliz savaş gemileri İstanbul Boğazına Dolmabahçe açıklarına demirlemişti. Koskoca İmparatorluk ve Saray ağır tehdit ve baskı altındaydı! Bu ağır tehdit ve baskı karşısında Padişah tarafından açıktan Mustafa Kemal'in Anadoluda Kurtuluş mücadelesini başlatması için görevlendirmesi düşünülebilir mi? Bu mümkün mü?
Buna inanmak bariz dangalaklık olmaz mı? Sarayın attığı her adımdan haberi olan işgalci İngilizlerin buna izin vermesi mümkün olabilir mi?
Nitekim daha sonra Mebusan Meclisinde 28 Ocak 1920'de Misak'i Milli kararlarının alınmasının ardından İstanbul işgal kuvvetleri tarafından 16 Mart 1920'de resmen işgal edildi, Meclis dağıtıldı, haberleşme ve telgraf hatları kesildi, en ağır ve galiz katliamlar, insan hakları ihlaller, tecavüzler yaşandı.
İşte tam da bu ortamda, ağır baskı, tehdit ve kıyım ortamında zorla, cebren İstanbul Hükümetine Osmanlıyı ve Anadolu'yu paramparça eden, Türkü Anadolu'dan Orta Asya'ya sürecek yok oluş anlaşması olan Sevr Anlaşması imzalatıldı. Padişah olacakları önceden öngördüğü için Mustafa Kemal'i görevlendirme kılıfıyla, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a Milli Kurtuluş hareketini başlatması amacıyla göndermiştir.
Amasya Genelgesinde alınan kararlar nedeniyle İşgalcilerin ve İngilizlerin baskısı ile İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal hakkında görevinden alarak yakalama emri çıkarmıştır.
İşgal ve baskı altındaki, kafasına silah dayanmış İstanbul Hükümeti ve Padişahın Sevri imzalaması nedeniyle vatan haini ilan edilmesi; gaflet, dalalet ve hıyanetle suçlanması akla, mantığa, tarih biliminin nesnelliğine, objektif yorumlanmasına uyar mı? Buna inanan beyne ve mantığa ultra ahmaklıktan başka sıfat tamlaması getirilebilir mi?
Padişah yurt dışına sürgün gönderilirken yanında sadece kıyafetleriyle gidiyor. Yanında mal mülk, para pul ya da hazinesini götürmüyor! Vatan haini olan yurtdışına kaçarken yanında hazinesini götürmez mi?
Vahidettin'in kendi el yazması anılarında, Mustafa Kemal'i kurtuluş savaşını başlatması için Samsun'a görevlendirdiği, yine Kazım Karabekir'in yayınlanmamış kendi el yazması kitabında, gazetecinin askerlikten istifa etmiş ve hakkında yakalama kararı olan Mustafa Kemal'e neden biat ettiği yönündeki sorusuna "Onu Samsun'a resmi yazı ile görevlendiren İrade, benim de ona biat etmemi emretti" şeklinde cevap verdiği (Tarihçi Ahmet Anapalı), ifade edilmektedir.
Tarih bir bütündür parçalanamaz. Tarih bir disiplin ve bilim dalıdır. Tarih bir hesaplaşma arenası değildir.
Tarihi şahsiyetlere ulu insan ya da vatan haini gözüyle bakılamaz. Tarihi şahsiyetler doğruları ve yanlışlarıyla, yaptıkları ve yapmadıklarıyla birlikte günün koşullarına göre öznel değil nesnel olarak değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda Selçuklu da bizim, Osmanlı da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bizim.
Türkiye siyasi, hukuki, idari, coğrafi, sosyoloji, kültürel vb. açılardan Osmanlı'nın devamıdır. Osmanlı'nın borçlarını devralmıştır. İdare hukuku, Şehremini kanunu, İdarei Umumiyei Vilayeti Umumi kanunu Osmanlı'dan Cumhuriyete intikal etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendisinden önce kurulan 16 Türk ve İslam imparatorluğunun devamıdır. Bu durum inkar edilemez ve yadsınamaz bir gerçekliktir. Tarihine küfreden; geçmişini, bugününü ve yarınını göremeyen mandacı ve himayeci, hain, kör eşektir.
Bir Müslüman ve Türk evladı Osmanlı'dan rahatsız olamaz. Oluyorsa Rum, Ermeni, Yahudi, Yunan, Haçlı-Siyonist ve Evangelisttir.
Gelelim günümüze! İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıldönümü kutlamalarında mason, mandacı ve himayeci, pespaye bir fare suratlı çıktı şunu dedi: "Birinci dünya savaşı sonunda, kurtuluş savaşında o dönemin yöneticileri gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeydiler. Gençleri, çocukları, kadınları, gelecek nesilleri hiç düşünmeden tehlike içine attılar…"
İzmir'i ve Batı Anadolu'yu işgal ve istila eden, yakıp yıkan, Müslüman-Türk katliamı gerçekleştiren, gençlerimize, çocuklarımıza, kadınlarımıza aşağılıkça tecavüz eden ve Yunan mezalimini yapan kahpe Yunan'a tek kelime etmeden, onu lanetlemeden, işgalci Yunan'ı koruyarak; akla, mantığa, tarih bilimine ve vicdana aykırı bir şekilde Osmanlıya ve Padişaha küfür ve hakaret etmek, tarihi ve tarihi şahsiyetleri, Türk Büyüklerini ihanetle suçlamak; her şeyden önce kendisi de bir Osmanlı Paşası olan Atatürk'e, Türk Milletine, Türk Tarihine, Türk Milli kültürüne ve 600 yıl dünyaya medeniyet, adalet ve barış dağıtmış Osmanlıya alçakça ve aşağılıkça bir saldırıdır.
Bu topraklarda yaşayanlar Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet sayesinde yaşamaktadırlar.
Bu realite gökteki güneş, ay ve yıldızlar kadar hayatın gerçeğidir.
Saygı ve selamlarımla…