Niçin?
Kâinatta tek bir millet gösterilemez ki, gençleri kendi milli
tarihini okuyamamış olsun. Bir millet düşünün, bin küsur yıllık
tarihini okumak istese okuyamaz. Bu hususta 1950’lili yıllarda
yazılar kaleme alan Peyami Safa şunları söylüyor;
“Yeryüzünde bir teke memleket gösterilemez ki, orada gençler kazara
milli kütüphanelerine girerlerse bir tek eser okuyamadan çıkıp
gitsinler. Böyle bir katliam hiçbir memlekette ve hiçbir memleketin
tarihinde yoktur”.
Böyle bir kültür katliamı hiçbir ülkede yoktur ve olmamıştır.
1928’de harf inkılabı yapılmasına rağmen 1950’lilerde gerek resmi
devairde gerekse hususi ticarethanelerde İslam alfabesini bilenler
mumla aranmıştı. Hatta mahkemelerde adaletin tecelli edip
etmeyeceği hususunda bile endişeler belirmeye başladı. Peyami
Safa’nın naklettiğine göre, İslam alfabesiyle not almak hem çok
seri yazılıyor hem de az mekân istila ediyor. O tarihlerde
(1950’lilerde) mahkemelerde daktilo ile zabıt tutulacağı ifade
edilmişti. Halbuki daktilo ile gerek maznun ve gerekse müştekinin
ifadelerinin sadece hulasası zapt edilebilir. O günlerin meşhur
muharrirlerinden Ziyad Ebuzziya “yazı makinasıyla adalet olmaz”
demiş.
Peyami Safa şöyle devam ediyor;
“Bugünkü (1950’liler) okul ve üniversite notlarının perişanlığı
malum. Latin harfleriyle yazılmış mektupları okumakta çekilen
zorluğu Arap (yani İslam demek istiyor) harflerinin bir sayfa
yazıyı birkaç bakışta kavramak imkânını veren kolaylık ve
aydınlığını bilenler daha iyi takdir ederler”.
Vaziyet günümüzde çok mu farklı?
Talebelerin not tutmasını bir kenara bırakınız.
Akademisyenlerimizin hem de sosyal sahadakilerin, İslam
alfabelerinden bî haber olması gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Öyleyse şu soruları sormamız hakkımız değil midir?
Bizi kültürümüzden koparmaya zorlayan nedir?
İslam alfabesini yazmak ve okumak daha kolaysa, niye terk
ettik?
Hadi diyelim ki, terk ettik, öğrenmemeye yeminle olmak neyin
nesi?
Bir millet, kendi tarihine niçin düşman edilir?
Bir milleti batıya medyun etmeye ç alışmak, hangi aklın
mahsulüdür?
Türk milletini Batı medeniyetine sokmaya zorlamak, nasıl bir
irtikaptır?
Lügat:
Devair: Daireler
Hususi: öz-el
Zabıt: Tut-anak
Muharrir: yazar (Muharrir, ifadesi “yazar” kelimesiyle karşılanmaz.
“Yazar” sadece yazar. Neyi yazar ve nasıl yazar muammadır. Tıpkı
“düşünür” lafının “mütefekkir” yerine kullanılması gibi… Yani
“mütefekkir” kavramının yerini “düşünür” lafı tutar mı, Allah
aşkına! Lisanımızı fakirleştirenler utansın)
Maznun: San-ık
Müşteki: Şikâyetçi (şimdi “yakınıcı” diyorlar. “Yakınmak” lafı,
“müşteki” kavramının yerini tutabilir mi? Hukuk ciddi bir
sahadır)
Hulasa: öz-et
Medyun: boyun eğdirmek, borçlu yapmak.
İrtikâp: Teşebbüsün en âdisi.